Elazığ’da bu yıl dördüncüsü düzenlenen 2024 Muhaddisat Buluşması, kadın akademisyenlerin hadis çalışmaları konusundaki önemli katkılarını bir kez daha gözler önüne serdi. Bu yıl Elazığ Harput Dini İhtisas Merkezi’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen buluşma, İslam dünyasında hadis ilmine olan ilginin canlılığını koruduğunu gösterdi.
21-24 Ağustos tarihleri arasında bu yıl dördüncü gerçekleşen programın ilk gününde, Harput İhtisas Merkezi yetkililerinin, Elazığ Fırat Üniversitesi dekanı Prof. Dr. Veysel Özdemir’in ve Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Huriye Martı’nın açılış konuşmaları ile programın ilk günü başladı. Harput’un tarihi ve ilmi birikimi ile Elazığ’ın kadın âlimlerinden Sara Hatun Camii’nin gölgesinde gerçekleştirilen açılış konuşmalarında, toplantının tarihi ve kültürel derinliğiyle büyük bir anlam taşıdığı vurgulandı. Prof. Dr. Veysel Özdemir, böyle bir organizasyona ev sahipliği yapmanın memnuniyetini dile getirerek, ilmi mahfillerin öneminden ve özlenen bir geleneğin uzunca bir aradan sonra Muhaddisat buluşmalarının akabinde gerçekleşeceğini duyurarak bu hususta bilgi verdi.
Oturuma online katılım gösteren Prof. Dr. Huriye Martı ise Hz. Aişe’den bu yana hadis ilmine katkı sağlamış kadınları zikretti ve şu an gerçekleştirilen çalışmaların onların gayreti mukabilinde olmasını temenni etti. İlmin muhit işi olduğunu ve yapılan bölgeye de katkı sunacağını, bunun Elazığ’da ilgilisini besleyeceğini ifade ettikten sonra Diyanet İşleri Başkanlığı’nın akademik faaliyetlere desteğinden bahsederek başkanlığı köprü metaforuyla vurgulayan Martı, Başkanlığının muhatap olmak zorunda kaldığı rahatsız edici durumları da sıraladı. Konuşmasının sonuna doğru Elazığ için “Doğu’nun ilim merkezi” ifadesini kullanan Prof. Martı, Muhaddisat buluşmaları için “inşallah arkası geleğen olur” diyerek konuşmalarını nihayete erdirdi.
Hafız Derya Polat’ın Kur’an tilaveti ile başlayan programın ilk sunumu, Prof. Dr. Ayşe Esra Şahyar’ın, “Hadis Çalışmalarına Yön Veren Etkenler” başlıklı çalışmasıyla gerçekleştirdi. Şahyar, tarih boyunca Müslümanların soru ve sorunlara Hz. Peygamber’in sünnetine başvurarak çözüm arandığını temasıyla hadis tarihine yer verdi. Müslüman bakış açısında hadisin tarihsel ve kültürel öğe değil, soruna ve sorulara cevap veren dini bir kaynak olduğunu vurgulayan Şahyar, âlimlerin sünnete göstermiş olduğu ehemmiyete değindi. Pergelin ayağını sağlam tutmak için yapılan çalışmaları her bir döneme özgü âlim-eser bağlamında anlatan Prof. Şahyar, dönemlerin sosyal ve siyasi konjonktürlerine de yer vererek hadis tarihinin tamamını zihinlerde canlandırdı. Bu canlandırmada her bir dönemde gerçekleşen soru ve sorunlara sünnetten çözüm bulunduğuna, sahih ve doğru sünneti tespit için yapılan çalışmaların yekününe vurgu yaptı. Ulema ve umeranın, ashab döneminden bugüne kadar sünneti doğru tespit etmek ve korumak, sonrasında toplumsal sorunlara sünnetten reçeteler yazmak gayesinde olduğunu zikreden Şahyar, çalışmalarınızın da bu yönde olması temennisiyle sunumu nihayete erdirdi.
