Kur’ân-ı Kerîm’de kurtuluşun şartı iman; yükselişin şartı ise salih amel (doğru/düzgün, iyi/yararlı, güzel davranışlar) olarak gösterilir. İman edip salih amel işleyenler övülür:
“İman edip iyi ve yararlı işler yapanların mükâfatlarını Allah, tam tamına ödeyecek, hatta lütfundan onlara hak ettiklerinden daha fazlasını da verecektir. Kulluktan kaçınıp kibirlenenleri ise can yakıcı bir azaba sokacak ve onlar Allah’tan başka ne bir koruyucu, ne de bir yardımcı bulamayacaklardır.” (Nisa/173)
Amel, davranış demek. Salih de salahtan geliyor, yani hatasız, noksansız, düpdüzgün iş demek. Peki, bir davranışın düzgün, doğru dürüst bir davranış olduğunu nereden bileceğiz?
Söz gelimi para kazanır ya da harcarken; evlenir ya da ayrılırken... Hangi davranış “düzgün”dür? Farz edelim ben paramı helalinden kazandım, gerektiği kadarını ihtiyaçlarıma harcadım, geri kalanı da bankaya yatırdım. Bu doğru düzgün, güzel bir iş mi? Bunun doğru düzgün olup olmadığını kim söyleyecek bana? Giyim kuşamımda, insanlarla ilişkilerimde “düzgün” olmanın ölçüsünü kim koyacak?
Unutmayalım; dinin başı teslimiyettir. Allah'a ve Allah'tan gelene (resullerine, kitaplarına) teslimiyet… (Bazılarımızın sandığının aksine teslimiyet son derece aktif bir eylemdir. Salih amel ancak teslim olmuş mü'minlerin başarabileceği bir şeydir.)
“Kim etrafına hep iyi davranarak yüzünü ve özünü Allah'a teslim ederse o kimse, en sağlam tutamağa sarılmıştır. Bütün işlerin sonu Allah'a raci olur. (Kararlar onun divanından çıkar.)” (Lokman/22)
Allah’ın doğru dediği doğru; yanlış dediği yanlıştır. Peygamberler Allah katında doğru olanın insanlar tarafından “doğru anlaşılması” için örnek teşkil etmekle görevlendirilmişlerdir. Eğer biz bunu tereddütsüz kabul edebilsek dinde teslimiyet mertebesine ulaşırız. Öyle değil de sürekli din karşısında kendimizi savunursak bir noktadan sonra dinle ilişkimiz de sakatlanır. Hatalarımızı kabul etmemek demek, Allah’tan gelen bilgiyi bir kriter olarak önemsememek, hatta yanlış görmek demektir. Bu akıbetten Allah'a sığınırız.