Çocuk Siyerinin Önündeki En Büyük Engel: Büyükler

09 Ekim 2017

Çocuklar için kaleme aldığı siyer anlatısı “Güneşe Yolculuk” ile birçok çevreden olumlu tepkiler alan yazar ve şair Ayşe Sevim’le çocuk edebiyatı, siyer, çocuklara yönelik dini edebiyat ve bu önemli alanda karşılaşılan sorunları konuştuk.

Biz bir yığın bilgiyi aynen iletmek istiyoruz. Savaşlar, tarihler, isimler, olaylar hepsini. Dini bilmek için Peygamberimizin hayatını da bilmeliyiz gibi bir inanışla yazıyoruz ve okutuyoruz siyer kitaplarını. Ama sadece Uhud’da kaç okçu vardı, Hicret kaç yılında oldu gibi bilgiler üzerinden bir ilişki kuramayız Efendimiz’le. Bizim Peygamberle olan ilişkimiz, onu bilişimizdeki öncelik, onu çok sevmek olmalı.

Güneşe Yolculuk, öğrencilerinden Hz. Peygamber’in hayatını ödev olarak hazırlamalarını isteyen din dersi öğretmeninin bir ödevi beğenmeyip “kuru bilgi istemiyorum” diye itiraz etmesiyle başlıyor. Bu itiraz, çocuk siyer yazıcılığına dair genel bir eleştiriyi de içeriyor sanki?

İtiraz edilen kuru bilgi, aslında modern dünyanın sorunu. Bugün, “bilgi güçtür” cümlesi itibar görüyor. Bilginin nasıl olduğu üzerinde düşünmeden, nitelik ve doğruluk kaygısı gütmeden “bilgi güçtür” cümlesinin peşine düşer hale geldik. Yani kuru bilgi alışverişi sadece çocuk siyeri değil, büyüklerin siyer kitapları için de bir sorun olarak karşımızda duruyor. Bu tarih anlatıcılığında da böyledir. Savaşlar, kaç yılında yapıldıkları, sebepleri, sonuçları gibi Tarih denilen koca bir bütünün sadece erkil bakışla ilgili olan kısmı verilir. Neyse ki bu anlatım son zamanlarda biraz değişti, mesela padişahın da bir insan olduğu, o ülkenin bir halkı ve hikâyelerinin olduğu gibi insani taraflar da tarih yazıcılığının içine girdi. Yani tarih bilgi olarak üniversitelerin kapısından çıkıp halka ulaşmaya başladı. Bizim siyer anlatıcılığında yapılan en büyük hatalardan bir tanesi, okuru akademisyen ya da öğrenci olarak görmek ve ona göre bilgi vermek üzerine bir üslup takip edilmesi. Bu büyük sıkıntı, çünkü o siyeri aynı zamanda ev hanımı, genç, yaşlı, her kültür seviyesinden insanın alıp okuyacak olmasını düşünmek lazım.

Çocuklara yönelik dini yayınlara dikkatlice baktığımızda, değerler eğitimi ve siyer kitaplarından oluşan genel bir izdiham görüyoruz. Neden bu kadar çok dini çocuk kitabı yayınlanıyor ve bu kitapların dil-görsel kalitesi neden vasatın altında?

Hz. Peygamber’i, onun hayatını, arkadaşlarını anlatan siyer kitapları başta olmak üzere dini çocuk yayınları çok satıyor, yani para kazandırıyor. Çocuklarımıza öğretmek istiyoruz, Peygamberini tanısın istiyoruz. Bu sebeple zaten iyi satıyor diyerek çoğunlukla çalakalem metinler yazılıyor. Marketlerden beş liraya alabileceğiniz siyer kitapları, kitapçıkları var. Ben size başka bir tehlikeyi söyleyeyim. Bazen de yazan kişi iyi bir şey yaptığına çok inanıyor. İyi bir şey yaptığını düşünen birinin önüne geçemiyorsunuz. Değişime, eleştiriye kapalı bir siyer yazıcılığı tehlikelidir. Acı olan şu ki din konusunda herkes her şeyi söyleyebilme hakkı olduğuna inanıyor, kendini ehliyetli kabul ediyor. Ama piyasadaki özellikle çocuk siyer kitaplarına baktığımızda, aslında kimsenin ne söyleyeceğini, asıl önemlisi de nasıl söyleyeceğini bilmediğini görüyoruz. Çocuk siyer yazıcılığında en önemli problemlerden biri bu. “Nasıl yazalım, bilgiyi nasıl verelim” hakkında yeterince fikrimiz yok. Yani yazar Hz. Peygamber’i anlatacak ama yanlış bir şey yapmaktan, haddi aşmaktan, olumsuz sonuçlar doğuracak yöntemler seçmekten çekiniyor. Bu riske girmektense kuru bir kronolojik anlatımı tercih ediyor. Ama böylesi bir siyer kitabının çocukta etkisi olmuyor.

