“Benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız” diyen peygamberimiz de gülerdi elbet. Hatta yüzü sedef gibi şefkat ve gülümseme ile parıldardı. Peki, başkalarının eksiklikleri, zaafları, ayıplı kusurlu yanları mıdır onu güldüren şeyler? Birkaç rivayetle anlamaya çalışalım gülüşünü.
Hz. Aişe annemiz anlatıyor:
Hz. Peygamber Tebük veya Hayber savaşından dönmüştü. Rüzgâr esince odanın girişindeki perde açıldı, Aişe’nin oyuncaklarının üzerindeki örtü savruldu.
Bunlar ne ya Aişe?
Kızlarım!
Onların arasında bez parçalarıyla kanat takılmış bir at görünce ‘ortalarında gördüğüm şu şey ne’ diye sordu.
Hz. Aişe “at” deyince, peki bu üzerindeki nedir dedi.
—Kanatları!
—Kanatları olan at olur mu hiç?
—Sen Süleyman’ın kanatları olan atını duymadın mı hiç?
Ben böyle söyleyince azı dişleri görününceye kadar güldü diyor Aişe.
Ne mutlu bin bir mihnet ve sıkıntı içinde mücadelesini yürütürken, kimsenin başına gelmeyen tahammülfersa sıkıntılara göğüs gererken onu güldüren kadına.
Onun gülüşünde insanların düşük hallerine odaklanmak, alay etmek, bedenin yoksunluklarından eğlence çıkarmak yok, ayetlerin hayatta hayatiyet bulması var. Burada Aişe’nin muhayyilesini, buluşunu, masumiyetini, bir peygambere atıfta bulunmasını sevgi ve sevinçle karşıladığını düşündüm. Hatta edebiyata ve sanata dair takdir hislerine bile uzandı gönlüm. Çocukluğun zengin dünyasının Aişe’de sürmesine duyduğu hayret ve neş’e.
“Ey iman edenler! Hiçbir kavim diğer bir kavimle alay etmesin. Olur ki alay edilenler, kendilerinden daha hayırlıdırlar. Bir takım kadınlar da diğerleriyle alay etmesinler. Olur ki alay edilenler kendilerinden daha hayırlı bulunurlar. Hem birbirinizi ayıplamayın, kötü lakaplarla atışmayın. İmandan sonra fasıklıkla adlanmak ne kötü isimdir! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” ( Hucurat, 11).
Ünlü Fransız düşünür Henri Bergson Gülme adlı eserinde insanların gülünç hallerine gülebildiğimiz sırada sevgiyi bir müddet için unutmak, acımayı susturmak lazım geldiğini söylüyordu. Oysa Peygamberimiz’in gülüşünde sevginin engin tezahürleri var. İnsanların zayıflıkları karşısında ya da bunların bir gösteriyle dile gelişi karşısında bir gülüş değil onunki.
Bir başka örneğe bakalım mesela. Ebu Hüreyre (ra) naklediyor:
(Mekke’de zulmün yoğun olduğu ilk mücadele günleri).
“Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin olsun ki açlıktan bazen göğsümü toprağa yaslıyor, bazen karnıma taş basıyordum. Bir gün insanların mescitten çıktıklarında gelip geçtikleri bir yola oturdum. Bana Peygamber uğradı ve beni görünce tebessüm etti. Yüzümdeki açlık alametini ve bendeki halsizliği anlamıştı.”
Eba Hirre! demiş sonra, ben takip et!
Bir eve girmiş Peygamberimiz ve izinle o da girince bir bardakta süt bulmuş. Orada bulunanlara bu süt nereden diye sorup da bir kadın sana hediye etti cevabını alınca, haydi ehl-i suffeyi bana çağır diye buyurmuş ona. Suffe ashabı İslam’ın misafirleridir, aileleri, malları, dayanacak kimseleri yoktur o yüzden kendisine bir hediye geldiğinde onlara gönderirdi Rasûlullah diyor Ebu Hüreyre.
Uzun sözün kısası gelenler sırayla bardaktan kana kana süt içmişler, başlangıçta bana hiçbir şey kalmaz bu kalabalıkta diye endişelenen Hüreyre (ra) de içmiş, sonra da Peygamberimiz içmiş.
