Fecr: Gecemin Siyahına İnce Bir Hilal Eğilişi

 
Bu Ramazan,  hayatımız bir kez daha sakinleşecek ve bir kez daha durulacak az da olsa.
 
Baştan sona okumalarla hayatı yeniden daha doğru anlamanın ve yaşamanın zamanı olsun.
 
Sabahlar çoktur ama… Yeryüzünde her boylamda ayrı ayrı fecirler gerçekleşmekte. Her an bir yerde karanlık yırtılmakta. Doğudan batıya doğru, sabahlar perde perde ilerlemekte. Her insanın gözüne ayrı açılardan gün doğmakta. Her insan ayrı bir sabaha uyanmakta. Sabahlar çoktur ama asıl sabah biricik, bi’tane…
 
Anladım. Bütün sabahlar bir sabahı anlamak içinmiş. Aydınlığın karanlığı yarıp çıkışına tekrar tekrar tanık oluşum, asıl sabahı hatırlamam içinmiş. Gecenin kara gömleğinin her gün yine yeniden yırtılışı, o tek sabahın süreği imiş. Beni akşamdan sabaha çıkarmaların, gerçek sabaha ümitleneyim diyeymiş.

Bir sabah var sadece; bildiğim bütün sabahlar o sabahın tomurcukları. Uyandığım sabahlar, asıl sabahın gövdesinden yükselen dal uçları. Gördüğüm gün doğumları, biricik fecrin kalbinden inen nabız atışları.

“Şahittir fecr…”

Evet, evet, [karanlığı] yarıp çıkan bu sabah, yokluk karanlığını yarıp çıkan varlık sabahımın tanığıdır. Gecenin kabuğunu kıra kıra filizlenen bu fecr, “göklü Söz”ün yani vahyin, anlamsız kaosu ve ümitsiz sessizliği parçalayışının taze fotoğrafı. Tekrarlanan provaları. Küçük modeli.

“… Ve şahittir tarifsiz s/on geceler.”

Unutmuş değilim, benim bir başlangıcım var. Bir fecrim. Yokluğa mahkûm olduğum onca geceler oldu. Karanlıkta kalmadım, isimsiz olmadım, itibarsız bırakılmadım. Bir fecr sürprizi olarak doğdum dünyaya. Demek ki fecr benmişim!  Sesimi karanlığa düşürecek, kalbimi zulmete boğacak anlamsızlıklar vahyin inişi ile yırtıldı. Sabahımdır, gün doğumumdur, ümit şavkımdır fecr. Demek ki nasibimmiş fecr. Bana düşmüş bu gün ışıması. Bende bir fecr emaneti var.

Onlarca geceyi aşarak geldim bu varlık sabahına. Getirildim. Bir insan tekiyim. Yokluğun alnına düşen ışık benim. Ak sayfaya ilk kalem dokunuşu. Koyu karanlığın kenarında bir güneş çentiği. Perdenin ucundan sıyrılışı. Gölgelerin sessizce çekilişi. Gökkuşağının belirişi. Alaca-aydınlığın inişi. Varoluş çıtırtısı. İlk hareket sevinci.

“Şahittir çoklar ve tek…”

Sabahlar çoktur ama… Yeryüzünde her boylamda ayrı ayrı fecirler gerçekleşmekte. Her an bir yerde karanlık yırtılmakta. Doğudan batıya doğru, sabahlar perde perde ilerlemekte. Her insanın gözüne ayrı açılardan gün doğmakta. Her insan ayrı bir sabaha uyanmakta. Sabahlar çoktur ama asıl sabah biricik, bi’tane…

“Şahittir sabaha yürüyen gece...”

Öyle ya, gecedeyim şimdi. Gerçeğin perdeler ardına saklandığı gece değil mi şu dünya?  Güzelliğin çirkinliklere bulaştığı bir izbede değil miyiz burada? Kalp yordamı ile yürüyoruz işte. Neyin ne olduğunu yeni yeni anlıyoruz. Yanıla yanıla öğreniyoruz. Düşe kalka yürüyoruz. Adımlarımız tedirgin. Akıbetimiz meçhul. Dert duvarlarına tutuna tutuna günışığı arıyoruz.

Hep böyle kalmaz. Yırtılıyor zahirin derisi. Göründüğüyle kalmıyor hiçbir şey. Dönüyor dünya. Gerçeğine dönüyor. Dünya tohumu yarılmaya hazırlanıyor şimdi; gün yüzüne uzatacak başını. Filizlenecek gerçeğin nüvesi,  dal budak salacak. Nice insanın kalbinde saklı niyetler görünür olacak haşir sabahında. Görüyorum işte; şu dünya gecesi ahiret sabahına yürüyor,

“Şahittir sabaha yürüyen gece...”

Belki de gecenin ta kendisiyim ben. İçime sızmamış gibi henüz gerçeğin ışığı. Korkumdan kabuğumu kırmamış olabilirim. Sıyıramadım mı acaba yaralarımın ölü kabuklarını? Canım yanmasın diye kendi içime doğru mu katlandım? Sağırlaştım mı can s/özüme, vicdan sesime? İçimin dehlizlerinde gizli sancıları susturup uyuttum mu? Kalbimin ocağında yanıp duran “ah!”ları küllendirip söndürdüm mü? Uyanışımı erteliyor muyum yoksa? Kendime perde mi oldum? Yüzüme tutulan ışığa engel miyim? Ufuklarını güneşe kapatmış ölü bir gezegene  mi dönüştürdüm kendimi?

