Ağır bir imtihandan geçiyoruz. İslam toplumlarının üzerinden tanklar, paletler geçiyor. Avrupa aydınlanması yeterince aydınlatamamış olmalı ki Batılı devletler öteki ilan ettikleri İslam dünyasında daima haksızlık, ırkçılık, şiddet, işgal ve sömürü ile var olmaya çalıştılar. Ilımlı, siyasal, fundamental gibi envaı çeşit tanımlamayla son kertede Müslüman topluluklar arasında çatışma üretmeyi yöntem olarak benimsediler. İslam’ın Batı saldırganlığı karşısında itiraz gücünü elinden almaya matuf kavramlarla zihinleri ele geçirmeye çalıştılar. Güç kimdeyse tanımlama ve kavramsallaştırma hakkı da doğal olarak kendinde vehmediyor ve kolayca rol dağıtmaya ve etiketlemeye girişebiliyor.
Türkiye’de yaşadığımız 15 Temmuz 2016 darbe girişimi de bunun uzantılarından biri. Doğrudan İslam dünyasına, Türkiye’nin varlığına kastedildiğini görmemek mümkün değil. Dini bir cemaat, temel dayanışmasını kendi ümmeti yerine Batılı güçlerle onların çıkarlarını önceleyerek yapınca nerelere kadar savrulabileceğinin göstergesi.
Takiyye yoluyla İslami değerlere saygı duymayan, Kemalist-laik rejim içinde nasıl var olabiliriz ve yönetimi ele geçirebiliriz düşüncesi, Türkiye üzerinde kötü emelleri bulunan dış kaynaklarla buluşunca nasıl da kendi halkını bombalamaya kadar evrilebildi. Sayısız insanın bilgi birikimi, sıradan bir iktidarı ele geçirme düşüncesi yerine daha sivil manada ümmetin bütün dünyaya kurucu fikirler ve pratikler serdetmesine yöneltilebilseydi dünya nasıl da bambaşka olurdu.
Bakara Suresinin başında müminlerin sıfatları sayılırken gaybe iman etmenin, konuşunca doğruyu söylemenin, namazı dosdoğru kılmanın yanı sıra akletmek de en başta zikredilir. Akletme hak ve mesuliyeti başkasına devredilemez. Fakat ne yazık ki lider, şeyh, önder mitleriyle İslam dünyasında milyonlarca insanın aklını iradesini bir kişiye teslim etme geleneği var, sorgulanması gereken.
Maksadını aşan biat kültürünün ileri noktasında, “hedef için her yol mübah” düşüncesi, asıl gücün ahlaki güç olduğunu unutturdu, asli değerlerin yitimine sebep oldu. Kaldı ki zaten hiçbir ulvi hedef, alçakça vasıtaları meşru kılamayacağı gibi nice aşağılık vasıtalar ulvi hedefleri yerle bir etmiştir. Ahlaki olarak ne kadar güçlüysek şiddete o kadar az ihtiyacımız olur. Gücün yapamadığını alicenaplık, diğerkâmlık, cesaret, fazilet yapar ki bu 15 Temmuz’da kahraman halkın hepimize yaşattığı muhteşem güçtür. Evlerinden fırlayıp ateşin en yoğun olduğu yerlere koşan insanlar ahlaki gücün, Allah’a sığınmanın ne büyük bir güç olduğunu gösterdiler.
Dibe vuran, Amin Maalouf’un dediği gibi “çivisi çıkmış dünya”da muazzam bir ilerleme var, ama medeniyet yok. Çıplak elleriyle darbeyi durduran, bombalara siper olan bu millete bu korkunç katliamı reva görenler elbette yargılanacak.
Kimileri büyük bir beklenti içinde; sapla saman karışacak, masum insanlar cezalandırılacak ve bu haksızlık ve hoşnutsuzluklar yeni çatışma ve çürümelere yol açacak diye. Şimdi insanlığın önüne adalet vesikaları koymanın zamanı. Peygamberimiz Medine’ne İslam toplumunu inşa ederken çok azim bir olay yaşamış ve doğrudan ayetle ikaz edilmişti.