Bu olayda Ebu Hüreyre’nin içinde bulunduğu durum zaten Peygamber’in de sabırla katlandığı durumdur. Fakat onun insanlardan bir şey bekler gibi perişan halde halini arz eder gibi durması içini acıttığı, yüreği parelendiği için gülümsemiştir. Yoksa Bergson’un dediği ‘komiğin olanca tesirini göstermesi için kalbin bir müddet duymaz olmasıyla’ bir alakası yok. Tersine kalp olanca gücüyle işin içindedir bu gülüşte de.
Bir rivayet de Enes b. Malik (ra)’ten.
Rasûlullah ile birlikte yürüyordum. Üzerinde kalın kenarlı, necran kumaşından dokunmuş bir cübbe vardı. Derken bir bedevi gelip yakasına sarıldı ve şiddetle çekti. Rasûlullah’ın boynuna baktım, hızlı çekmesinden dolayı elbisenin yakası boynunu sıyırmıştı. (Müslim’in rivayetinde ise şöyle deniliyor: “Öyle sert bir şekilde onu kendisine doğru çekti ki, Allah’ın Peygamberi bedevinin göğsüne doğru döndü.” Yine Müslim’e ait bir başka rivayette: “O’nu öyle çekti ki cübbesi yırtıldı. Dikiş yerleri boynunda kaldı” deniliyor.)
Sonrası şöyle gelişiyor. “Ya Muhammed! bana yanındaki Allah’ın malından bir şeyler verilmesini emret!” diyor bedevi.
Peygamberimiz ona doğru baktı, güldü ve ona bir şeyler verilmesini söyledi. Enes anlatmak istedi bu acayip olayı.
Her insanın öfkelenip gayri ihtiyari sert davranacağı bir durumdaki yatıştırıcı hale, ıslah edici gülüşe bakınca insan ulaşılması çok çetin bir olgunlukla karşı karşıya olduğunu anlayabiliyor. Yorumu kendi içinde.
Yine Ebu Hüreyre’den bir rivayet :
“Rasûlullah’ın huzurunda oturuyorduk. Bir adam gelerek ‘Ya Rasulallah helak oldum’ dedi. Ne oldu deyince de, oruçluyken eşiyle birlikte olduğunu söyledi.
Konuşmaların gelişmesine bakalım şimdi. Peygamberimiz soruyor:
—Azat edecek bir köle bulabilir misin?
—Hayır!
—Peş peşe iki ay oruç tutabilir misin?
—Hayır!
—Altmış yoksulu doyurabilir misin?
—Hayır!
Ravi diyor ki: Rasûlullah öylece kaldı. Biz bu haldeyken Peygamber’e bir sepet hurma geldi. “Soru soran nerede” dedi.
“Benim!” dedi adam.
—Al bunu ve tasadduk et.-
—Benden daha fakirine mi ya Rasûlullah? Allah’a yemin olsun ki, iki kayalık arasında benim evimden daha fakir bir ev yoktur.
Bunun üzerine Rasûlullah azı dişleri görününceye kadar güldü ve “Onu ailene yedir” buyurdu.
Kefareti oldukça ağır bir günah işlemiş olan adama bakar mısınız, nasıl da müstesna bir gülüşle karşılaşıyor ve üstüne üstlük bir sepet hurma kazanıp sıyrılıyor işin içinden. Herkesin haline vakıf bir insanın incelikle muamelesi.
Bir de acı gülümsemesi var ki bu çok üzüntü verici. Ka’b b. Malik Peygamberimiz’le bütün seferlere katılmıştı. Tebük Gazvesi’ne gelince öyle çok katılan vardı ki isimlerin yazılı olduğu bir defter de tutulmadığından gitmeyenlerin belli olması zordu. Ka’b gitsinler hele bir hazırlık yapar iki gün sonra katılırım demiş ama bunu da yapmamıştı. Sonraki itiraflarında söylediği gibi hiçbir savaş halinde bu seferberlikte olduğundan daha güçlü ve zengin değildi üstelik. Geride kalmasını açıklayacak bir gerekçesi yoktu yani. En müsait ve güçlü olduğu zamanda savaştan geri durmuştu. Peygamberi bir bahane ileri sürerek aldatmak da mümkün değildi zaten. Üzgün ve kaygı içinde dönenleri bekledi, Tebük’ten Medine’ye dönen Peygamberimiz’e selam verdiğinde, yüzünde beliren kırgın ve sitemkâr gülümsemeyi görünce kahroldu. Onun aya benzeyen gülüşüne mazhar olmaya alışmış insanlar için ne müthiş bir üzüntü anı olacağını tahmin edebiliyor insan.
