Diyanet İşleri Başkanından Arafat Öncesi Mesaj

22 Eylül 2015

Bizler ne kadar şükretsek azdır. Allah bize Kitabı'nı, dinini öğrenmeyi lütfetti, öğrenmekle kalmadık öğretmek görevini de verdi. Bugün buralara da hac ibadetinde rehberlik etmek üzere kutsal belde Mekke’ye geldik. İmanımızı, misakımızı yenileme imkânı buluyoruz. Bu Allah’ın bir nimetidir. Fakat Mecelle'de bir kâide var, her nimet beraberinde külfet ve sorumluluklar getirir. Allah bu en büyük sorumluluğu yerine getirmemizde bizleri muvaffak eylesin.

Çok zor bir süreçte hac ibadetini gerçekleştiriyoruz. Bayramlarımız, ramazanlarımız, haclarımız şu cümlelerle başlıyor, "İslam dünyasının çok zor süreçlerden geçtiği bu günlerde…" diye başlıyor. Ama bu günlerde ümitlerimizi yeşerten haccımız var. İslam ümmetinin düştüğü yerden yeniden ayağa kaldırma fırsatını Allah yeniden bahşediyor. Hac ibadeti İslam ümmetine yeniden dirilme imkânı veriyor. Yeniden ayağa kalkma imkânı veriyor. Yeterince değerlendirip hakkını verebilirsek hac, ümitleri yeniden yeşerten bir ibadettir. Allah bu umutları yeniden yeşerten İslam ümmetini bu kan ve gözyaşı selinden bir an önce kurtarsın.

Üzerinde düşüneceğimiz bir husus var. Bu kadar dua ediyoruz, neden kabul olmuyor? İbadetlerimiz neden bizleri kâmil mümin yapmıyor? Haccımız neden bizi birre ulaştırmıyor? Sorularının üzerinden düşünmemiz gerekiyor. Bizler sadece kafilemizin, görevli olduğumuz hacıların değil, bütün İslam ümmetinin derdiyle dertlenmek zorunda olduğumuzu bilmemiz gerekiyor. Katledilen her Müslüman'dan hepimiz sorulacağız. Son otuz yılda katledilen 11 milyon Müslümandan, yaralanan 60 milyon Müslümandan, yetim kalan her çocuktan sorulacağız. Muhasebemizi iyi yapmak zorundayız.

İslam dünyasını kuşatan illetlerden bir tanesi de, dindarlığı sadece ritüellere indirgemek, ibadetleri de sadece şekle indirgemek, ruhunu ve hikmetlerini kaybetmek, Allah tarafından konulan gayeleri terk etmektir. En büyük musibetlerden birisidir bu. Haclarımız neden bizi birre kavuşturmuyor? Sorusunu sorarken bunun üstünde durmalıyız. İbadetlerimizi şekle indirgiyoruz ve vesileler gayemizin önüne geçiyor. Yeniden bunların üstünde düşünmeye ihtiyacımız var. Bu konuda insanları aydınlatma görevi de bize aittir. Yeniden nasıl bu ibadetleri yaşar ve insanlara anlatırız? Eğer hac, bizim hayatımızda bile bir milada dönüşmüyorsa rehberliğini yaptığımız hacı adaylarımızın hayatında nasıl milat olsun.


“Hac ibadetinin her rüknü, Müslümanları yeniden ayağa kaldıracak büyük hikmetler taşıyor…”

İlmen, zihnen ve fikren hazırlık yapmalıyız. Buraya en büyük azığı toplayarak gelmek gerekiyor. İlmen, zihnen ve fikren hazırlık… Ama asıl olan yaşamak… Bu ibadeti nasıl yaşamamız gerekiyor? Bu ibadetin İslam ümmetinin yeniden dirilişine vesile olması için neler yapmalıyız? Küçük meseleleri bırakıp bunun üstünde durmalıyız. Bu ibadetin her rüknü bizi yeniden ayağa kaldıracak büyük hikmetler taşıyor. Yeniden bunları anlatmalıyız. Aksi halde bu ibadetleri yaparız ama ibadetler abidi takvaya, merhamete ulaştırmazsa en büyük musibet orada başlar. Bugün İslam âleminin yaşadığı musibetlerin temelinde bu var. Dini doğru anlamak, doğru yaşamak ve doğru anlatmak yaşadığımız en büyük sorunlardan biridir. Üzerinde yoğunlaşacağımız konu bu olmalıdır.