Çocuk siyerlerinin görsel dili de sorunlu. Mesela Hicret hâlâ çölde perişan develerle, mağarada ayağını yılan ısırmış acı çeken Hz. Ebubekir’le resmediliyor. Kitaplarda çocuğu yakalayacak bir ışık yok.

Bu kitaplarda kaliteyi önemsemek lazım. Hangi olayı nasıl resmedeceğiz, hangi kalitede kâğıtlar ve renkler kullanacağız, iyi çizerlere ne kadar fiyat biçeceğiz vs. Yayınevleri bu kitaplara para harcamalı, başka türlü olmaz. Üzerinde belki bir ekiple çalışılmış iyi, doğru, edebi metinler için bütçe gerekir. İyi çalışılmış bir metin için yine doğru ve kaliteli görseller, mizanpajlar gerekir ve bunlar için de para harcamak gerekir. Çok fazla kitap var ama bu kitaplarda sağlam metin örneklerine rastlayamıyoruz. Şöyle diyelim, bir çocuğa sürekli abur cubur verirseniz o çocuk bir süre sonra kuru fasulye yemeyi reddeder. Siz çekiyorsunuz onu aşağıya, o direnci kırıyorsunuz. Çocukların dikkatlerini toparlaması zaten çok zor, oyunlar telefon bilgisayar vs. varken yazdığınız sıradan bir kitapla onun dikkatini çekemezseniz, onu kitapta tutamazsınız. Metin, görsel, içerik, hepsi çok kaliteli ve üzerinde düşünülmüş olmalı. Herkes kendinden çok emin, bunu bir de hadisle ispatlayayım istiyor. Yani biz hadisi önümüze değil arkamıza alarak konuştuğumuz için çocuklara da Peygamber’i anlatamıyoruz. Anlatmaya çalıştığımızda ise elimizde bildiğimiz doğru yöntemler yok, kurgu yok, Türkçe yok, görsel kalite yok.

Çocuk siyer yazıcılığında yeni metotlar da deneniyor. Düz, kronolojik bir anlatım yerine, çocuğun ilgisini çekmek adına mesela Hz. Peygamber’i süper kahraman yapıp sonra da buna fantastik kurgu demek gibi alternatif denemeler yapılıyor.

Çok fena. Bakın çocuk siyer yazıcılığında iki uç var. Birincisi, aman ucunu tutamayız, popüler hale gelir, amacını aşar endişesiyle ipleri sıkı sıkı tutan bir akım var. Bunlar düz anlatımın, kronolojik siyerin dışına çıkamıyorlar. Yetişkin siyerlerini biraz kısalt, azıcık sadeleştir, al sana çocuk siyeri. Diğer tarafta farklı, yeni ve cesur olduğunu iddia edenler de absürt şeyleri öne çıkarıp çocuğun ilgisini çekmeyi deniyorlar. Siyer böyle anlatılabilir sanıyorlar. Hâlbuki bunların üstünde bir şey var. Ben kendi yazdığım siyer kitabını da dâhil ederek, yani kendimi de katarak söylüyorum ki bizim iyi bir çocuk siyerimiz yok. En başta bir mantık hatamız var çünkü. Biz bir yığın bilgiyi aynen iletmek istiyoruz. Savaşlar, tarihler, isimler, olaylar hepsini. Dini bilmek için Peygamberimizin hayatını da bilmeliyiz gibi bir inanışla yazıyoruz ve okutuyoruz siyer kitaplarını. Ama sadece Uhud’da kaç okçu vardı, Hicret kaç yılında oldu gibi bilgiler üzerinden bir ilişki kuramayız Efendimiz’le. Bizim Peygamberle olan ilişkimiz, onu bilişimizdeki öncelik, onu çok sevmek olmalı.