Ka’b’ınki uzun bir hikâye. Üç arkadaştı onlar savaşa gitmeyen ve Peygamberimiz’de hayal kırıklığı yaratan. Bu konuda Peygamberimiz’in müsamaha göstermemesi çok önemli. Uzun süre affetmedi onları, hatta müminlere onlarla konuşma yasağı koydu. Manen çöktü üç arkadaş, bin pişman oldular. Sonra affedildiler çileleri dolunca. Acı dolu gülüş ayetlerin çiğnenmesi yüzündendi.
“Ey iman edenler! Size ne oldu ki Allah yolunda seferber olun denilince yere mıhlanıp ağırlaştınız? Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatına mı razı oldunuz? Fakat ahiretin yanında o dünya hayatının zevki pek az bir şeydir! Eğer toplanıp seferberlik etmezseniz, O sizi, acıklı bir azaba düçar eder ve yerinize sizden başka(itaatkar) bir kavim getirir. Siz ona hiçbir zarar da getiremezsiniz. Allah her şeye kadirdir.” (Tevbe, 38-39)
Sa’d b. Ebi Vakkas’tan bir gülüş rivayeti:
Hz. Ömer Rasûlullah’ın huzuruna girmek için izin istedi. Bu sırada Kureyş’ten bir takım kadınlar vardı huzurda ve kimi yüksek sesle konuşarak dünyalık bir şeyler istiyorlardı. Ömer’i görünce hemen toparlanıp perdenin arkasına kaçtılar. Ömer içeri girdiğinde Peygamberimiz gülüyordu.
Ömer, “Ya Rasûlullah Allah seni devamlı mesrur eylesin” dedi onun neşesini görünce.
Peygamberimiz “Yanımda görüşen kadınlar senin sesini işitince hemen örtüye davrandılar da ona hayret ettim” dedi.
Siz daha layıksınız onların hürmetine ve tazimine deyip seslendi kadınlara: “Ey nefislerinin düşmanı olan kadınlar sizler Rasûlullah’tan sakınmaz da benden mi kaçınırsınız ?”
Evet dedi kadınlar. “Sen karakter olarak Allah’ın Rasûlünden daha şiddetli ve katısın.”
Doğru, insanların bitmez tükenmez talepleri şikâyetleri Peygamberimiz’i üzer diye hepsini dağıtası gelirdi Ömer’in. Elbette dertlerini hiç hayır demeyen sabırla dinleyen Peygamber’e anlatacaktı kadınlar.
Son Gülüşü
Enes bin Malik’ten rivayet: Peygamberimiz’in vefatına sebep olan hastalığı sırasında Ebu Bekir cemaate namaz kıldırırdı. Pazartesi cemaat saflar halindeyken odasının perdesini açarak namazdakilere bakmış Son Peygamber, yüzü Mushaf yaprağı gibi olduğu halde gülümsemiş, tebessüm etmiş. Namaz esnasında onun görünmesine çok sevinip hayret ettiklerini söylüyor Enes. Hatta Ebubekir (ra) O’nu namaz kıldıracak sanıp bir adım gerileyerek safa katılmaya çalışmış. Peygamberimiz ise eliyle “Namazınızı tamamlayın!” diye işaret etmiş cemaate. Sonra mutmain bir yüzle Aişe annemizin odasına girip perdeyi kapamış. O gün vefat etmiş. Bir gülümsemeyle veda etmiş dostlarına. Bu gülümsemenin o anki cemaatle birlikte hepimize derin oylumlu ve sonsuz bir sorumluluk yüklediğini düşünüyorum. Bu gülümsemeyi hatırlamanın bir hak ediş olması lazım. Bu gülümseme üzerine sağlam kelimelerle düşünmek ve gereğini yapmak bu gülüşü düşünmenin bedeli. O cemaat, razı olunan topluluk olmalıyız. Her müminin bu hatırayı kalbine zihnine nakşetmesi gizli gizli fehmetmesi lazım.
“Benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız” diyen, gülmekten sakınmamız gerektiğini, aşırı gülmenin kalbi öldüreceğini söyleyen Yüce Peygamber güler yüzü yumuşak hali sabırlı duruşuyla nice kalpleri fethetmişti. Gülüşü üzerine düşünmek, dengeleri kurmak ve dozu ayarlamak ince emek istiyor.
Ona Ali İmran 159’da şöyle seslenmişti Rabbimiz: “Eğer kaba katı yürekli olsaydın elbette onlar etrafından dağılır giderlerdi”.