Hz. Peygamber’in (s.a.s.) örnek ve rehberliğiyle şekillenmeye başlayan Asr-ı Saadet Dönemi, Müslümanlar açısından çok önemli detaylar barındırır. Tarih boyunca İslam’ın referans kaynağı olan bu dönemin şüphesiz en önemli unsuru Hz. Peygamber’dir. Vahiyle gelen bilgiyi pratiğe geçiren Allah Resulü, inanç ve düşünce alanında olduğu gibi yaşam alanında da önemli değişmelerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu değişim ve dönüşümün yaşandığı alanlardan biri de ailedir.
Toplumsal hayatın temel birimi olan aile, tarihin her döneminde önem ve değerini muhafaza etmiştir. Bu yapı sadece toplumsal bir birlik değil aynı zamanda kültür ve medeniyet unsurlarının daha sonraki nesillere ulaştırılmasının da ilk noktasıdır. Aile, insanlık bilgi ve birikiminin zenginleşme, gelişme ve ilerlemesinin ana kaynağı olarak değerlendirilir. İslam, söz konusu bu özelliklerinden dolayı aileyi ilgilendiren sosyal meselelere özel bir ilgi göstermiş, sadece evliliği teşvik etmekle kalmayıp kurulan bu yapının sağlam, güçlü ve sağlıklı bir şekilde devam etmesi için büyük çaba göstermiştir. Bu noktada Hz. Peygamber’in ailesi olan ehl-i beytin İslam toplumu ve ailesi için çok farklı bir anlam ve değeri söz konusudur. Bu anlam ve değeri ortaya çıkaran başka sebepler de vardır. Kur’an-ı Kerim’de onlara işaret eden ayetlerin varlığı, Hz. Peygamber’in onlarla yakın ilişkisi, ashabın onlara karşı tutum ve davranışı ile ilk dönemlerden başlamak üzere tüm Müslümanların ehl-i beyte olan ilgi ve alakaları, bu değeri etkili ve kalıcı hâle getirmiştir.
Ehl-i beyt tabirini anlama ve anlamlandırma noktasında bize en temel bilgiyi veren Kur’an-ı Kerim’dir. Ehl-i beyt tabiri Kur’an-ı Kerim’de üç yerde geçmektedir. Tabirin geçtiği ilk yer olan Hz. İbrahim (a.s.) kıssasında melekler, onun, eşine hitabına işaret ederler: “‘Ey evin hanımı (ehl-i beyt) Allah’ın rahmeti ve bereketleri üzerinize olmuşken nasıl Allah’ın işine şaşarsın? O övülmeye layıktır, yücelerin yücesidir.’ dediler.”[1] İkinci geçtiği yerde ise ehl-i beyt, Hz. Musa (a.s.) kıssasında ve onun annesi için kullanılan bir tabir olmuştur: “Önceden, onun sütannelerini kabul etmemesini sağladık. Musa’nın ablası: ‘Size, sizin adınıza ona bakacak, iyi davranacak bir ev halkını (ehl-i beyti) tavsiye edeyim mi’? dedi.”[2] Bu ayetlerde söz konusu tabir ile eş veya anne olsun evde bulunan kişilerin kastedildiği net bir şekilde anlaşılmaktadır. Ehl-i beyt tabirinin geçtiği üçüncü ve son ayet Hz. Peygamber’in eşleri ile ilgili olup onları muhatap alan, onların durum ve faziletleri ile ilgili bilgiler barındıran ayettir. Ahzab suresinin otuz üçüncü ayetinde Allah Teâlâ, Resul-i Ekrem’in eşlerine, “Evlerinizde oturun, eski cahiliyede olduğu gibi açılıp saçılmayın, namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve peygamberine itaat edin. Ey ehl-i beyt, şüphesiz Allah sizden her türlü kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister.” şeklinde hitap etmektedir. Bu ayetten anlaşıldığına göre de ehl-i beyt, kişinin ailesi, öncelikli olarak da eşidir. Diğer bazı ayetlerde[3] ehl-i beyt olarak nitelendirilen Hz. Peygamber’in eşlerine yönelik çeşitli ikazları da görmek mümkündür. Bu ayetlerde onların diğer kadınlar gibi olmadıkları vurgulanarak peygamber eşleri olmaları hasebiyle daha dikkatli ve titiz davranmaları istenmiştir. İbadetlerinde, ilişkilerinde, davranışlarında ve Allah Resulü’ne sadakatlerinde kendilerine yüklenen bu sorumluluk sebebiyle mükâfatlarının da iki kat olacağı belirtilmiştir.