Muhtemelen pedagojik bir dayanakla bu tür kitaplarda Hz. Peygamber’le gülen, şakalaşan bir figür olarak karşılaşıyoruz. Ama bizim Peygamberimiz hüzün peygamberi aynı zamanda, hayatı çileli, öksüz, yetim…

Çok doğru, eksik bırakılıyor o kısım. Ben mesela korkuyu koyarım kitaplarıma. Son kitabım çok eleştiri aldı bu konuda ama korkusuz olmaz, gerilimsiz olmaz. Anlatımdaki korkunun, kaygının, hüznün dozu önemli burada. Çocuğu anlatıma dâhil edebilmek için, kitaba çekebilmek için bazen minik korkular ve gerilim de gerekir. Kaldı ki Hz. Peygamber’i anlatırken onun öksüz olduğunu, babasının olmadığını, annesinin o küçükken öldüğünü çocuk üzülmesin kaygısıyla saklayamazsınız. Ama temelde hep aynı sorun çıkıyor karşımıza. Mesela biz hadislere çoğu kez, kendi fikrimizin ne kadar sağlam ve doğru olduğunu göstermek için bir kaynak olarak başvuruyoruz. Herkes kendinden çok emin, bunu bir de hadisle ispatlayayım istiyor. Yani biz hadisi önümüze değil arkamıza alarak konuştuğumuz için çocuklara da Peygamber’i anlatamıyoruz. Anlatmaya çalıştığımızda ise elimizde bildiğimiz doğru yöntemler yok, kurgu yok, Türkçe yok, görsel kalite yok.

Görsel unsurların sınırlı olması çizerleri yeni arayışlara ve buluşlara itiyor olmalı. Bildiğimiz o sıkıcı resimler ve grafikler dışında sizin bir teklifiniz var mı çizerlere?

Siyerde dönem ve coğrafya belli, onun dışına çıkamazsınız. Anlatacağınız da gösterebileceğiniz de bellidir. Bugün hâlâ bilgiyi o dönem içinde vermek gibi bir yanlış yapılıyor. Bizim Güneşe Yolculuk’ta da yaptığımız gibi “çifte kurgu” kullanmamız lazım. Nedir bu çifte kurgu, kitapta Zehra bir macera yaşıyor; bir yandan akan bir siyer var ama Zehra o akan siyere izleyici konumunda. Bilgiye müdahil olmuyor, sadece seyirci oluyor. Çünkü bakın çocuk, gerçekle hayal arasındaki ayırıma varamayabilir. Bunun ikisinin ayrı şeyler olduğunu göstermek için çiftli bir kurgu sunmak zorundasınız. Genelde dini çocuk kitaplarında, özelde siyerde yapılması gereken bana göre bu çiftli kurgu. O zaman görseli de daha zengin kullanabiliriz. Çok iyi çizerler var aslında, doğru kurgu ve güçlü bir dil, görsel zenginliğe de yarım eder. Ama hadi diyelim görsel meselesini bir şekilde hallettik, kaliteyi görsel anlamda tutturduk ama mesele yine çözülmüyor.

Nasıl çözülür sizce?

Çocuk siyer kitaplarını bir kere edebiyatçıların yazması lazım. Dini bilen insanların yazması lazım. Kalemi iyi, edebiyatı iyi ama dini bilgiden ve duygudan uzak birinin yazdığı siyer kitabı çocuğa tesir etmez. İki güç birden ve birlikte çalışırsa daha doğru ve kaliteli işler çıkartılabilir: İyi kalemler yani edebiyatçılar ve onları destekleyen, besleyen ilahiyatçılar. Başka türlü olmaz, yine eksik kalır. Mesela çocuk siyerinde fantastiği kullanabilirsiniz ama onu sizin kılarak kullanabilirsiniz. Sizin kılmadığınız bir fantastikle hareket ederseniz bu defa başka bir yabancılaşma yaşarsınız. Sonra da, bu kadar çocuk siyeri varken, biz hala bu kitapların ya dilini, ya anlatımını, ya doğruluğunu ya da görselini tartışıyor oluruz.