“Hadis Araştırmalarında Dijital Teknolojiler” başlıklı oturumda, dijital teknolojilerin hadis araştırmalarında nasıl kullanılabileceği hususu üzerinde duruldu. Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan Dr. Fatma Yüksel Çamur’un moderatörlüğünde gerçekleştirilen oturumda, doktorant Elif Haksever, “Sosyal Ağ Analizinin Hadis Alanında Tatbiki” başlıklı sunumuyla bu alandaki yenilikçi yaklaşımları tanıttı. Haksever, dijital araştırma yöntemlerinin hadis çalışmalarına nasıl entegre edilebileceğini göstererek, gelecekteki çalışmalar için bir yol haritası sundu.
Buluşmanın dikkat çeken bir diğer bölümü, devam eden doktora tez müzakereleriydi. Doç. Dr. Şule Yüksel Uysal’ın moderatörlüğünde gerçekleşen bu oturumda, doktorant Hicret İçyer, “Râvi ve Rivayet İlişkisi Bağlamında İmrân b. Husayn ve Hadis Rivayeti” başlıklı tezini ve Arş. Gör. Esra Nur Sezgül “Hadis Rivayet Bilincinin Gelişimi” adlı tezlerini sundular. Bütünleşik doktora yaptığını belirttikten sonra tezini ana hatlarıyla anlatan İçyer, İmrân b. Husayn’ın rivayetlerinin fıkhi boyutlarına odaklanarak, hadislerin sosyal bağlamda nasıl değerlendirilebileceğini ele aldı. Çalışmasının neden İmrân b. Husayn odağında olduğunu çeşitli gerekçelerle sunan İçyer, kaynak taramasının ardından ortaya çıkan ravi ve rivayetlere değindi. Rivayetlerin konu dağılımında mezkûr sahabinin daha çok fıkıh rivayetlerinin öne çıktığı tespiti üzerinde durdu. Tezlerin müzakereye açılması ile ufuk açıcı katkılar ve değerlendirmelerin ardından oturum sona erdi.
“Dönem Çalışmaları Günümüze Ne Söyler” başlığıyla Prof. Dr. Aynur Uraler moderatörlüğünde dördüncü oturum başladı. Dönemlerdeki çalışmalarda muhakkak o dönemin yansımaları olur ifadeleriyle sözlerine başlayan Uraler, hadis kitaplarının sadece hadisleri sıralamaktan öte, dönemin problemlerine yanıt arayan mesajlar içerdiğini belirtti. Buhari ve Darimi’nin çalışmalarının bu konuda örnek verilebileceğini ve bab başlıklarının dikkat çekici olduğunu ifade etti. Cevap niteliğinde olan ibarelerin tek bir şahsa yönelik olmayıp geneli kapsayan cümlelerle belirtildiğine değinen Prof. Uraler, “Eğer cevaplarda müşahhas bir isim zikredilmiş olsaydı, dönemine hapsolur giderdi; bundan dolayı genel hitap kullanılmıştır” değerlendirmesinde bulundu.
“Osmanlıda Hadis Meselesi Nasıl Ele Alınmalı?” temalı dördüncü oturumun ilk sunumu Gülsüm Korkmazer tarafından gerçekleştirildi. Osmanlıda hadis meseleleri nasıl ele alınmalı? Müesseseler, medrese, medreselerde hadis eğitimi nasıldı? Ulema, şeyh, darulhadislerdeki hoca profili nasıldı? Hadis eserleri yazan müellifler kimdi; kimlikleri, eğilimleri nelerdi? Osmanlı’da kime muhaddis denirdi? Osmanlı’da hadis usulüne dair eserler, hadis derlemeleri, şerhleri ve özellikleri nelerdir? Gibi sorular ve cevapları üzerinde duran Korkmazer, Osmanlı konusunda dikkat edilmesi gerekenler; genelleşme, anakronizm, uzun cümleler, kaynak tespitinin zorluğu, nüsha farklılıkları, nispet hataları, bölge farklılıkları gibi hususlara dikkat çekti.
