Din Nasıl Huzur Verir?

Bir Müslümana “Dininle mutlu musun” ya da “Dininden memnun musun” diye sorsak neredeyse dayak yemediğimiz kalır. Böyle dümdüz sorunca herkes yerden göğe kadar mutludur (ve çok şükür ki öyledir). Ama siz bir de aynı kişileri günlük hayattaki başarısızlıkları, terslikleri, nahoş muameleleri, iş hayatlarındaki açmazları izah edecekleri zaman dinleyin. Neredeyse hiçbir aksilikten kendileri sorumlu değildir; ya dinin bazı uygulamaları nedeniyle yolları tıkanmıştır ya da Allah böyle takdir etmiştir. Oysa Rabbimiz, Şura Suresi 30. ayette “Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.” buyurarak hayatımızdaki aksiliklerin sebeplerini öncelikle kendimizde aramamız gerektiğini vurgular.

Tarih boyunca hemen herkes tarafından tartışıldığı halde çözümlenememiş olan “Hayatımızda kaderin rolü ne kadardır, bizim sorumluluklarımız nerde başlar” tartışmasına girmeyeceğim. Sadece dinin tanımında herkesin ittifakla belirttiği “insanlara iki cihan saadeti” vaadinin nasıl gerçekleşeceği üzerinde Efendimiz’den (sav) aktarılan bazı rivayetlerdeki şartlara dikkatinizi çekmekle yetineceğim.

Malumunuz olduğu üzere ahiretteki nihai saadet esas olarak iman şartına bağlanmıştır. Günahkâr müminler Allah’ın affına mazhar olamadıkları takdirde azaba duçar olsalar bile imanları er geç onları cennete ulaştıracaktır.

Dünyadaki saadete gelince, mutluluk üzerine düşünen, araştıran ve yazanların söylediğine göre bu dünyadaki mutluluğumuz yaşadığımız şartlara değil, iç dünyamızdaki huzur ve tatmine bağlıdır. İşte tam bu noktada Rasûlullah (sav) “Allah’ı rab, İslâm’ı din, Muhammed’i peygamber olarak benimseyip onlardan razı olan kimse imanın tadını tatmıştır.” buyurarak dini mutluluğa bir engel gibi görenlerin aksine Rabbinin ve Peygamberinin söyledikleriyle barışık olmanın nasıl bir iç huzuru sağlayacağına işaret etmiştir.

Şimdi başımızı ellerimizin arasına alıp Allah’tan, Peygamber’den ve İslam’dan razı olup olmadığımızı düşünmenin vaktidir.