Ah evet, fecrimi çağırmalıyım şimdi. Şafak atmalı bende. Gündüzümü gerçekleştirmeliyim. Sabah olma aşkına yarıp geçmeliyim kendi karanlığımı. Kendimi kendi önümden çekmeliyim. Gece olan şu halimi sabaha dönüştürmeliyim. Zulmet libasını çıkarmalıyım üzerimden. Işığa doğru yürüyüş olmalı ömrüm. “İsra”/ gece yürüyüşü okunmalı gözlerimden. Durmamalı gece, kalmalı böyle. Yürümeli, yürümeli. Kök olmalı sabahın gövdesine.

Yeni aldım bu aydınlık haberini. Demek, Sen, ey Rabbim, cennetini biz kullarından inşa ediyorsun. Demek, cennet Senin kulların arasında olmak. Demek, cennet, Senin kullarınla beraber olmak. Demek, beni diğer kullarına cennet olmak üzere hazırlıyorsun. Demek, diğer kullarını bana cennet olmak üzere terbiye ediyorsun.

Şimdi tüm bu [sabah]lar akıl sahibine şahitlik için yetmez mi?

Ne gece hep gece kalıyor ne sabah sabah oluşunda direnebiliyor. Geliyor ve geçiyor her şey. Halden hale yuvarlanıyor varlık. Akıyor eşya. Ben de beraberinde. Bende kalamıyorum ben de. Bende kalmıyor hiçbir şey. Sabit değil elimdekiler; her noktasından yırtılıyor varlığım. Her an, yeni bir doğuma gebe. Her şey bir fecr halinde. Binaların taşı düşüyor habire. Devriliyor vaktin sütunları. Zamanın kabuğu çatlıyor. Yeni zamanların eşiğine düşüyorum acemice. Vakit de şaşkın ben de… Her defasında ilk defa karşılaşıyoruz. Çekingeniz ikimiz de.

Yeniyim buralarda. Misafirim. Bir fecr acemiliği var üzerimde. Bir taze sabah ürkekliği. Dünya ise eski gibi. Oturaklı. Epeydir burada sanki. Taş gibi katı görünüyor gözüme. Meğer yanılmışım. Geceden öyle görünmüş gözüme. Misafir değil misafirhane de seferde. Karanlık giderek çekiliyor yeryüzünden; beraberce yürüyoruz biricik fecrin eşiğine…

Geceye aldanırsam, karanlıkta kalırsam, sabahı unutursam, şafağıma ayak dirersem, “keşke”ler yapışacak yakama. İşte haberi geldi bile:

“Diyecek ki o: ‘Ah, n’olaydım keşke bu gerçek hayata önceden hazırlansaydım.”

Vakit henüz gece. Sabaha var daha. Dünya hayatındayım. Geceden sabaha hazırlamak istiyorsun beni ey Rabbim. ‘Ah, n’olaydım keşke bu sabaha geceden hazırlanaydım’ diyen ben olmayayım istiyorsun. Kimse pişmanlığını sona bıraksın istemiyorsun.

“Ki o gün kimse O’nun tattırdığı can yakıcı mahrumiyeti tattıramaz."

Gün doğunca kaçacak yer bulamaz kimse. Gölgeler çekildiğinde saklanacak yer kalmaz suçluya. Her şey göz önüne düşer fecirde. Her şey kendi rengini alır gün başlayınca.

O gün, o fecirde, o biricik sabahın eşiğinde, elim kolum bağlanır benim de Ne loşluk kalır ne boşluk şafak sökünce… Başını kuma sokmalar, kabuğuna büzüşmeler, kapı ardı kaçamaklar, ‘şimdi değil belki sonra’ demeler biter şu karanlık yarıldığında…

Fecr telaşı başladı bile.

"Kimse O’nun vurduğu bağ gibi bağ vuramaz.”

Gelecek yakındır. Fecrim geldi bile. Şimdi ben nereye sığınsam bunca suçla? Kime yüzüm tutar bunca şaibe varken üzerimde? Kim beraat ettirir bunca sabıka kaydı varken defterimde? Günahlar ayaklarıma bunca ağır pranga olmuşken, nereye kaçarım? Kendi gözlerimin içine bile bakamazken utancımdan, kimden aklanma umarım?

Duydum. Can kulağımda o göklü fısıltı. Sözünü gecemin koyusuna fecr çatlağı olarak indiriyorsun.. Bir hilal yırtığı açıyorsun dünya göğümün siyahına. Bir ay ışığı yumuşaklığı düşürüyorsun gönlüme.

Senden kaçmak mümkün mü? En iyisi Sana kaçmak. Gidecek başkası mı var ki! İşte böyle, olduğum gibi, ayıbımla kusurumla, hatamla günahımla, kırığımla noksanımla, kirim pasımla, tozumla çamurumla kabul ediyorsun beni. Ah, bu ne beklenmedik gün ışığı! Ah, bu ne tatlı fecr esenliği…

“Sen ey Rabbinden memnun olmuş kişi… Dön Rabbine; Rabbinden razı olmuş, Rabbini razı etmiş olarak. Gir kullarım arasına. Ve gir cennetime.”

Yeni aldım bu aydınlık haberini. Demek, Sen, ey Rabbim, cennetini biz kullarından inşa ediyorsun. Demek, cennet Senin kulların arasında olmak. Demek, cennet, Senin kullarınla beraber olmak. Demek, beni diğer kullarına cennet olmak üzere hazırlıyorsun. Demek, diğer kullarını bana cennet olmak üzere terbiye ediyorsun.

Geceden beni cennetinin fecrine alıyorsun.

Amennâ… Belli ki Sen razısın benden. Beni şu dünya gecesine fecr eyleyişinden bildim. Hoşnutsun varlığımdan. Beni onca yokluk gecesinden bu varlık sabahına alışından anladım.

Madem Sen razısın benden. Beni de razı et Sana. Sana razı olmaya razı et bendeni.