Günlerdir iki hadis dönüp duruyor zihnimde. Gazze kocaman bir kaya gibi göğsüme oturduğundan beri, eli kolu bağlı olmakla elinden geleni yapmak arasındaki o hayatî gelgitlerde kaybolmamak için tutunduğum iki hadis. Birincisi, Allah Rasûlü’nün Müslümanları bir vücudun azalarına benzettiği; “Müminler birbirini sevmede, birbirine merhamet etmede bir vücuda benzer. Organlardan biri hastalanınca vücudun tamamı ateşlenir ve uykusuz kalır.” (Buhârî, Edeb, 27) hadisi; diğeri ise “Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin, eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmezse kalben karşı koysun. Bu da imanın asgarî gereğidir.” (Müslim, Îmân, 78) hadisi. Bu iki hadis zihnimde yankılanırken bir taraftan da kalbimi yokladım. Evet, yanıyordu. Hamdolsun ki kalbim o vücudun bir azasıydı ve kötülüğe karşı koyuyordu. Fakat zalim zulmünü artırırken, imanın en zayıfı sayılan kalben buğz etme aşamasından dil ile karşı koyma aşamasına geçmenin yollarını aradım ve içimde birikenleri, belki birilerinin silkelenmesine vesile olur diye yazmaya niyetlendim.
Bütün dünya yıllardır devam eden bir zulmün en şiddetli günlerine tanık oluyor. İşgal devletinin yaptıkları sadece Müslümanları değil, vicdan taşıyan tüm insanları derinden etkiliyor. Küçücük bir alanda yaşamak zorunda bırakılmış 2 milyon insanın hayati ihtiyaçlarını temin edebilmelerine izin vermek şöyle dursun; sivilleri, kadınları, çocukları, okulları, hastaneleri bombalara hedef yapmak görmezden gelinebilecek bir olay değil. Nitekim dünyada milyonlarca kişi bu soykırıma tepki gösterdi, göstermeye de devam ediyor. Fakat “Filistin için ne yapabilirim?” sorusu hiç susmadan dönüp duruyor aklımızda. Bazen öfkeden kalbimiz çatlayacak gibi oluyor, bazen üzüntüden elimizi kaldıracak halimiz kalmıyor. Bir lokma yemek boğazımızdan geçerken, evlatlarımızın başını okşarken ya da onlara sarılırken günlerdir gözlerimizin önünden gitmeyen fotoğraf ve video kareleri aklımıza geliyor ve lokma boğazımızda, yaş gözümüzde kalıyor. Hayattan bu derece kopmamıza sebep olacak bir öfke ve hareket etmeye mâni bir üzüntünün bize ya da mazlumlara herhangi bir faydası olmayacaktır. Bize düşen, anlık öfke patlamaları ya da felç eden bir üzüntü değil; dirilten sürekli bir öfke ve vakur bir hüzündür.
Kontrol edilmeyen şiddetli öfke insanı saldırganlaştırır, aklın doğru kullanılabilmesinin önüne geçer. Felç eden üzüntü ise insanın aksiyon almasını ve harekete geçmesini engeller. Elimden bir şey gelmiyor düşüncesiyle kendisini suçlamak da Müslüman devletler neden buna engel olmuyor diyerek diğerlerini suçlu bulmak da bir adım bile ilerleyememe sonucunu doğurur. Suçlu aramak yerine herkesin elinden geleni net bir şekilde tespit edip, dağılmayacak bir motivasyonla kendisine düşen vazifeye konsantre olması sonucunda selamete erişilecektir.
Gerçeklikten uzak vesveselerle pompalanan felç edici üzüntünün, şeytanın insanı harekete geçmekten alıkoymak için uyguladığı bir plan olduğunu düşünüyorum. Unutmamak gerekir ki istikrarla devam edildiğinde azlar çokların önüne geçer. Nitekim Peygamberimizin “en faziletli amel” hususunda bize tavsiyesi de “az bile olsa devamlı yapılan amel” değil midir? Zerre miktarı iyiliğin de zerre miktarı kötülüğün de adaletle karşılık göreceğine inanan bir insan için yaptıklarını küçük görmek ve bundan dolayı enerjisini kaybetmek olsa olsa tembellik bahanesidir.
