Doğuya Batıya Dağa ve Ovaya Gönderilen

14 Mart 2011

Böyle uzun bir giriş yapmamın nedeni de son derece etkileyici olan bu bölgede Peygamberimiz’in dile geliş biçimindeki güzellik. Buradaki tarihî kilisede (Couvent sts. Serge et Baccmus Kilisesi) baştan aşağı siyahlar giyinmiş rahipten bilgiler alıp bir de duasına katıldık ve sonrasında avluda sohbet ederken kendisine Hz. Muhammed (sav) hakkında ne düşündüğünü sordum. İçtenlikle peygamber olarak görmediğini ama önemli bir toplumsal önder olarak büyük devrimler gerçekleştirdiğini söyledi. Putperestler de kurban keser ve adarlarmış. Sonra aynı mabette Hristiyanlar da kurban kesmiş ama zamanla aynı amaçla kurban yerine ekmek vermeye başlamışlar. Hz. İsa da namaz kılarmış. Hz. İbrahim de burada bulunmuş ve iki peygamber de Aramicenin lehçelerini konuşurlarmış. Bu bölgede dört beldede Aramice konuşuluyor ve en büyük yerleşim yeri burası. Malula’nın en önemli özelliği ise dinlerin birbirine olan saygısı. Mesela gazeteci Adem Özköse bölgede bindiği taksi şoförünün Hristiyan olmasına rağmen adının Ahmed olduğunu yazmıştı. “Hz. Muhammed büyük bir kişiydi başımızın üstünde yeri var, Arapları adam etti” diyenler çoktur.

Bu benim aklımda uzun süre iz bıraktı. Onu peygamber olarak görmeyenlere de söyleyecek sözümüzün olması gerekirdi, konuşmayı “madem kabul etmiyorsunuz o halde…” deyip orada bitirmek yerine sürdürmenin bir yolu olmalı idi. Çünkü O sonuçta kabul etmeyenlerin de nebisiydi ve insanlığa sunduğu adaleti getirdiği teklifleri uygulamaları bütün açıklığıyla kalplere zihinlere ulaştırmak lazımdı. 

Başka olanın, bizim gibi olmayanların haklarını titizlikle savunan bir liderden söz ediyoruz. Velev ki peygamber değil, peki bu sonsuzca kuşatan hak ve adalet duygusu, bunu hayata geçirmeyi başarmış bir liderin cümlelerindeki insanilik, şairanelik, mükemmellik dikkat çekici değil mi?


Mesela başka din mensuplarına karşı soğuk ve kötücül yaklaşıma sahip Müslümanları görünce Peygamberimiz’in yazdığı bir mektubu hatırlamamak mümkün mü. Hicretin ikinci yılı Muharrem ayının üçüncü günü, Medine-i Münevvere’de Mescid-i Saadet’te Hz. Ali’ye yazdırılan mektup çok önemlidir. Uzunca mektuba şöyle başlar Peygamberimiz: “Bu yazı Abdullah oğlu Muhammed’in bütün Hristiyanlara verdiği sözü belirtmek için yazılmıştır. Şöyle ki; Allah-u Teala kendisini rahmetle müjdelemiş, insanlar üzerindeki emaneti muhafaza edici kılmıştır. İşte bu Muhammed, bu yazıyı, Müslüman olmayan bütün kimselere verdiği ahdi vesikalandırmak için kaleme aldırdı.”

Mektupta Hristiyan bir rahip veya bir seyyah dağda derede çöllük bir yerde yeşillikte veya alçak yerlerde veya kum içinde ibadet için perhiz yapıyorsa kendim, dostlarım ve bütün milletimle birlikte onların üzerindeki her türlü teklifi kaldırdım diyordu. Ödemeye borçlu oldukları bütün vergileri affetmişti. Harâc vermesinler ya da gönüllerinden koptuğu kadarını versinler yazıyordu mektupta. “Onların dinî reislerini makamlarından indirmeyin, onları ibadet ettikleri yerlerden çıkarmayın, seyahat edenlere mani olmayın, manastırlarının kiliselerinin hiçbir tarafını yıkmayın, ibadetle meşgul olan kimselerin borçlarını denizde karada ya da şarkta ve garpta ben öderim. Ben onlara eman verdim.” 

Hristiyan kadınların da korunması gerektiğini belirttiği mektupta bu ahitnamenin kıyamete kadar devam edecek, dünyanın son gününe kadar değişmeden kalacak bir akitname olduğunu bildirmişti. Her kim bunun aksine hareket ederse, ister sultan ister başkası olsun Allah-u Teala’ya karşı isyan ve İslamiyet ile alay etmiş sayılacaktı. Ve Allah’ın lanetine layık olurdu.


Bakara Suresi’nin 113. ayetinde Yahudilerin ve Hristiyanların birbirlerinin dinini temelsiz bulmaları ve aşağılamaları da eleştirilir. Bilgisizlikleri yüzünden böyle bir tavır içinde oldukları belirtilir.

