Dönüşün Düşünceli Güzelliği

14 Ağustos 2014

Dönmek; çocukluğuna, yuvana, benliğine, vatanına dönmek, her zaman her şart altında kolay olmasa gerek. Döndüğün yer hiçbir zaman bıraktığın gibi kalmayacaktır; dönüşü göze almadan bilemezsin. Kaldı ki dönen de terk ettiği veya ayrıldığı zamana göre değişmiş olmalı. Kaç yıl geçti sevilen ülkeden ayrı kalalı? 1430 yıl kadar önce şimdiki zamanlarda olduğu gibi ekrandan göremezdin sevdiklerini,  bir “alo” ile seslerine sözlerine ulaşamazdın.

İslami tebliğin beşinci yılında, Miladi takvimle 615’de müşrikler tarafından baskı ve zulüm gören bir grup Mekkeli Müslüman, Peygamberimiz’in talebi üzerine Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Bu ilk muhacir kafilesinde on bir erkek ve dört kadın vardı. İki kafile halinde yola çıkan muhacirlerin ilk grubu içinde Peygamberimiz’in kızı Hz. Rukiyye ve eşi Hz. Osman b. Affan da bulunuyordu.  Bir bakıma zulümden can havliyle kurtulmaya çalışmanın hicretiydi bu, muhacirler sahil yönüne doğru ilerlemiş ve tevafuken iki ticaret gemisi ile karşılaşmışlardı. Bu grupta yer alan Müslümanlar Habeşistan’a vardıktan bir süre sonra Mekke’de Müslümanların durumunun görece düzeldiği haberini alıp geriye döndüler ve ortamın Müslümanlar için daha da yaşanılmaz hâle geldiğini gördüler. İçlerinden kimisi itibar sahibi yakınlarının himayesine girdi, kimisi saklandı. Ancak himaye altına girenler bile hicret yoluyla bir direniş imkânını sergiledikleri için Kureyş’in öfkesine maruz kaldı.  (İtibarlı akrabası Velîd İbn Muğîre'nin himayesine girmişken daha sonra himayesiz kalan muhacirler karşısında ayrıcalıklı olmayı kendine yediremediği için bu himayeyi reddeden Osman İbn Maz'un’un hikâyesi ilginçtir.) Kureyş’in ileri gelenleri bu kez diğer kabileleri de Müslümanlara baskı yapmaları için kışkırtmaya başladı.  Sonunda Peygamberimiz Habeşistan’a ikinci kez hicreti uygun buldu. Kureyş bu kez hazırlıklıydı ve Müslümanların hicretini engellemeye çalıştı. Ancak Müslümanlar da hicret konusunda tecrübeli ve istekliydi. 83 erkek ve 19 kadından oluşan ikinci hicret kafilesi Hz. Ali’nin ağabeyi Cafer Tayyar’ın rehberliğinde Habeşistan’a gitmeyi başardı. Necaşi de bir önceki sefer olduğu gibi onlara güvenli bir ortam ve destek sundu.

Hayber’in fethi sırasında Habeşistan muhacirleri geri döndüler; elbette Mekke değil, yükselen İslam’ın merkezi olan Medine oldu dönüşün adresi. Ancak son kafiledekiler Peygamberimiz’in Hayber'de olduğunu duyup önce oraya gittiler. Kafilede kadın ve çocuklarla birlikte 22 kişi bulunuyordu. İki yıl önce başka bir muhacir grubu da dönüş yapmıştı ve geride kalanların dönmesiyle geçen yıllar içinde sayıları çoğalan Habeşistan muhacirlerinin tamamı Medine’ye yerleşmiş oldular.*

Dönüş yapan muhacirler arasında Peygamberimiz’in çok sevdiği Cafer Tayyar da vardı. Hayber’in fethine duyduğu sevinçle Cafer’in dönüşüne duyduğu sevincin birbirine karıştığını dile getiriyordu Peygamberimiz.

Muhacirlerin Medine’ye alışması kolay olmadı elbet.  Kendi şehirlerini, Mekke’yi terk etmişlerdi, buna karşılık hicretine katılmadıkları bir şehre, Medine’ye dönmeleri gerekmişti. Onların Habeşistan’da bulunduğu on yıl boyunca geride kalan Müslümanlar çeşitli badireler atlattılar.  Sayısız ayet indi ve İslami hayat tarzı bağlamında birçok mesele çözüme kavuştu. Kâfirler ve müşriklerle savaşlar yaşandı. Müslümanların nüfusu arttı. Elbette Medine’ye hicret Müslüman toplumun gelişmesi açısından bir dönüm noktası anlamına geliyor. Habeşistan’dan dönen Müslümanlar bu açıdan bir hayli karmaşık duygular yaşamış olsalar gerek. Döndüğümüz yeri bıraktığımız yer olarak bulamayız, geriye döndüğümüzde terke mecbur edildiğimiz hayat düzeni tarafından karşılanmayacağımız da muhakkak. Muhacirler Habeşistan’da iyi kötü bir düzen kurmuşken, İslam’ın yeni merkezine dâhil olma, İslami düzen tecrübesine katkıda bulunma ihtiyacıyla dönme kararı aldılar. Medine’yi uzaklardan sınırlı olarak takip edebiliyor ve oradaki gelişmelere ayak uydurmaya çalışıyorlardı. Geri dönüşle birlikte uzaktan öğrenip uygulamanın endişelerinden kurtulacaklardı. Buna karşılık İslami toplumun geçen on yıl içinde kazandığı başarılarda bir role sahip olmadıkları düşüncesiyle eksiklik duymaları da pekâlâ mümkündü.