Peki, bunca sözün ardından yeniden düşündüğümüzde, Filistin için ne yapabiliriz? Bu konuyla ilgili o kadar çok söz edildi, o kadar çok yazıldı çizildi ki… Elhamdülillah, her birimizin zihninde bir şeyler oluştu. İşgalcilere destek veren firmaların ürünlerini boykot etmek, medyadaki dezenformasyona karşı dikkatli olmak, yaşananları idrak edebilmek adına doğru kaynaklardan bilgi edinmek, tarih okumak, güvenilir araştırmacıların anlattıklarından istifade etmek, sosyal medyada ve kendi çevremizde Filistin hakkında konuşmaya devam ederek Filistin’i, Kudüs’ü, mazlum coğrafyaları gündemimizden düşürmemek, küçük bir sms bağışı ile dahi olsa sadaka vermeyi, infak etmeyi sürdürmek ve daha pek çok şey hepimizin daimi yapılacaklar listesinde yerini aldı bile. Tüm bunların dışında, yapacaklarımız hususunda çemberi daha da genişletecek, uzun vadede bizi daha iyiye dönüştürecek, cevabını düşünmemiz gereken bir soru daha var: Filistin bizim için ne yaptı? Filistin halkı, kadını erkeğiyle, genci yaşlısı hatta çocuğuyla bizler için “Ehl-i Gazze, ehl-i izze” sözünün mücessem örneği oldu. İzzet sahibi duruşu, yaşananlardan korksa bile cesaretini kaybetmeyişi, her durumda hamd edebilmeyi, imanın ve vatan sevgisinin diğer her türlü sevgiden üstün olduğunu bizlere bir kez daha gösterdiler.
Gazze’nin bu onurlu ve vakur duruşu yalnızca Müslümanların değil, dünyanın dört bir yanındaki gayrimüslimlerin de dikkatini çekti ve Filistin halkının nasıl böyle dayanıklı olduğunu, cesurca direndiğini, dik durduğunu araştırmaya başladılar. Biz Gazze’de güneşin doğmasını beklerken, güneş batıda ışıklarını göstermeye başladı bile. Her gün ihtida haberleriyle karşılaşıyoruz. Yüzölçümü küçük bir ilçe kadar olan Gazze’de, hiçbir imkâna sahip olmayan, sıkıştırıldığı alanın dışına çıkamayan bir avuç Müslüman dünyanın dört bir köşesine İslam’ı tebliğ etti. Müslümanca yaşamaları, Müslümanca duruş sergilemeleri hem dünya Müslümanlarını gafletten uyandırmaya hem de İslam’a karşı önyargıları yıkmaya başladı. İslam’ı merak eden, Kur’an okumaya başlayan ve çok etkilenen, Müslüman olmak istediğini ifade eden ya da şehadet getiren pek çok gayrimüslimin videolarıyla karşılaşıyoruz sosyal medyada. Tam da burada, üzerimizdeki asıl vazifenin farkına varmamız gerekiyor.
İlk gençlik yıllarımda Yusuf İslam’ın Müslüman oluş hikayesinden ve bu hikâyeyi anlatırken kurduğu bir cümleden çok etkilenmiştim. İyi ki Kur’an okuyarak Müslüman olmuşum, Kur’an okumadan önce Müslümanları tanısaydım İslam’ı seçmeyebilirdim meyanındaki bu sözler tokat gibi çarpmıştı yüzüme. Şimdi de Kur’an okuyarak Müslüman olan yüzlerce insan var ve İslam’la ilgili odaklanacakları ikinci nokta çevrelerinde bulunan Müslümanlar. O halde “ne yapabilirim?” sorusunun en önemli cevaplarından birisi “Müslümanca yaşamak” olmalıdır. Filistin halkının canlarını feda ederek yaptığı bu tebliğ yarışında çıtayı daha yukarıya çıkarmak bizim elimizde. Filistinli çocuklarda gördüğümüz özgüveni, hastane kapısı önünde tüm dünyaya “biz burada kalacağız” diye haykıran doktorlardaki cesareti, meslek ve vatan aşkını, ailesindeki herkes şehit olduktan sonra bile elhamdülillah diyen, ölümü şehadet yaşamı cihat gören izzetli Gazze halkının açtığı yolu devam ettirmek dünyanın bütün Müslümanlarının boynuna borçtur. Her ne işle uğraşıyorsak onu en güzel şekilde yerine getirmek, her geçen gün daha çok çalışmak ve Müslümanın vakur duruşundan ve ilkelerinden taviz vermeden İslam’ı en güzel şekilde yaşamaya gayret göstermek, İslam’ı tebliğ için en ufak bir bahanemizin olmadığını bize gösteren Filistinlilere vefa borcumuzdur.