Eşlerinin muhatap alındığı bu ayetlerin nazil olmasından sonra Resul-i Ekrem’in bu fazilet ve müjdelerden nasip almasını istediği diğer aile fertlerini de bu çerçeveye dâhil etmek istediğini görüyoruz. Hz. Aişe ve Ümmü Seleme’den nakledilen rivayetlere göre Peygamberimiz, Ahzab suresindeki ilgili ayetlerin nazil olmasından sonra Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i çağırmış; onları bir örtü altına alarak “Ey Allah’ım, bunlar da benim ehl-i beytim, onlardan da her türlü kusuru gider ve tertemiz kıl.” diye dua etmiştir.[4] Kızı Hz. Fatıma ve damadı Hz. Ali ile torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin, Allah Resulü’nün sevgi ve ilgisinden büyük nasip almışlardır.
Hz. Peygamber’in ehl-i beyt ile ilişkileri, İslami prensipler çerçevesinde şekillenmiş, teorik olarak bildirdiği ilkelerin yaşama uygulanışını ümmetine gösterdiği bir alan olmuştur. Onun, “Sizin en hayırlınız, ehline karşı en hayırlı olanınızdır. Ben, eşlerine karşı en hayırlı olanınızım. Sizlerden hanımlarına iyilikle muamele edeniniz en iyiniz, onlara kötü muamele edeniniz ise en kötünüzdür.”[5] tavsiyesi, aile hayatındaki dünya ve ahiret huzurunun temel ilkesine işaret eder niteliktedir.
Allah Resulü’nün ailesi olan ehl-i beyt, İslam toplumunda gerek dinî açıdan gerekse sosyal açıdan önemli bir etki ve role sahiptir. Kur’an-ı Kerim, Ahzab suresinin altıncı ayetinde “Peygamber müminlere kendi canlarından üstündür, eşleri de onların anneleridir.” diyerek onları “müminlerin anneleri” olarak isimlendirir.[6] Hz. Peygamber’in ehl-i beyti olarak bu hanımların sahip oldukları önem ve değerin bir diğer sebebi de Kur’an ayetlerinin yani ilahi vahyin, onların evlerinde nazil olması ve okunmasıdır.[7] İslam aile hukuku ile ilgili ilkelerin, ehl-i beyt vesilesiyle İslam toplumuna ulaştırılması da oldukça önemli bir boyutu ortaya çıkarır. Farklı sosyal özellikler ile yine çeşitli kişilik ve karaktere sahip eşlerin Peygamberimiz ile ilişkileri iktisadi, kültürel ve sosyal açıdan önemli ilke ve uygulamaların yansıdığı bir alanı sunar bizlere. Aynı şekilde Hz. Peygamber’in aile içerisindeki kimi mahrem sayılabilecek durumlar ile kadınlarla ilgili pek çok meseleler Hz. Peygamber’in eşleri tarafından Müslümanlara aktarılmıştır. Aile içi ilişkiler bağlamında mutlu ve huzurlu bir aile yuvasının temel ilkeleri olan sevgi, saygı, sadakat, doğruluk, adalet, iffet, hayâ, vefa ve güven gibi unsurların en güzel örneklerini bu aile ortamında görürüz. Müslüman aile içerisinde zaman zaman kaybettiğimiz bu değerlerin tekrar kazanılabilmesi için Hz. Peygamber örneğinin tekrar tekrar incelenip anlatılması, öğrenilip uygulanması oldukça önemlidir.
