Yaratanın “isteyin, vereyim” dediğine inananlar olarak asla küçük hedefler koymayalım kendimize. Büyük bir mevkideki küçük insanın çevresine açtığı problem kadar küçük bir mevkideki büyük insan bizzat kendi özüne dert olur. İçine büzülür, kendini zehirler; ağır çekim bir intihardır onunkisi. (Buradaki büyüklükten kasıt kapasite ve yetenek büyüklüğüdür; Allah katındaki büyüklük değildir. Allah katında büyük olmak her durumdaki insanın yapabileceği bir şeydir. Peygamberimiz de insanları dünya işlerinde görevlendirirken sadece Allah katındaki değerlerine değil; bahsettiğimiz anlamdaki kapasitelerine bakmıştır. Bakınız: Ebû Zer örneği.)
İnsan kendi büyüklüğünü / küçüklüğünü ne bilsin, demeyin. Bilir elbet. Bazen biraz geç kalmış olur, o kadar.
Gücünü bilir insan bilmesine de bu gücü nerede, nasıl, ne kadar, hangi amaçla kullanacağını bilemez. Eğer ona “bir şey olmama” öğretilmişse sessiz sedasız içine hapseder o gücü kendini yavaş yavaş zehirlemek üzere. Eğer “önemini kabul etme”nin kibir değil (kibir başkalarını hor görmedir; kendini önemli görme değil); aksine verilene şükretmenin ön şartı olduğu öğretilmişse, en iyiye ulaşana kadar çalıştırır kendini.
İşte bugün anlatmak istediğim bu ikinci gurup insanın (dünya için değil) kendi için göstereceği gayreti nasıl programlayabileceği konusunda Esma-i Hüsna’nın rehber olması gerektiğidir.
Söz konusu kendimizi geliştirmek olduğunda insanı kâmile ulaşabilmenin yolu Esma-i Hüsna’nın bir bütün olarak, ne eksik ne fazla, tam bir denge içinde hepsinin kişiliğimizde tecelli etmesidir. Evrendeki tüm mahlukat yaratılış amaçları doğrultusunda belli isimlerin tecelligâhıdır. Yalnızca insandır ki potansiyel olarak tüm isimleri içeren bir yetenekte yaratılmıştır.
Esma-i Hüsna’nın bu rehberliğinden yararlanmak için isimlerin tamamını anlam, içerik ve yansımalarıyla bir liste halinde görüp kendi zayıf ve güçlü yanlarımızı keşfederek (kişisel ödevlerimizi belirleyip) kendimize özel bir gelişim listesi yapmamız gerekir.
Bu konuya devam etmeliyiz…