Oturumun ikinci sunumunu ise “Hadis Araştırmalarında Yükselen Trend: Memlükler Dönemi” başlığıyla Nagihan Emiroğlu gerçekleştirdi. Memlükler döneminde hadis ilminin Moğol istilaları, eğitim kurumlarının yaygınlığı, siyasi yapı ve Sünni politikalar gibi çeşitli etkenlerle şekillendiğini ifade eden Emiroğlu, Moğol istilalarının ardından Memlüklerin ilme sarılarak Kur’an’dan sonra hadise sıkı sıkıya bağlandıklarını ve Memlük idarecilerinin ulema ile iç içe olmasının hadis ilminin gelişimine büyük katkı sağladığını belirtti. Gaziantep’teki Aynî sempozyumla bu dönemle ilgili çalışmaların hız kazandığına değindikten sonra günümüzde Halit Özkan ve Ferhat Gökçe gibi akademisyenlerin çalışmalarının Memlükler dönemine ışık tuttuğunu belirten Emiroğlu, bunlarla birlikte son yıllarda Memlük dönemi üzerine yapılan çalışmalar arttığını, özellikle 2020-2024 arasında yüksek lisans tezlerinde bu döneme ilginin yoğunlaştığını vurguladı ve yapılan araştırmalarda medrese, darülhadis, ulema aileleri, kadın alimler ve Memlük ulemasının eserleri üzerine odaklanıldığını söyledi.
Moderatörlüğünü Doç. Dr. Şule Yüksel Uysal’ın yaptığı “Hadis Yorumculuğunu Günümüze Nasıl Taşırız” başlıklı programın beşinci oturumundaki sunumları Doç. Dr. Rabia Zahide Damar ve Dr. Betül Şimşek Öztürk gerçekleştirdi. Kadının tarihsel ve dini bağlamlardaki yerine dair kapsamlı bir tartışma içeren sunumunda Rabia Zahide Damar, ilk olarak kadın meselelerini tartışmanın cesaret gerektiren bir konu olduğuna vurgu yaptı ve kadınlar arası diyalogun avantajlarını ve dezavantajlarını ele aldı. Tarihte kadının yeri çeşitli medeniyetlerden örneklerle ele alındı; Asurlar, Sümerler ve Hititler’de kadının miras paylaşımında etkin bir konumda olduğu, Roma’da ise kadının yok sayıldığı bir dönem yaşandığı, Hint dinlerinde kadının statüsünün erkekten geride olduğu aktarıldı. Türklerde ise kadının erkekle daha eşit bir konumda bulunduğu değerlendirildi. İlahi dinler bağlamında, Yahudilikte Havva’nın asli günahın sorumlusu olarak görüldüğünü, kadının sadece anne olarak saygı gördüğünü, din görevlisi ve mirasçı olamadığı belirten Damar, örtünmenin evlilik sonrası başlamasına ve kadının değersizleştirildiği dualara atıfta bulundu. Hristiyanlıkta kadının asli günahla ilişkilendirildiğinin, cinselliğin hoş karşılanmadığı bir yapı olduğunun vurgulandığı sunumda Cahiliye döneminde Arap toplumunda kadının durumuna değinildi ve kadının erkek tarafından tüketici bir unsur olarak görülmesi bağlamında kız çocuklarının gömülmesinin arkasındaki sebepler tartışıldı. İslam’ın gelişiyle birlikte kadına yönelik algıda bir değişim olduğu, Hz. Muhammed’in (sav) kız çocuklarına verdiği değere ve kadına yönelik pozitif ayrımcılık dair örnekler sunan Damar, kadının yolculuğu ile ilgili rivayetler inceleyerek bu bağlamda kadına yönelik koruyucu bir pozitif ayrımcılık olduğu savundu. Nübüvvet döneminin, kadının en fazla haklara sahip olduğu dönem olduğunu, sonraki dönemlerde tekelci rivayetlerle bu hakların kısıtlandığı ifade eden Damar, fıkıh literatüründe kadının fitne unsuru olarak görülmesini ve bunun üzerinden kadının mescide gitmesinin kısıtlanmasını eleştirdi. Son olarak, günümüzde kadınların haklarının kısıtlanmasının yanı sıra eşcinsellik gibi daha büyük sorunlarla uğraşılması gerektiği vurgulandı ve sunum değerlendirmeye açıldı.