Hz. Peygamber’in ilk evliliği nübüvvet öncesinde Hz. Hatice ile olmuştur. Yirmi beş yıl süren bu hayat arkadaşlığı sadakat ve vefa açısından çok dikkat çekici örnekleri barındırır. Hz. Hatice, nübüvvetten önce ve sonra maddi ve manevi desteğini hiçbir zaman ondan esirgememiştir. Kendisine ilk vahiy geldiğinde korkan ve endişelenen Hz. Peygamber, durumu önce ona anlatmış, Hz. Hatice de onun güzel ahlakının bazı örneklerini sıralayarak, “Hayır, vallahi Allah kesinlikle seni utandırmayacaktır.” demek suretiyle ona gelenin melek, kendisinin de peygamber olduğunu bildirmiş, onu teskin etmiştir.[8] Hz. Peygamber ise Hz. Hatice’nin saygısı ve fedakârlığını onun sağlığında olduğu gibi vefatından sonra da unutmamış, her fırsatta büyük bir vefa ile anmıştır. Yine onun hatırasını andığı bir günde Hz. Aişe’nin serzenişine, onu kırmadan şu cevabı vermiştir: “Ey Aişe, Allah bana ondan daha hayırlısını vermedi. O, hiç kimsenin kabul etmediği bir zamanda bana iman etti, herkesin beni yalanladığı bir zamanda o beni tasdik etti, kimsenin bana bir şey vermediği esnada, o malını benim için kullandı ve kimsenin çocuk vermediği bir dönemde o bana çocuk verdi.”[9]
Allah Resulü ile hanımları arasındaki sadakatin diğer bir örneğini de Hz. Peygamber’in kendisinden dünyalık şeyler isteyen eşlerini vahyin emriyle Allah ve resulü ile dünya nimetlerini tercih noktasında serbest bırakması, onların da Allah’ı, resulünü ve ahiret hayatını tercih etmelerinde görüyoruz. Bu teklife ilk cevap veren Hz. Aişe, kendisine anne ve babasıyla istişare etmesini söyleyen Peygamberimize, “Ben bu hususta mı anne ve babamla istişare edeceğim? Ben Allah’ı, resulünü ve ahiret yurdunu istiyorum.” diye seslenmiştir. Hz. Aişe daha sonra Resulullah’ın diğer eşlerine de bunu söylediği ve onların da Allah’ı, resulünü ve ahiret yurdunu tercih ettiklerini bildirmiştir.[10]
Ehl-i beytin kendisine gösterdiği sadakate karşılık, Hz. Peygamber de onların haklarına riayet etmiştir. Genel anlamda sevgi, saygı, anlayış, hoşgörü, ilgi ve alaka eksenindeki bu davranış biçimi ilkesel olarak Kur’an-ı Kerim’de de zikredilmektedir. Ayrıca Allah Resulü hayatında gösterdiği uygulamalarla Müslümanlara örnek olarak sunduğu davranış biçimini, Veda Hutbesi’ndeki temel ilkeler çerçevesinde de zikrederek konunun önemine işaret etmiştir: “Ey insanlar! Sizin, kadınlar üzerinde birtakım haklarınız vardır. Onlar sizin haklarınıza riayet etmelidirler. Onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Onlara karşı iyi davranınız. Eşlerinize şefkatle muamele ediniz. Siz onları Allah’ın ahdi ile aldınız. Onlar size Allah’ın ahdi ile helal olmuştur...”[11]
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ehl-i beytinde öne çıkan bir diğer özellik ise birtakım maddi sıkıntılar karşısında gösterilen sabır ve kanaat unsurlarıdır. Hz. Aişe’den nakledilen bir rivayette o, “Biz âl-i Muhammed, bir ay durur ve (bir yemek pişirmek için) o süre içerisinde bir ateş dahi yakmazdık. Evde bulunan yiyecek sadece kuru hurma ve su idi.”[12] demektedir. Yine onun, “Âl-i Muhammed, Allah’a kavuşuncaya dek üç gün arka arkaya buğday ekmeğinden doya doya yememişlerdir.”[13] ifadesi bu noktadaki feragat ve sabrın seviyesini göstermesi açısından önemlidir. Günümüz aile ve toplum hayatında lüks ve israf sınırlarını zorlayan birtakım durumlar göz önüne alındığı takdirde, ehl-i beytin günümüz ailesine örnek olma açısından ne denli büyük bir önem arz ettiği görülmektedir.