Burada ayetler de yapraklar gibi açılıyor.Bu mektup örneğindeki gibi başka olanın, bizim gibi olmayanların haklarını titizlikle savunan bir liderden söz ediyoruz. Velev ki peygamber değil, peki bu sonsuzca kuşatan hak ve adalet duygusu, bunu hayata geçirmeyi başarmış bir liderin cümlelerindeki insanilik, şairanelik,  mükemmellik dikkat çekici değil mi?

“Herkesin (her toplumun) yüzünü çevirdiği bir yön vardır. Öyleyse hayırlarda yarışınız. Her nerede olursanız Allah sizleri bir araya getirecektir. Şüphesiz Allah her şeye güç yetirendir.” (Bakara, 148)

Yine Bakara Suresi’nin 113. ayetinde Yahudilerin ve Hristiyanların birbirlerinin dinini temelsiz bulmaları ve aşağılamaları da eleştirilir. Bilgisizlikleri yüzünden böyle bir tavır içinde oldukları  belirtilir. Birbirlerinin mescitlerinde Allah’ın adının anılmasını engelleyenlerin dünyada aşağılanmaya ahirette de büyük bir azaba uğrayacakları bildirilir.

Ve her okumada ve karşılaşmada bir kez daha yerini bulan, yaşadıklarımıza karşılık gelen bizi aydınlatan bir ayet : “Doğu da Allah’ındır, Batı da. Her nereye dönerseniz Allah’ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki Allah kuşatandır bilendir.” ( Bakara, 115)

Yöneldiğimiz insanlık ve tekâmülün istikameti önemli olan. Yüzümüzü coğrafi olarak ne tarafa döndüğümüz değil, Yaratıcımız’ın istediği yöne çevirip çeviremediğimiz. Bu yönüyle Kur’ân’da emredilen, Peygamberimiz’in ‘gözümün nuru’ dediği namaz bile herkes için ve bütün insanlara ait.

İşte O’nu sadece toplumsal bir önder olarak gören sayısız insana köprüleri atmadan, peki nasıl bir önderdi diye soğukkanlılıkla anlatmaya çalışmış Abdurrahman Şarkavi, Özgürlük Peygamberi kitabında. İnsanlardan birçoğunun Hz. Muhammed (sav)’in rolünü inkâra yeltendiklerini iyi bilen biri olarak konunun dini boyutuna inanmayan insanlarla peygamberlik ve mucize konularına yoğunlaşarak bir konuşmayı ilerletemeyeceğimizden hareketle onların mantığına göre tartışmayı teklif etmekte.Peygamber her yönden insanı kuşatır ve istikamet verir. Işık doğudan ya da batıdan yükselir diye sınırlamalara gerek yok bu yüzden. Yöneldiğimiz insanlık ve tekâmülün istikameti önemli olan. Yüzümüzü coğrafi olarak ne tarafa döndüğümüz değil, Yaratıcımız’ın istediği yöne çevirip çeviremediğimiz. Bu yönüyle Kur’ân’da emredilen, Peygamberimiz’in ‘gözümün nuru’ dediği namaz bile herkes için ve bütün insanlara ait.

Peygamberimiz mesela Yahudilere karşı öyle sabırlı, mantıklı ve şefkatli davranmış ki bunun tarihte başka bir örneği yoktur, buna rağmen Yahudileri ezmek için geldiğini ileri sürebiliyorlar, ya da Hicaz kralı olmak isteyen Mekkeli bir aristokrat olduğunu yayabiliyorlar. Şarkavi’ye göre elimizde yeterince belge var, O’nun yaşamı baştan sona aydınlık içinde ve karanlık bir nokta yok. Bu yönüyle inanan ve de inanmayan insanların onun insan yönüyle karşılaşması lazım. Çünkü O, inanmayanlara da ait. Kitabını Muhammed’e inanmayanlara sunduğu bir deneme olarak tanımlamış. Bir insan olarak onun hayatını, biyografisini, yaşam öyküsünü anlatmış. İslam dünyasında büyük tepkiler almış bu yüzden.

Kadınların ve erkeklerin kaderini sadece tesadüflerin belirlediği, bu kör ve sağır tesadüflerin arkasında ise Menat adlı sağır bir heykelin yattığı bir yerde yetişen bir genç adamdan söz ediyor kitap. Bu kalpsiz tanrı insanların kaderini acımasızca belirlerken yanında yaşama hakkının yegâne belirleyicisi Hübel bulunuyordu. Bu heykel Menat’ın olduğu gibi Lat ve Uzza’nın da büyüğüydü. Sonra adım adım nasıl girildi iman yoluna ve sonuçları ne oldu, nasıl bir topluma ulaşıldı. Gerçekten heyecan verici bir insanlık tecrübesi, sevgili Peygamberimiz’in tam merkezinde olduğu kutlu hikâye.