Tefhimu’l Kur’ân’da Mevdudi anlatıyor. Ensar’ın Beni Zafer kabilesinden Te’ame, bir sahabenin zırhını çalıp Yahudi arkadaşının evine gizlemiş. Hırsızlıkla ilgili soruşturma başladığında zırhın sahibi Peygamberimiz’e Te’ame’den şüphelendiğini açıkça dile getirmiş. Fakat iktidarda olmanın gücüne dayanan suçlu Te’ame akrabaları ve kendi kabilesinden birçok insanla işbirliği yaparak suçu Yahudi’nin üzerine yıkmış. Gerekçe hazır: “Hakkın düşmanı olan, Allah ve Resulüne inanmayan bir Yahudi’nin sözüne güvenilemez. Oysa biz Müslümanız ve güvenilir kişileriz. O halde bizim sözümüze inanılmalı.” Peygamberimiz bu güçlü söylemden etkilenip neredeyse Te’ame’yi berat ettirip Yahudi’ye ceza verecekti ki Allahu Teâlâ vahiyle meseleyi açıklığa kavuşturdu. Nisa 105. Ayet nüzul etti. “Biz sana kitabı (Kur’ân’ı) hak olarak indirdik ki insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma!”
Peygamberimiz elindeki delillere ve şahitlere göre hüküm verse belki mesul tutulmazdı, şahitler var demesi mümkündü. Ancak İslam ve küfür arasındaki mücadelenin kıyasıya sürdüğü bir zamandı ve münafıklar ve müşrikler Peygamberimiz’in bir açığını bekliyorlardı O’nun vahye dayalı söylemini yerle bir etmek ve itibarını zedelemek için. Bunlar önyargıların ve kavmiyetçiliğin aleyhinde görünseler de bu illetten asla kurtulamamışlardır, suçsuz bir Yahudi’yi mahkûm ettiler, adaleti sağlamaktan acizler diyeceklerdi.
Rab sıfatıyla Peygamberimiz’i doğrudan terbiye eden O’na adaleti ve güzel ahlakı öğreten Allahu Teâlâ, bazı telkinlerle O’na haksız karar aldırmaya çalışanlara geçit vermedi. Karşıdakinin gayrı Müslim ve başka bir inançtan olması ona haksızlığın meşru olacağı anlamına gelmezdi. Bu en ince konuda yanılmasına müsaade edilmedi. Bir takım çıkarlarla O’na yaklaşıp etkilemeye çalışan insanların telkinleri işe yaramadı. Tersine kendisine ulaşamayan sesini duyuramayan insanlara ulaşmak ve dinlemek Peygamberin şiarı olmalı. Vereceği kararlarda aceleci davranmamalı delilleri dikkatle incelemeli.
Peygamberimiz kendi müntesiplerini derinlemesine murakabe edip zaaf noktalarını görebilmeliydi. Bu zaaflarını giderecek tedbirleri almak boynunun borcuydu. Günümüz İslam dünyasında global manada müminler her gün bir darbe yiyor çağın imtihanı gereği. Suriye’yi bombalamayan ülke kalmadı. Mısır Afrika ve uzak Asya malum. Görüyoruz ki “Müslümanım” diyen insanlardan da en ağır kötülükler neşet edebilir ya da İslam dışı insanlar da doğru sözlü olabilir.
Ayette kayırmacılıkları yüzünden sert şekilde azarlanan Müslümanlara kavmiyet ve kabile yakınlığının adaleti engellememesi öğretiliyor. Bir kimsenin kendi tarafından birini adaletsizce savunmasının apaçık bir ihanet olduğu gösteriliyor. Bu ayet de Peygamberimiz’i ikaz eden ürpertici ayetlerden biridir. O’nu ikaz eden ayet bizi nasıl titretmez. Adalete gölge düşürmekten daha büyük bir cürüm olamaz. Peygamberimiz gökler ve yerler adaletle ayakta durur diyor. Artık adaletten iyice uzaklaşmış olan dünya halklarına; Müslümanlar olarak adaletin inceliklerini, kılcal damarlarımıza kadar nasıl içimize nüfuz etmesi gerektiğini gösterebilirsek ne mutlu bize. Darbelerin panzehiri; hak, adalet, demokrasi ve kim oldursa olsun her bir insan tekinin hakkını aziz görmek.