İşte dönmüşlerdi, ancak Mekke’ye değil.  Medine bilinmeyen bir şehir değildi, yine de öğrenmesi ve yerleşmesi zaman alacaktı. Müslüman nüfus bıraktıklarına göre çok daha kalabalıktı; ırk, köken ve sınıf itibarıyla çeşitlilik sunuyordu. İslam ise Habeşistan’da Necaşi’nin himayesinde yaşamaya çalıştıkları dinin ötesinde, bir sistem, bir düzen anlayışıyla okunuyor ve hayata geçiriliyordu. Muhacirlik üzerinden sürdürülen hayatlar artık sindirilmiş bir hicretin düzenine uyum sağlamalıydı.


Dönülen, terk edilen yer olmadı.  Asıl yurt, Peygamber’e ve müminlere kapılarını açarak İslamiyet’in gelişmesine izin veren beldeydi artık.

Buhari ile Müslim’in yer verdiği ve Ebu Musa el-Eşari’den nakledilen rivayet, Medine’ye gelen Habeşistanlı muhacirlerin karşılaştıkları uyum güçlüğü üzerine bir fikir verebilir:  “Bazıları bize ‘Sizi hicrette geçtik’ diyorlardı. Esma binti Umeys Peygamberimiz’in zevcesi Hafsa’yı ziyarete geldi. Esma da Necaşi’nin ülkesi Habeşistan’a ziyaret edenler arasındaydı. Esma Hafsa’nın yanındayken Ömer içeri girdi. Esma’yı görünce, “Bu kim?” diye sordu.  Hafsa, “Esma binti Umeys” diye cevap verdi.  Ömer,  “Şu Habeşistanlı olan denizci mi?” diye sorunca, onu onayladı.  Bunun üzerine Ömer, “Biz Medine’ye sizden önce hicret ettik. Onun için de bizler Rasûlullah (sav)’a daha lâyık kimseleriz” dedi. Esma hiddetlendi ve şu şekilde itiraz etti: “Asla! Vallahi siz Rasûlullah (sav)  ile beraberdiniz. Aç olanlarınızı o doyurdu, cahil olanlarınıza o öğüt verdi. Biz ise uzak ve bizi sevmeyen bir toprakta idik. Bunu (hicreti) da Allah ve Rasûl (sav)’ü için yaptık. Yemin olsun ki bu söylediklerini Rasûlullah (sav)’a anlatıp (sorular) soruncaya kadar ne bir şey yiyeceğim ne de içeceğim. Vallahi ne yalan söylerim, ne yanıltırım, ne de fazla bir şey katarım.”

Peygamberimiz odaya geldiğinde Esma, “Ey Allah’ın peygamberi! Ömer işte şöyle şöyle söyledi” dedi.

Peygamberimiz’in “Sen ona ne cevap verdin peki?” diye sorması üzerine, “Şunları söyledim” diye anlattı. Bunun üzerine Peygamberimiz, “Bana sizden daha lâyık kimse yoktur. O (Ömer) ve arkadaşlarının bir hicreti vardır. Sizlerin –gemi ehlinin– ise iki hicreti vardır” diye buyurdu.  [1]

Habeşistan’la Mekke arasında haber kanalları her zaman açık oldu.  Muhacirler orada vefat ediyor, çocuk sahibi oluyor, evleniyorlardı.  Zamanla nüfusları arttı. İslam bu ülkede süreç içinde gelişeceği bir zemine sahip oldu. Namazlarını serbestçe kılıyor, baskı altında kalmadan Kur’ân okuyor ve İslami hayat tarzının gerektirdiği hâl ve hareketler konusunda bir zorluk yaşamıyorlardı.  

Muhacirler bazen geri dönseler de yeniden hicret ihtiyacı duyduklarında yine bu ülkenin yollarına düştüler.

Habeşistan’dan Medine’ye dönenlerin hicret yolunda edindikleri tecrübe kuşkusuz yeni İslam toplumunun olgunlaşması sürecinde büyük bir başvuru kaynağı oldu. Hicret tecrübesinin getirdiği esnekliğin muhacirlerin Medine’deki düzene uyumunu kolaylaştırdığı anlaşılabilir. Bunun yanı sıra dönme kararının Medine’de kurulan İslami düzenin giderek evrensel bir nitelik kazanan sağlamlığının bir göstergesi olduğu muhakkak. Hicret edilen toprağın terki, yeni bir başlangıç ihtiyacı anlamına da geliyor. Daha önce ve daha uzağa gidenler, geride kalanların gittiği ve yurtlandığı beldeye döndüler. Dönülen, terk edilen yer olmadı.  Asıl yurt, Peygamber’e ve müminlere kapılarını açarak İslamiyet’in gelişmesine izin veren beldeydi artık.

 


Dipnotlar:

 

1- Muhammed Gazali, “Fıkhu’s Sîre/Resulullah’ın Hayatı”, tercüme: Resul Tosun, sf.380, Risale Yayınları, 1987.

*Son kafilenin sayısına ilişkin bilgilere ulaşma konusunda bana  "el-Bidâye ve'n-Nihaye'de, Tehzîb-i Sîret-i İbn Hişam'ı tavsiye eden Dr. Şerafettin Kalay’a teşekkür ederim.