Allah Resulü’nün, kendisinden sonra Müslümanlara iki emanet bıraktığını belirttiği beyanında, ilk olarak Kur’an’ı işaret etmiş ve kıyamete kadar sapıtmamaları için kendisine sarılmaları gereken şey olarak sunmuş, ikincisi olarak da ehl-i beytini emanet etmiş ve üç defa “Ehl-i beytim hususunda size Allah’ı hatırlatırım.” diyerek kendisinden sonra onların hakları ve saygınlıklarının korunması hususunda Müslümanların dikkatlerini çekmiştir.[14] Ashabın gerek Hz. Peygamber’in sağlığında gerekse ondan sonra ehl-i beyte olan ilgi, alaka ve davranışları Peygamberimize gösterdikleri saygının bir yansıması şeklindedir. Hz. Peygamber’in: “Size olan nimetlerinden dolayı Allah’ı seviniz, Allah’ı sevmenizden dolayı beni, beni sevmenizden dolayı da ehl-i beytimi seviniz.”[15] tavsiyesi de onların bu noktadaki davranışlarını etkileyen sebeplerden biri olmuştur. Onların fedakârlık ve sabırlarına bizzat şahitlik eden sahabe, onları takdir edip haklarına saygı göstermişler, Allah Resulü’nün emanetine titizlikle riayet etmişlerdir. Hz. Ebubekir: “Ey insanlar! Hz. Muhammed’e olan hürmetinizi onun ehl-i beyti hususunda da muhafaza ediniz.”[16] derken buna işaret etmiştir. Yine onun, “Allah’a yemin olsun ki Resulüllah’ın akrabaları benim nazarımda kendi akrabalarımdan daha sevimli ve üstündür.”[17] ifadesi ashabın ehl-i beyte bakış açısını göstermesi açısından dikkat çekicidir.
Ehl-i beyte karşı güzel muamelenin diğer bir örneğini de Hz. Ömer’de görmekteyiz. O, halifeliği döneminde divanları oluştururken Allah Resulü’nün eşlerine öncelik verip Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e, Bedir ehline tahsis ettiği miktar kadar atâ (gelir) tahsis etmiştir. Bu durumu vurgulayan İbn Abbas onun için, “Ömer, Hasan ve Hüseyin’i çok seviyordu. Atâ hususunda onları kendi evladından üstün tutmuştu.” demektedir.[18] Ehl-i beyte ilgi ve ihtiyaçları konusunda kendilerini sorumlu hisseden sahabe zaman zaman buna dair örneklerin yaşanmasına vesile olmuşlardır. Bir defasında Hz. Osman, Hz. Aişe’nin evine gelerek Resul-i Ekrem’i sormuştu. Hz. Aişe, “Yiyecek bir şeyler bulmak için dışarı çıktı, yedi günden beri onun evlerinde yiyecek için bir ateş yanmıyor.” deyince Hz. Osman hemen bir yemek yaptırıp bu yemekleri Hz. Peygamber’in eşlerinin hanelerine dağıtmıştı. Eve döndüğünde durumdan haberdar olan Allah Resulü o yemekten diğer eşlerine de götürülmesini istemişti. Hz. Aişe bütün eşlerine aynı şekilde verildiğini haber verince de durumdan büyük bir memnuniyet duyan Peygamberimiz ellerini kaldırarak: “Ey Allah’ım! Sen de Osman’ı unutma.” diye dua etmişti.[19]
Sonuç olarak ehl-i beytin gerek Hz. Peygamber ile gerekse birbirleri ya da diğer insanlarla ilişkileri bize dikkat çekici görüntüler sunmaktadır. Allah Resulü’nün ailesi olan ehl-i beyt, İslami değerler açısından Müslüman ailesi için en güzel örnek konumundadır. Değerlerle yüklü bir ailede, huzur ve mutluluğu yaşamak için ehl-i beytin yaşamına daha yakından ve dikkatle bakılmalı, ilke ve davranış modelleri olarak örnek alınmalıdır.
(Bu yazı, Diyanet Dergi’nin Ağustos 2022 sayısından alıntılanmıştır.)
Dipnotlar:
1. Hud, 11/73.
2. Kasas, 28/12.
3. Ahzab, 33/28-34.
4. Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 61; İbn Hanbel, Müsned, VI/296-298.
5. Tirmizi, Radâ, 11; İbn Asâkir, Menâkıbü Ümmehâtü’l-Mü’minîn, 176.
6. Hâkim, Müstedrek, III, 137.
7. Ahzab, 33/34.
8. Buhari, Vahiy, 1.
9. İbn Hanbel, Müsned, VI/117,118; İbn Kesir, el-Bidâye, III/128.
10. Buhari, Tefsir, 242.
11. İbn Hişam, IV/298.
12. İbn Mace, Zühd, 10.
13. Müslim, Zühd ve’r-Rekâik, 20.
14. Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 36.
15. Hâkim, Müstedrek, III, 150.
16. Zebîdî, Sahihi Buhari Muhtasarı Tecridi Sarih Tercümesi ve Şerhi, Ank. 1986, IX/363.
17. Buhari, Fedâilü’s-Sahâbe, 12, 22.
18. Ya’kûbî, II, 153; Heytemî, es-Savâiku’l-Muhrika, II, 520.
19. Belâzürî, Ensâb, VI, 109.