“Hadis Şerhleri Günümüz Hadis Çalışmalarında Neye Kaynaklık Eder?” başlıklı sunumda ise Betül Şimşek, hadis şerh çalışmalarının tarihsel gelişimini üç ana dönem üzerinden ele aldı. İkmal geleneğinin, İslam dünyasında bazı hadis kitaplarının otorite kabul edilmesiyle birlikte şerh çalışmalarının yaygınlaşmasına yol açtığını söyleyen Şimşek, Batılı literatürde şerh çalışmalarının en erken örneklerinin “garîbü’l-hadîs” konusuyla başladığını belirtti. Bu bağlamda ilk şerh edilen hadis metninin, Malikî ekolünde büyük önem taşıyan “Muvatta” olduğunu belirten Betül şimşek, Abdullah b. Vehb’in “Muvatta” şerhinin günümüze ulaşmadığını ifade etti. Şerh meselesinde dikkat çeken iki ana eğilimin fıkıhçıların ekolü ve fıkıh-hadis bağlantısını kurmaya çalışan âlimler olduğu vurgulanan sunumda, müstakil mukaddimeler yazılan hadis şerhlerinin de mevcut olduğu belirtildi. Şimşek, hadis şerhlerine yazılan bu müstakil mukaddimelerin incelenerek hadis usulünün nasıl şekillendiğinin anlaşılabileceği yönünde bir çalışma önerisinde bulunurken, İbn Hacer’in “Fethu’l-Bârî” adlı eserinde yaptığı iç atıfların da çalışılabileceği ifade etti.
“Gazze’de Akademik Hayat” başlıklı söyleşiyle başlayan son oturumun konuşmacısı ise Dr. Nour Alhila oldu. Gazze’deki akademik hayat sorusuna sunumunda şu dört cihetle yaklaşan Alhila; ilk olarak Gazze’de akademik hayat, ikinci olarak Gazze’de hadis akademisi nasıldır ve ne durumdadır, üçüncü olarak Gazze’de şu an akademik durum nedir ve son olarak tüm katılımcıların da ilgisine mazhar olan “İlim talebeleri olarak biz ne yapmalıyız?” gibi soruların cevapları üzerine bir sunum gerçekleştirdi. Gazze İslam Üniversitesi'nin kuruluşunda yaşanan engellerin, işgal güçlerinin baskıları ve İslam isminin korunması için verilen mücadelelerin ele alındığı söyleşide bu süreçte şehitler verildiği belirtildi. Eğitimin Gazze’de yüksek bir öneme sahip olmakla birlikte ekonomik zorluklar ve işgal koşulları nedeniyle pahalı ve erişimi zor bir hal aldığını söyleyen Alhila, üniversitelerde çeşitli ihtisas alanlarında dersler verilirken dışarıdan destek alınamadığını ve Gazze’den çıkışların sınır kapılarında yaşanan zorluklar nedeniyle neredeyse imkânsız hale geldiğini ifade etti. Gazze’deki akademik faaliyetlerin İsrail’in sistematik baskılarına maruz kaldığını vurgulayan Alhila, bilhassa ilmi ve akademik liderlerin hedef alındığı belirtti. Birçok akademisyen ve öğrencinin İsrail tarafından düzenlenen saldırılarda şehit edildiğini, buna rağmen eğitim ve ilmi faaliyetlerin direnişin bir parçası olarak devam ettiğini, öğrenciler sabah okula giderken gece nöbet tutan “murabıtlar” olduğunu söyleyen Alhila; Gazze’deki hadis eğitimi ve usul dersleri üzerinde de durarak hadis ilminin Gazze’deki derin köklerini ve güçlü akademik yapıyı vurguladı. Filistin meselesinin sadece siyasi değil, aynı zamanda dinî ve eğitimsel bir mesele olduğunun ifade edildiği söyleşide, bu nedenle eğitim ve direnişin birbirinden ayrılamayacağı belirtildi. Filistin meselesine dair ümmetin genel sorumluluğunun vurgulandığı, akademisyenlerin bu konuda daha aktif bir rol oynaması gerektiği dile getirilen söyleşi, Gazze’deki öğrenciler için fon oluşturulması, çalıştay ve sempozyumlar düzenlenmesi, Filistin meselesinin müfredata eklenmesi gerektiği gibi önerilerle son buldu.