Duha: Müminsen Derdin Var -Rabbin Var

 
Bu Ramazan,  hayatımız bir kez daha sakinleşecek ve bir kez daha durulacak az da olsa.
 
Baştan sona okumalarla hayatı yeniden daha doğru anlamanın ve yaşamanın zamanı olsun.
 
Aklı erince anlar ki insan olmak, o hüznü de vazife bilmiş olmak demektir. Artık ne kadar gülümsese, eğlense de ağzını doldura doldura kahkahalar attığı zamanlarda bile illa bir yerinden bu hüznü hissedecek, en ballı zamanlarda bile bu zehrin acısını sessizce yudumlayacaktır. Hayat hiç bir zaman hepten neşeli, içinde hiç bir kederin olmadığı bütüne bütün bir sevinç olmayacaktır.

“Söyle nedir üzüntün?” der gibidir Duha. “Bırak/ma bu hüznü!”

Yüce Dost,  müminin kendisiyle dertleşmesi için ağzını arar bu satırlarında.

Gökyüzünü kuşattığını hayal ettiğin soyut bir sadra küçücük kalbinin atışlarını emanet edersin. Kalbini bir daha geri almak istemeyeceğin gelir.

“Terk edildiğini sanma!” der ona. “Ne terk ettim, ne darıldım, inanıyorsan her zaman yanındayım” mesajını verir.

Duha, ilahi bir dertleşmedir. Sabahın ilkliğinde, bütün hüzünlerden erken yapılan bir muhabbet. Kuşluk zamanı sol yanındaki titrek fincana bir huzur telvesi.

Eşsiz ve gerçek bir teselli, dertli olana. Sıradan ve herkesin olandan farklı bir derdi olana. Dünyaya ve gidişatına, insana ve insanlığa dair bir dert edinene. Ciddi olana. Eğlencesine yaşamayana. Sorumluluk sahibine. Dertliye...

Çünkü insan,  henüz yakınlarına müjdesi verilirken insan olma yükümlülüğünü üstüne almış olduğunun saf bilincindedir. Aklı erince anlar ki insan olmak, o hüznü de vazife bilmiş olmak demektir. Artık ne kadar gülümsese, eğlense de ağzını doldura doldura kahkahalar attığı zamanlarda bile illa bir yerinden bu hüznü hissedecek, en ballı zamanlarda bile bu zehrin acısını sessizce yudumlayacaktır. Hayat hiç bir zaman hepten neşeli, içinde hiç bir kederin olmadığı bütüne bütün bir sevinç olmayacaktır. Kahkahada kaç ah vardır sorusuyla yaşayacaktır artık. Bu yüzden hayat neşeli hüzündür onun için. Veya hüzünlü neşe. Kahkahalı ah... Ahlı kahkaha ya da.

Nasıl hoppa sevinçlerle hüznün ağırlığını bir kenara bıraksın ki bir kere asıl memleketinden gurbete düşmüştür. Aslen cennetli olduğu için, yani aslen safi mutluluk yurdundan olduğu için dünyada da hep cennet tadını, hakiki, safi huzuru arar. Aramak, onun hayatı olur. Bulamaz tam anlamıyla. Ne vakit varlık kaynağı Olan’la irtibata geçse, o vakit cenneti de es geçecek bir huzura erer. Ancak ne bulunduğu bu alçak bahçe, ne kendi tabiatının diğer yarısı nihai anlamda bu huzura bir türlü izin vermez. Ne yazık ki yaşadığı bu dünya; cennetin, o yüksek hayatların ve insanların, insanın kendisinin en üstüne çıkabildiği, yücelebildiği halinin ağırlandığı o yüksek bahçenin çok altında kalmaktadır.  O yüce yaylanın serin huzuru, içinde bulunulan mekanın yetersizliğinden bir türlü elde edilememektedir. Bir de insan... İçinde ateşi olan, yarısı cehennemli olan insan olması, ona bir türlü o çok geçmişinde kalan köken huzuruna geri dönmesine, onu yeniden yakalayabilmesine asla izin vermez. O artık bir süreliğine dünyalıdır. Ve kendisiyle yenişmek zorunda olduğu bir yanı alçak bir benliğe sahiptir. Öyle ki o benliği atsa atamaz. Tam aksi onu bu vahşiliğinden, ateş sevdasından, huysuzluklarından alıp terbiye etmeli, us’lanmış bir at, edepli bir nefs üstünde dört nala asıl memleketine dönebilmeyi başarmalıdır. Bir daha arkasına bakmamacasına...

