Efendimiz’in Ramazan-ı Şerif’i “Evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden azat ayı” olarak nitelediğini bilirsiniz. Rahmeti geldi geçti, şimdi mağfiret zamanı. Allah’ın rahmeti, O’nun Rahman isminin bir tecellisi olarak biz istesek de istemesek de layık olsak da olmasak da kuşatır bizi. Rahim ise daha ziyade liyakate bakar.
Hatalarımızın üstünün örtülmesi demek olan mağfirete gelince, Kur’an’da sayısız yerde O’ndan mağfiret istememiz emredildiğine göre gufrana mazhar olmamız büyük ölçüde bizim talebimize bağlıdır.
Gazali’nin de işaret ettiği gibi, Allah’ın örtücülüğü iç organlarımızı gül yaprağı gibi bir ciltle, bedenin bize özel yerlerini insana heybet veren nice güzel giysilerle örtmesiyle tecelli ettiği gibi; hepsi aleni olsaydı insan içine çıkacak halimiz kalmayacak nice hatalarımızı da mağfiretiyle örterek tecelli eder.
Kur’an ve Sünnet’ten öğrendiğimize göre, Rabbimizden istediğimiz her ne varsa onu önce kendi ahlakımızda var etmeliyiz. (Tabii ki başlangıçta yine O’ndan aldıklarımızı kullanarak.) Yani af isteyen bağışlayıcı, rahmet isteyen merhametli, ikram isteyen cömert olmalıdır. Kıyamet gününde Allah’ın sana nasıl davranmasını istiyorsan, şimdiden Allah’ın kullarına öyle davranmaya başlaman gerekir.
Yerim olsa mağfiret talep edenlere neler vaat edildiğini hiç olmazsa Nuh Suresi 10-12. ayetlerinden anlatırdım ama ona da siz bakıverirsiniz artık.