Din Niçin Gereklidir?

15 Ocak 2010

İslam'ı anlamak ve yaşamak Hz. Peygamber'i ve O'nun hayat pratiğini bilmeyi gerekli kıldığı gibi, O'nu anlamak ve tanımak da, ancak İslamın temel inanç esaslarını doğru kavrayabilmekle mümkün olur. Bu amaçla Sonpeygamber.info’da "İslam" başlığı altında İslam'ın temel inanç esaslarını, Din nedir?, İnsan dine neden ihtiyaç duyar?, İslam'ı diğer dinlerden ayıran özellikler nelerdir? gibi soruların eşliğinde dikkatlerinize sunuyoruz. Bu bölüm İlahiyatçı Fatma Bayram tarafından hazırlanmıştır.

Din Niçin Gereklidir?

 

İnsan içinde bulunduğu evreni, yaşadığı hayatı, olayları ve hepsinden önemlisi bizzat kendisini anlamlandırmak ister. Bu anlamlandırma çabasında her insan zihinsel kapasitesi ölçüsünde kendisine ve kâinata dair sorular sorar."Ben kimim, nereden geldim ve nereye gidiyorum, hayatın anlamı ve amacı nedir?" gibi asli sorular daima insan zihnini meşgul etmiştir. Bu sorulara dinin öğreti ve açıklamalarına başvurmadan doyurucu cevaplar vermek mümkün değildir. İç dünyamızda tartışmasız yer alan sonsuzluk ve mükemmellik isteği de bu anlam arayışına eklendiğinde kendi sınırlı varlığımız ve aklımız bu çabada yetersiz kalır. İşte din, hayatımızın bütün istikametini belirleyen bu anlam arayışında en etkili faktör olarak bize yön verir. Çünkü insanoğlunun kendi zihinsel kapasitesiyle ürettiği bilim, varlık âlemini açıklarken "nasıl" sorusunun cevabını bulmayı hedefler. Din ise "niçin" sorusunun cevabını verir.

 

İnsan ve hak din; her ikisi de aynı kaynaktan, tek bir Yaratıcı'dan geldiklerinden bozulmamış halleriyle daima birbirleriyle uyum içindedirler.

 


Kimlik ve anlam arayışı ile ilgili sorular esasen dini nitelikli sorulardır. Ve bu tür sorulara dinin rehberliğinde bulunacak cevaplar yaratılışımızdaki iki asli unsura-beden ve ruhumuza hitap ettiği için benliğin bütünlüğünü koruyarak insanın fıtratına yabancılaşmasını önler. Çünkü insan ve hak din; her ikisi de aynı kaynaktan, tek bir Yaratıcı'dan geldiklerinden bozulmamış halleriyle daima birbirleriyle uyum içindedirler.

Imageİlk insandan bugüne kadar tarihin hiçbir döneminde tamamen dinsiz bir topluluk görülmemiş ve dinin etkilemediği hiçbir evrensel düşünce de üretilmemiştir. Kendi varlığımıza ihanet etmeden ve insanın yeryüzündeki şerefli varlığını küçük düşürmeden tabi olacağımız dinsel düşünce sadece ilahi kaynaklı olanıdır. Nasıl ki her ihtiyacımızın evrende bir karşılığı varsa yaratılışımızdan gelen anlam arayışımızın karşılanması için de Tanrı ilk günden itibaren insanı rehbersiz, kendi haline terk etmemiştir. İlk insan aynı zamanda ilk peygamberdir ve onunla gönderilen inanç ilkeleri ile Son Peygamberin getirdiği inanç ilkeleri arasında hiçbir fark yoktur. Zaman içinde insanların yaptığı müdahalelerle Allah'tan gelen bilgi bozuldukça gönderilen her yeni peygamberle bu ahit tazelenmiş ve anlam arayışımız karşılıksız bırakılmamıştır.

Tarihin hangi devresine bakılırsa bakılsın, insan her zaman ve her yerde yüce, kudretli ve ulu bir varlığa sığınma, ona güvenme ve ondan yardım dileme ihtiyacını hissetmiştir. Bu duygular insanda öylesine köklüdür ki tarih boyunca bütün insanlar şu veya bu şekilde bir kişi, nesne veya varlığa kutsallık ve yücelik nispet edip bağlanmışlardır. Bu yönüyle yeryüzündeki bütün putlar asıl yaratıcıya işaret ederler. Bu sığınma ve güvenme ihtiyacının karşılanması insanın kişilik yapısını ve ruh dünyasını tahrip etmeden gerçekleşmelidir. Bu da ancak, ilahi kaynaktan gelen, insan eliyle bozulmamış bir inanca sahip olunması durumunda başarılabilir.

İnsan fıtratında var olan din ihtiyacının Yüce yaratıcının gönderdiği din ile karşılanmaması durumunda sapkın, insan ürünü, "sözde aşkın güç" arayışları kaçınılmazdır. Tarih boyunca Allah'tan başkasına kulluğun her çeşidini reddeden hak dinler en büyük mücadeleyi bu alanda vermişler ve insanlığı kendi vehimlerinin ürünü olan sahte tanrılara karşı uyararak insan onuruna ve özgürlüğüne yakışan bir inanca davet etmişlerdir.

İnsanların ürettiği inançların da bu ihtiyacı karşılayacağı iddia edilebilir. Bu aynen açlık, susuzluk gibi temel ihtiyaçları karşılanmayan insanların bu maddelerin yokluğunda onların yerini tutabilecek benzerlerine yönelmesi gibidir. Tertemiz, bozulmamış bir kaynaktan çıkan suyun insan bünyesine uyumu nasılsa bozulmamış ilahi bir dinin insan fıtratına uyumu da odur. İnsanı iğdiş etmez, başkalarına kul etmez, onun sığınma ve yardım isteme ihtiyacı karşılığında kişiliğini esir almaz. Kendisinden kopup geldiğimiz Yaratıcı ile manevi anlamda yeniden bütünleşmemizi sağlayarak bize tamamlanmışlık duygusu yaşatır.

Dini toplumsal yaşam için en çok gerekli kılan yönü insanı tamamen içten gelen bir motivasyonla yönlendirmesidir. Din dışı yönetimlerin bile tebaalarını daha kolay yönetmek için dinin bu ayrıcalığından istifade etmek istemeleri boşuna değildir. (Ancak bu çaba din anlayışında parçalanmayı gerektirdiğinden din açısından problemli bir yaklaşım olagelmiştir.)

Dindarlığını bilinçli olarak yaşayan herkes, dini değerlerin hayatımıza bir anlam kattığını, bize hayat için bir plan ve hedef sunduğunu ve yol gösterdiğini, içimizdeki boşluğu doldurduğunu, hayatımızı zenginleştirdiğini, geleceğe yönelik bir bakış açısı kazandırdığını çok iyi bilir. Kendimize çevrilmeyen dindarlık hakiki dindarlık olmadığı gibi dine başvurmayan kimlik ve anlam arayışının bulacağı cevap da hakiki bir cevap değildir.

Dinler indikleri toplumda ilahi irade lehine deruni, ruhi ve toplumsal anlamda bir dönüşüm gerçekleştirmek isterler. Din ahlaki bir müessese olarak, insanları kendi iç dünyalarından kaynaklanan bir güçle harekete geçirir. Kendisine, Yaratanına, topluma, canlılara ve varlıkların tümüne karşı sorumluluk duygusuyla kuşatarak ilahi iradeye uygun davranmayı telkin eder. Bu nedenle dini, yaşanan hayattan soyutlayarak sadece vicdani ve deruni dünyamıza hapsetmek dinin özüne aykırı hareket etmek demektir.