Duha, insanın kendinden ümitsizliğine tesellidir.

Duha insanın apartmanından, sülalesinden, çoluğundan çocuğundan, anasından babasından, mahallesinden, şehrinden, dünyasından ümitsizliğine tesellidir.

“Rabbin seni terk etmedi. Darılmadı da...”

Mümin olanları terk etmedi. Darılmadı. Muhakkak bir çıkar yol bulunur. Hele karartma içini. Dur daha.

Duha; “bir sabah olsun, kuşluğun sakinliği, erkenliği, dokunulmamışlıktan doğan umutları, kıpırdanışları bir başlasın, bir kuşluk olsun. Kuşlar bir uçsun. Cıvıldasın. Dur bekle” der.

Bizim buralarda herkes koyduğun ad olan Müslüman adından başka başka isimler koyarak hem de aynı inanç çatısı altında birbirine düşmanlık yapıyor. Şiddetli geçimsizlikler var gök/tevhid çatısı altında... “Allah u ekber!” diyerek birbirlerini öldürüyor kendilerini Müslüman olarak tanımlayanlar.

Duha...

Üzüntümüz çok Rabbim... Biliyoruz sen terk etmezsin. Ama ya biz Seni terk etmişsek...

Ya terk eden bizsek.

Üzüntümüz çok.

Kitab’ını anlamadan seslendiriyoruz. Yani hayatımızı...

Anlasak da tam anlamıyla yaşa-ya-mıyoruz.

Bizim buralarda herkes koyduğun ad olan Müslüman adından başka başka isimler koyarak hem de aynı inanç çatısı altında birbirine düşmanlık yapıyor. Şiddetli geçimsizlikler var gök/tevhid çatısı altında... “Allah u ekber!” diyerek birbirlerini öldürüyor kendilerini Müslüman olarak tanımlayanlar.

Özellikle parayı, malı, mülkü, kariyeri, mevkiyi hatta nasıl desek; erkekler kadınları, kadınlar erkekleri, yardım kuruluşları gönüllüleri, trafikteyken yolu, toplu taşım araçlarında bir koltuğu, aynı apartmanda bir tas çorbayı, asansördeyken bir tebessümü, bir selamı sakınıyorlar.

Herkes bencilce kendi maddi refahının peşinde. Daha çok harcamak için daha çok kazanmanın...

Seni sevmeyenlerden kimileri ise başka bir alem. Bizim Seni seçmemize kem bakıyor ve kin duyuyorlar. Dünyayı bizimle paylaşmak istemiyorlar.

Dünyayı ele geçirmek için günden güne masum halklar yakılıp yıkılıyor.

...

 “Aydınlık sabahı düşün ve durgun, karanlık geceyi. Rabbin seni ne unuttu ne de darıldı...

Her geçen gün... Özellikle öteki dünya senin için hayatının bu ilk bölümünden mutlaka daha iyi olacak! Ve zamanı geldiğinde Rabbin sana kalbinden geçeni bağışlayacak ve seni hoşnut kılacak.”          

“Sus!” der Duha suresi. “Bırak şikâyeti başkalarından. Sen kendin elinden geleni yap. Ve sakın gücünü üzüntülerinle heba etme! Kendi sabahına, bilincine koş. Tıpkı şu an üstüne karanlıklarıyla çökmüş ama yerinden kalkmaya hazırlanan zifiri heceler gibi...”