Sadece İslam âleminde değil, ülkemizin içinden geçtiği zor süreçler var. Hep birlikte buralardan dualar etmeliyiz. Dünyanın umudu olan bir ülkede, coğrafyada yaşıyoruz fiili dualarımızla Anadolu coğrafyasında İslam kardeşliğinin ebediyen payidar olması için sarsılmaması için bizlere vazifeler düşüyor.

Her sene hac için yeni bir başlangıç yapıyoruz. Bunun bilgi boyutu vardır ancak her şey sadece bilgi ile olmaz. İhlas, samimiyet, bilginin mahiyeti, usulü, metodolojisi son derece önemlidir. Gayretlerimizi çok daha fazla artırmamız gerekiyor. Gayretlerimiz noktasında kendimizi bir kez daha hesaba çekmek zorundayız. Sadece gündelik mevzuatın gerekliliklerini yerine getirerek bu hizmetleri yerine getirmiş olamayız.

Türkiye’de yaşadığımız sorunlarımız oldu, pek çok evladımız şehit oldu. Ülkemizi saran bu mesele dünyanın muhtelif yerlerinde ortaya çıkan birer terör örgütü meselesi değildir. Öyle olsa hallolurdu. Mesele terör örgütünün eli kalem tutacak çocukların şehirlere inerek masumları katletmesi değildir. Tarihten iki örnek verecek olursak, Endülüs'te Müslümanlar muhteşem bir medeniyet kurdular. Hala ışıkları insanlığı aydınlatmaya devam eden bir medeniyet kurdular. İlmin, teknolojinin, ahlakın, sanatın, edebiyatın zirvesine ulaştılar. Sekiz asır devam etti. Sekiz asır Endülüs'te İslam medeniyetinin hâkimiyeti devam etti. Karanlıklara boğulan Batı’yı aydınlatmaya devam etti. Daha sonra harici ve dahili fitnelerle kardeşlik bozuldu. Parçalandılar, bölündüler, birbirlerine düştüler. Dışardan müdahale ettiler. O medeniyetten hiçbir Müslüman kalmadı.


“Güneydoğu bölgesinde bir dağda inşa edilen cinayet şebekesinin gayesi bir etnik devlet kurmak değil, bu topraklarda varlığını sürdüren İslam medeniyetine son vermektir…”

İkinci örnek ise, Maveraünnehir… Müslümanlar yine insanlığın inşa edebileceği en muhteşem bir medeniyeti inşa ettiler. Müslümanlar Siri Deryayı, Amuderyayı geçtiler. Dünyaya ışık tutan âlimler yetişti. Müslümanlar yüzyıllarca egemen olacak bir medeniyet kurdular. Bu medeniyet de çeşitli sebeplerle yok oldu. Bütün bunlar nasıl yok oldu? Güneydoğu Anadolu bölgesinde bir dağda inşa edilen bir cinayet şebekesinin gayesi sadece bir etnik devlet kurmak değil, bu topraklarda varlığını devam ettiren İslam medeniyetine son vermektir. Bunun farkında olarak çalışmamız gerekiyor. Bu kardeşliğin inşası için elimizden geleni yapmamız gerekiyor. Endülüs’ü, Maveraünnehir'i, Osmanlı'yı yıkan planın parçasıdır bu yaşadıklarımız. Bizler bir merhamet seferberliği ilan ederek, ülkemizi kuşatan İslam âleminin mazlumlarının umutlarını tüketen bu konuda üzerimize düşeni yapmalıyız.