O’nu önce sevdiğin insanların verdiği değerden, gösterdiği ihtiramdan etkilenerek sevmeye başlıyorsun. Muhammed Mustafa (sav)’ya duyduğum bağlılık, aileme duyduğum bağlılıkla aynı şeydi; çocukluğumda, ardından da yatılı okulda öğrenci olduğum yıllarda. Hepimiz O'nun soyundan geliyoruz, hepimiz Ehli Beyt, Ehli Abâ’yız. Saflığından, iyiliğinden, değerinden kuşku duymadığım kaynağı sınırlı olarak tanıyordum oysa, daha çok rivayetlerle. Bahçede özel bir köşeye yerleşip saatler boyu kanını sülük seanslarıyla arıtmaya çalışan yaşlı ve aşırı şişman evsahibesi Vesile Babaanne bir rivayet anlatır ve O’nun henüz küçük bir çocukken melekler tarafından temizlenen kalbinden söz ederdi. Yüzü her zaman aynı yaşta, çocuksuzluğa mahkûmiyetini öğrenmenin yaşında donup kalmış olan komşu kadın Yeter Abla, cennette ona yakın olmaktan başka bir muradı olmadığını söylerdi. Sade, yumuşak huylu, alçakgönüllü; bunları biliyoruz. İsmi belirsiz kavruk bir kadın, göz kamaştıran güzelliğini anlatıyor: “Tarif edilemez ki... Yeryüzünün tanığı olmadığı bir güzellik ve zaten kâinat onun için yaratılmadı mı...” Güzelliğin olduğu kadar iyiliğin de kaynağı, zulmün düşmanı, yoksulların hâmisi...
Bir de şakacı... Bir yerleri, bir şeyleri isimlendirmeyi seviyor. Ali’yi bir ağacın altında toza toprağa karışmış bir halde uyuyorken bulduğunda, “Ebû Turâb” adını yakıştırıyor. Kediyle görünen ashabını da “Ebû Hureyre” diye çağırıyor. Atlarını, kılıçlarını, sarığını ve giysilerini kendine göre adlandırıyor. Ağaca yaslanmış otururken bir ayağını diğerinin üzerine koyuyor ve dostlarına soruyor: “Bu ayağım neye benziyor?” Herkes farklı bir şey hatırlıyor: Şimşir ağacı dalı, bitki dalı, kristalden kandil direği... “Yok”, diyor, “Hiçbiri değil. O ayağım öteki ayağıma benziyor.”
Bununla birlikte, konuşma sanatına başvurmanın sözünün içtenliğine gölge düşüreceğine inanıyor olmalı: O’nunla bir konuda tartışmaya başlayan kişiye ayetlerle karşılık veriyor, kendi cümlelerinin dili ise daha açık seçik; döneminin söz ustalarının uyduğu kuralları hesaba katmadığı, sanatsal ifadelere başvurmadığı halde çekici ve etkileyici. Kendisi ve düşünceleri, etkileyici anlatım tekniklerine başvurmasına gerek duyurmayacak önemde; söz sanatı, tersine, bu apaçık önemi gölgelemez mi...
Onun bir hadisi Schuon’un dilinde derin katmanlara sahip anlamlarla var oluyor. Zeki, kavrayışlı, sorgulayıcı; Maxime Rodinson’a bakılırsa da entelektüel bir sezgiye sahip. Fakat belli ki öğretme yöntemi olarak felsefi tartışmaları benimsemiyor, herkesin anlayabileceği sadelikte cümlelerle mesajını aktarmaya özen gösteriyor. Yeteneği ya da yeteneğiyle bağlı misyonu, en anlaşılmaz olanı sıradan insana sade bir dille anlatma marifetine de sahip olduğu anlamına geliyor. Laf kalabalığına boğmuyor dinleyeni, söz cambazı olmaya çalışmıyor, düşüncesini anlaşılır, sade bir dille açıklıyor; ne bir söz ustası ne de mükemmel bir metin yazarı olmanın peşinde. 7 Askı Havzası’nda yetişti, Kâbe avlusunda dedesinin katıldığı söyleşilere, mukalemelere tanık oldu. Şiir sevse de şiirle konuşmaktan kaçınıyor, bunun bir zaaf olduğunu varsayıyor sanki; ahenkli ve vezinli konuşmanın da uzağında duruyor, hatta cümlesi rastlantıyla kafiyeli ve vezinli olduğunda, kasıtlı olarak bozuyor onu.
Neler söylüyor? Sadece Allah’a tapın, O’ndan başka kimseye de boyun eğmeyin; vazgeçin putlara tapmaktan... Birbirinize ihanet etmeyin, sözlerinizde durun, emanete hıyanet etmeyin... Utandığınız için ya da yoksulluk nedeniyle kızlarınızı öldürmeyin. Boşuna birbirinize kılıç çekmeyin. Yetimleri okşayın, açları doyurun. Kâhinlerden, üfürükçülerden ve büyücülerden uzak durun. Ticarete, içinde boğulacak kadar dalmayın. Kendinizi zulüm, yalan, ihanet, nifak, hurafe, kan dökme, acımasızlık, faizcilik, tefecilik ve kin gütmekten uzak tutun, kurtarın bu kötülüklerden...
Hayatı zahitlerin, dünyadan el etek çekenlerin hayat tarzını andırıyor bir yandan: Zırhı, bir Yahudi tarafından rehin tutuldu, vefatından sonra Ebû Bekir tarafından geri alındı. Direncini açlıkla sınıyor, bazen öylesine aç kalıyor ki karnına bir taş parçası bağlıyordu. “Sanki bu durumdayken hem kendi zaafını, hem de gücünü deneyerek ruhunu gündelik hayata alışmaktan korurdu” diyor Ali Şeriati. Bununla birlikte, kendini ibadete vererek dünyadan el etek çekenleri de şöyle uyarıyordu: “Ben peygamberken iftar edip geceleyin yatarım, yemek yerim, evlenirim, benim sünnetime uymayan benden değildir.”
