Bir Ramazan Gecesi

"Pencereden İstanbul'un minarelerine bakıyordum: Şurada burada şerefeler birdenbire aydınlanıveriyor, güya karşı ufukta küme küme ateş böcekleri uçuşuyordu. Çocukluğumuzdaki ramazanlar aklıma geldi. O vakit müezzinler iftarlarını bitirirler, yarıma doğru şerefelerden üçüzlü kandiller tane tane sarkmaya başlardı. Gökten damlarken minare boğumlarına takılı kalmış yıldız kırıntıları gibi insana esrarlı birer heyecan verirlerdi. Gerçi şimdi şerefeler daha parlaklaştı, daha haşmet kazandı, fakat eskileri, şüphesiz daha uhrevî, daha kâmildi.

Sonra teravih vakti, bu altın çemberlerin arasında tane tane yarı sönük kandiller belirir, karanlığa dizi dizi sarkar, sağa yükselir, sola kayar, titreşir, uçuşur, muallakta birer yazı, birer tasvir peyda olurdu. Sanki minareler, teravihten çıkan müslümanlara mükâfat olarak nuranî ve havaî bir göz şenliği hazırladı!

Karanlıklar içinde ağır ağır çoğalan bu silik parıltılar yine ağır ağır erir kendi kendilerine kararırlardı.

O vakit dünyada bana en ziyade gıpta ve üzüntü veren sanatkarlar mahyacılardı. Mahyacıları, insanlardan ayrı ve meleklere yakın harikulade hünerli bir nevi sema sakinleri tasavvur ederdim. Bu yarı semaviler on bir ay mahpus kalan marifetlerini bir ay, o da her gece bir saat gösterirler, suya nakış yapar gibi havaya tasvir çizmeye özenirlerdi. Eserleri nasıl payidar değilse gazetelerde, kitaplarda isimleri de anılmazdı: Hayatları da kandillerinin loş parıltısı gibi bizim için yarı sönüktü! Fakat bu yıl, onlar hakkında büsbütün müphem bir ayrılık üzüntüsü duymaya başladım. Zira elektrik nihayet mahyalara da musallat oldu. Kutsi cümleler emtia ilanları gibi marifetsiz emeksiz bir musluğun emrine tabi istediğiniz kadar parlıyor istediğiniz vakit şıppadak sönüveriyor. Minareler arasında kalan bu son yerli sanatı yenilik savletinden Allah korusun! Cedlerin şerefelerde geceleyin kulağa bir sır söyler gibi usulca nesilden  nesile tevdi ettiği bu Türk sanatı ilk şekliyle haşre kadar ber-karar olsun!"

(Ruşen Eşref Ünaydın'dan Seçmeler, Haz. Necat Birinci, Ankara 1982, s. 129)