Hazreti Peygamber’in sözlerine aşina olanlar (tercümesinden dahi) bir cümlenin O’na ait olup olmadığını hissederler. O’nun sözlerinin ayırt edici özelliklerinden birisi tekellüfsüz oluşudur. Zorlama değildir, uzun ve karmaşık değildir, herkesin anlayabileceği kadar basit görünür; ama bir o kadar derinlikli ve hikmet doludur. Bu nedenle de her seviyeden insana, kıpırdarsa başındaki kuş uçacakmış gibi yerine mıhlayarak dinletmiştir kendini.
Bunu yapmanın yolu anlatırken aradan çekilmek, sadece anlatacağına odaklanmak, anlaşılmak dışında bir amaç gütmemektir. Kendisini, bilgisini, mevkiini sergilemeyi, farklılığını ve üstünlüğünü belirtmeyi amaçlayanlar ise bambaşka bir üslupla konuşurlar.
(İşte itiraf ediyorum, bir din görevlisinden her hangi bir konuda kültürlü olmasını beklemeyen küçümseyiciler karşısında benim de böyle konuşmuşluğum vardır. Yalnız böyle bir varoluş kaygısı güdülmeyecek yerlerde niye böyle konuşulduğunu da hiç anlamamışımdır. Belki de kendilerini ciddi meseleleri sade bir üslupla anlatabilecek bir dil bulamayacak kadar sınırlı bir dünyaya hapsettiklerindendir.)
Evrensel bir din olan İslam'ın hedef kitlesi tüm insanlardır. O halde kullandığı tebliğ dilinin de âlim-cahil, yaşlı-genç, akıllı-vasat, erkek-kadın, şehirli-köylü herkese ulaşacak bir dil olması gerekir ki öyle de olmuştur. Kur'ân'ın ve aynı hikmet kaynağından beslenen hadislerin dili insanlar arasındaki bu yüzeysel farklılıkları aşıp daha derinlerdeki ortak insani öze ulaşmıştır.
Bunun başarılmasında kıssaların özel bir yeri vardır. Kur'ân ve Hadis'te ne çok kıssa anlatıldığı malumunuzdur. Verilmek istenen mesaj, bu kıssalar yoluyla, anlamaya mani olabilecek bütün engelleri aşıp doğrudan ulaştırılmıştır muhatabına. Anlaşılması, akılda tutulması ve yeri gelince hatırlanıp tabi olunması, ancak çok küçük bir azınlık için mümkün olabilecek sayısız ilke, mümkün olan en sade dille anlatılmış; küçük bir hikâyenin taşıyıcılığıyla kitlelerin hafızasına ve yüreğine unutulmayacak şekilde kazınmıştır.