Zahid hayatı sürdürmekle birlikte aynı zamanda toplumsal bir teyakkuz hali içinde olduğu çok açık. Bu tamlık nedeniyle de Kur’ân’da “Allah’ın Elçisi’nde sizin için güzel bir örnek vardır” deniliyor ya... Mütedeyyin Müslümanların en güzel özellikleri yüzyıllardır sünnet kanalıyla O’na atfediliyor. “Eğer İslam Peygamberi bu hasletleri kendi kendi şahsında en yüksek derecede yaşamamış olsaydı, onların çağları aşarak günümüze kadar gelmeleri mümkün olamazdı” diyor Schuon. [1]
Gündelik hayatında insanlara yumuşak ve şefkatli davranıyor, diğer dinlerin bağlılarına da sevgi, saygı ve edeple muamele ediyor. “İnsanlık ve ahlâk söz konusu olduğunda sergilediği bu muamele, toplumun kaderi söz konusu olduğunda değişebiliyor pekâlâ.” [2] Elbet Abese suresinde olduğu gibi uyarılmıştı halkla ilişkileri konusunda ancak hayatının seyri, aristokrasi karşıtı bir tutum içinde olduğunu gösteriyor. Irkçı, sınıfsal düşüncelerle horlanan, dışlanan kesimlerle dostluk ve yoldaşlık etmeyi yeğliyor. Abalarının aristokratların giydiğinin tersine kısa olmasına dikkat ediyor. Mazbut bir giyim tarzını yeğlediği açık; abartıyı sevmiyor fakat görünüşüne önem vermediği de söylenemez; yanında ayna taşıyor. Kasıtlı olarak bazen eşeğe binip mola verdiğinde toprak üzerinde dinlenmesi, dilencilerle aynı sofraya oturması... Yürürken uzaktan bakınca yüksek bir yerden iniyormuş gibi görünmesi... (Yaklaştığında ise bir kayanın kayıp yuvarlanmasını ya da dağdan akan suyu hatırlatıyor.) [3]
Toplu bir iş yapılacaksa herkesin içine, adsız sansız insanların arasına katılıyor, işin en zor kısmını üstlenmeye çalışıyor... Hürriyet, eşitlik, kardeşlik; evet... Müslümanlar, O’nun görüşlerine aykırı da olsa kişisel görüşlerini mutlak bir hürriyet içinde açıklayabilir.
Sözleri ve davranışları hayatta olduğu gibi ölümünden sonra da ümmeti üzerinde etkili olmaya devam ediyor. Yaz sıcağında tıpkı onun gibi giyinmeye çalışarak caddeden geçen genç adam, kim ne derse desin O'na daha ziyade benzeme ümidini koruyor içinde. O’nun gibi yürümek, konuşmak, oturmak; O'nun sevdiklerini sevmek, sevmediklerinden uzak durmak... Şeriati’nin ifadesiyle, “sözü dinleyicilerini felsefi ve mantıki düşünceden çok vicdani ve içsel düşünceye sevk ediyor. Akıldan önce kalbe sesleniyor, halkın uyanışına, bilgilenmesinden daha çok değer veriyor. “Aranızda biri konuşan, diğeri susan iki vaiz bıraktım” diyor: “Konuşan vaiz Kur’ân, suskun vaiz ise ölümdür.”*
________
Dipnotlar
1. Frithjof Schuon’un, Batılıların Hz. Muhammed (sav)’i bazı doğrudan veya dolaylı gaddar hareketlerle suçlaması bağlamındaki açıklaması bana kayda değer geliyor: “...Bu suçlamayı yapanlar ya mağdurların masum oluşuna ya da bu hareketleri hakedecek böylesine suçlu olmadığı yanlışına dayanmaktadır. Müslümanlara göre bu davranışlar ahlaki veya maddi suçlarla –ki insan suçu kabul ettiği zaman cezayı reddetmesi düşünülemez– orantılı olmuştur. Her halükârda onun orantılı olmadığını ispatlamak kolay değildir. Bazı tarihçilerin psikolojik alametlerine rağmen her fiile en aşağı güdüyü atfetme eğilimleri hiçbir şeyi çözmeye hizmet etmez. Şurası bir gerçektir ki şair Ka’b haince öldürülmüştür. Ama Judith, Holophernes’e; Jahel, Sisera’ya –tanrıça Deborah döneminde – aynı şeyi yapmıştır.Bu üç olayda da sebep-sonuç arasında ahlakın dışında bir bağ bulunmaktadır. Bu olaylar siyasi veya manevi olsun ya da her ikisi olsun, ihanetin aldatıcı tabiatına dayanmıştır. Eğer bazı durumlarda araçların amaçları değersiz kıldığı doğruysa şu da doğrudur ki diğer durumlarda amaç aracı mukaddes kılar; zira buradaki her şey bir şartlar ve nispetler meselesidir." İslam ve Ezeli Hikmet, İz Yayıncılık, trc. Şahabaddin Yalçın, İstanbul 1998.
2. Ali Şeriati, İslam Nedir, Muhammed Kimdir, s. 539, Fecr, 2011.
3. Şeriati, a.g.e., s. 552.
* Bu yazıda yer verdiğim bilgiler için büyük ölçüde, Ali Şeriati’nin İslam Nedir, Muhammed Kimdir adlı kitabının “Muhammed’in Huyu ve Ahlakı” başlıklı bölümünden yararlandım.