“De ki…”
Belli ki beni inşa etmek istiyorsun. Dediğini demeyi hak edecek bir hale yoğurmak istiyorsun. Benimle haldaş oluyorsun sanki. “Yerinde olsaydım, derdim ki” diyorsun. Nefesime emanet ettiğin sözünü öz’üm etmektir dileğin.
“De ki ‘sığınırım…’”
Anladım; ben yetmiyorum bana. Koruyamıyorum kendimi tek başıma. Tehlikedeyim; sığınmam gerek. Savunma hatlarımı sağlam tutmalıyım. Kaybetmeler arefesindeyim. Bir zırha ihtiyacım var. Bir kalkan bulmalıyım. Bir siper kazmalıyım adı “istiaze” olan.
“De ki ‘sığınırım Rabbine felakın’”
Sensin infilakın Rabbi. İnfilak ki azın çok olmasıdır. İnfilak ki, bir şeyde gizli potansiyelin açığa çıkmasıdır. Tohumun ‘felak’ı, kabuğunu çatlatmasıyla başlar. Ağaç olur çekirdek, çoğalır infilakın ardından. Cevherini gün yüzüne çıkarır. Gecenin ‘felak’ı sabahtır, yırtılır karanlık, renkler açılır, çiçeklenir biçimler. Ummadığı bir hale yoğrulur karanlık.
Anlıyorum; beni de bir ‘felak’ bekliyor. Beni bir açılışa hazırlıyorsun. İçimde sakladığım nüveyi filizlendirmek için terbiye ediyorsun beni. Varlığın çeperlerini kırıp benden umduğunu gerçekleştirmemi bekliyorsun. Az kalmama razı değilsin. Taşırmak istiyorsun beni varlığın göğsünden. Beni kendi içime hapseden savrulmalardan uzak tutmaktır dileğin. İhtimamla eğiliyorsun üzerime. Şu cılız akışımın dünyanın taş yatağında kuruyup yitmesini istemiyorsun.
“… şerrinden halk edilenlerin.”
Yarattıklarını kendine ayna diye yarattın. Eserinin yüzünde görecektim Senin güzelliğini. Ne var ki yaratılanlar Yaratan’ı perdeleme ihtimali de var. Bu perdenin önüne hapsedebilirim bakışımı. Eşyanın ufkuna kilitlenirse nazarım. Ötelerden çekerim ayağımı. Ben bende kalırım. Azalırım. Az alırım varlıktan yana. Perde gerisinde kalırım. Körelirim gördüklerimim gösterdiklerine. Pencereyi kendime perde yapabilirim. Geçit iken çit ederim eşyayı… Önüme hayır diye koyduğun güzelliği şer yaparım.
“… ve şerrinden gecenin, karanlığı çöktüğü zaman.”
Sabahımı yitiririm, razı olursam şu körlük gecesine. Perdeler ardında saklanandan ümit kesersem, gecede kalır aklım ölesiye. Öteye geçemem. Fazlasını isteyemem. Önlerim ‘felak’ı. Yok ederim inşirahımı. Bir deli gömleğine sarılır kalırım öylesine. Ötesine açılamam varlığın. Gündüzünü beklemem gecelerin. Bu ummandan kendime cevher devşiremem. Arayışımı yitiririm; bulduğuma değmez sanırım bulduğumu. Kapatırım gözlerimi ışığa. Hiçbir ışık kâr etmez gözüme. Açılmaz gerçeğin renkleri önüme. Kalbime değmez olur hakikatin güneşi. Öyle bir karanlıkta kalırım ki, karanlık da görünmez olur gözüme. Zulmetin içinden çıkmak için çaba göstermem bile. Yol aramaz olurum ‘felak’a. Özlemem gün ışımasını. İçinde tutsak kalırım gecenin. Sabahı bekleyişimi yitiririm. Şu hayırlı geceyi şer ederim kendime.
“… ve şerrinden düğümlere/düğmelere üfleyenlerin.”
Nefes nefese bir koşturma var. Telaş içinde kimi insanlar. Öteleri unutmuşlar. Öteleri unutturacak hileler hazırlıyorlar. Parlatıyorlar yüzeyleri durmadan. Yüzlerin albenisini parlattıkça parlatıyorlar. Tenin cezbesini çoğaltıyorlar. Mavera derdinde olanları ayıplıyorlar. Düğüm atıyorlar bakışlara. Gördükleriyle yetindiriyorlar insanı. Düğmelere üflüyorlar; mikrofonlardan ve objektiflerden ‘hepsi bu, yok ötesi’ propagandaları uçuşuyor. Butonlar, kumanda aletleri, on/off düğmeleri dünyaya heveslendiriyor beni her an. Heveslerimin yapıştığı yerde, hazlarımın oynaştığı durakta kalmamı umuyor tüketimi kamçılayanlar. Gözlerimi sonsuzluğa ısrarla kapatıyorlar. Kilitleniyor her köşe. Çözülmez oluyor sırlar. Tomurcuklanmıyor gerçek. Varlığın dal uçları boş kalıyor. Küçüldükçe küçülüyor nasibim dünyadan. Baharım gelmiyor bir türlü. Kışta kalıyorum. Üşüyorum. Çekiliyorum sonsuza adaylıktan. Azalıyorum. Büzüşüyorum dünyanın kabuğuna. Tıkanıyor sonsuza açılan gözeneklerim. Dağılmasın diye bütünlüğüm, unutuyorum içimdeki cevheri. Yeşeremiyorum.
“… ve şerrinden hasetçinin, haset ettiği zaman.”
“Bende yok, sende de olmasın!” diyenler arasında kalmışım. Kurtuluşumu kıskanıyorlar. Çoğalışımdan hoşnut değiller. Azımı çok etmek isteyen Senin dokunuşunu benden uzaklaştırıyorlar. Dar alana razı olmuşlar; gerginler. Beni bana hapsetmek derdindeler. Kendi nasipsizliklerini bana yamamaya çalışıyorlar. Küstürüp sonsuz gündüze, bu dünyanın gölgesine terk ediyorlar. Hep burada kalacağıma inandırıyorlar. Sonrası olmadığına ikna ediyorlar. Yolumdan ediyorlar. Kesiyorlar ötelerden nasibimi. Sonsuzluk isteyen kalbimi, dünyanın fani sadrına sıkıştırıyorlar. Yerin çekimine bırakıyorlar ikbalimi. Göklerin çekiminden soğutuyorlar. Zayi ediyorlar ömrümü. Düşürmek istiyorlar elimden ümidimi.
Sana sığındım ey ‘felak’ın/çoğaltmaların Rabbi. Çoğalt beni, azaltma. Göster aslımı, beni bana kör etme. Bul beni, başkalarının eline bırakma. Hasadın eyle beni, şu tarlaya terk etme.