Fitneye Karşı "Hareket"

09 Ağustos 2016

Müslüman, hak dinin tebliği için bambaşka gündemlerle ve tamamen farklı söylemlerle, Müslümanlara ve insanlığa zarar veren yöntemlere başvurabilir mi?

Gerek Kur’ân gerekse de sünnet bunun mümkün olmadığını anlatıyor bize. İslam’ın kısa bir süre içinde cahiliye toplumu arasında yayılması ve uzak coğrafyalara kadar genişleyen bir etki uyandırması, Tevhid’e dayalı açık seçik dilinin ve hayatı yalın ifadelerle kavrayan ilmihalinin eseri olmuştur. 

Müslümanlar, gerek Mekke gerekse de Medine döneminde münafıkların faaliyetlerinden çok zarar gördüler. Kuşkusuz yalan haberler vahiy ve Hz. Peygamber’in emin kişiliği nedeniyle, kalıcı bir fitne etkisi oluşturamadı Müslümanlar arasında. Beni Mustalik Gazvesi sırasında yaşanan İfk Vakası, münafıkların iftira konusunda sınır tanımadıklarını ortaya koyması açısından iyi okunması gereken bir örnek. Bu yazıda Hz. Aişe’nin neticede vahiyle aklandığı ağır iftiraya zemin hazırlayan süreci ele almak istiyorum.

Uhud Savaşı (H. 3/M. 625) Müslümanlarda acı izler bıraktı, Hz. Peygamber’in ömrünün sonuna kadar bu savaşın acılarını taşıdığı ve Uhud’da bırakılan sevgili şehitlerin üzüntüsünü hissettiği kaydedilir. Vefatının yaklaştığı tarihlerde Uhud şehitlerini ziyaret etti ve halka hitabı sırasında da onlarla ilgili nasihatlerde bulundu. Konuşmasından bir bölümü şöyle: “Ben sizin şirk koşacağınızdan korkmuyorum. Fakat dünya hakkında ve onun için rekabetinizden korkuyorum.”          

Zaferi yenilgiye çeviren ganimetleri hatırlatıyor bu uyarı. Uhud Savaşının sonunda, onca ihlaslı, cesur, sadık, takvalı savaşçı, gözlerinin önünde gerçekleşen ganimet yağması karşısında Hz. Peygamber’in buyruğunu bile göz ardı edip mevzileri terk etmişlerdi.

Böylelikle beklenmedik bir zafer kazanmanın sevincini yaşayan Ebu Süfyan savaş yerinden ayrılırken, “Buluşma yerimiz gelecek sene Bedir olsun” diye meydan okumuştu. Ancak belirttiği tarih geldiğinde isteksiz bir halde yola çıktı. Aylardır sürdürülen hazırlıklara rağmen ordusunun yeterliliği konusunda güvenden yoksundu. Kaldı ki Bedir’de sayı ve silahlarının çokluğuna rağmen ağır bir yenilgi yaşamış, Uhud’da ise Hz. Peygamber’in askerlerinin hataları sonucu yenilgiden kurtulmuşlardı. Bu düşüncelerle “Ez-Zahran” bölgesine yaklaşırken, geri dönmeye karar verdi ve bunu ordu güçlerine şöyle anlattı: “Sizin için harp verimli bir senede olmalıdır. Ağaçların yeşerdiği, süt içebildiğiniz bir sene sizin menfaatinizedir. Bu sene ise kurak bir sene. Ben dönüyorum, siz de dönün.”

Müslümanlar ise özenli bir hazırlığın ardından Bedir suyu kıyısına gelerek karargâhlarını kurmuşlardı. Orada sekiz gün boyunca Mekkeliler’in gelmesini beklediler. Ebu Süfyan’ın, sözüne rağmen ordusuyla karşılarına çıkmaktan kaçındığı belli olunca, bir sene önce yaşadıkları yenilginin yol açtığı moral çöküntüsü yerini neşeye bıraktı.

Hz. Peygamber, güneyi güvende hissetmenin rahatlığıyla orduyu kuzeye doğru hareket ettirmeye karar verdi. Kendisine, kuzeyde, Devmetü’l-Cendel taraflarındaki kabilelerin kervanların yolunu kestikleri, havalide terör estirdikleri ve Medine’ye de saldırmaya hazırlandıkları haberi gelmişti. Arap Yarımadası’nın kuzeyine o dönemde Roma İmparatorluğu hâkimdi. Hz. Peygamber, Hicret’in beşinci senesinde, Rebiulevvel ayında bin kişilik orduyla yola çıktı. Gündüz saklanıp gece ilerleyerek, düşmanlarını yağma halinde yakalamayı planlıyordu. Müslümanların ordusu beş gün sonra Devmetü’l-Cendel’e ulaştı ve düşman karargâhına ani bir baskın düzenledi. Ne var ki yağmacılar baskından kurtulup etrafa dağıldılar. Hz. Peygamber de birkaç günün ardından Medine’ye geri dönme kararı aldı.

Müslümanlar barışta olduğu gibi savaşta da tebliğ sorumluluğu üzere, ahlâklı bir tutum izlemeye gayret ediyorlardı. Doğrudan savaşı göze alamayan düşman gruplar ise Müslümanları içten içe çökertmeye dönük iftira ve yalanlara başvurmaya başlamışlardı.

Devmetü’l-Cendel’in hemen ardından gerçekleşen Beni Mustalik Gazvesi, münafıkların Hz. Peygamber’in aile hayatını hedef alan iftiralarıyla da hatırlanıyor. Peygamberimiz, Beni Mustalik kabilesinin Müslümanlara savaş açmak için silah yığdığı haberini aldığında, orduyu sefere hazırladı. Önceki seferlerde yer almamış kimi münafıklar, herhalde ganimet ümidiyle katıldılar bu sefere. Ne de olsa zafer kazanılacağına kesin gözüyle bakılan bir savaş yaşanacağı öngörülüyordu. Müslümanlar Mureysi suyunun yakınlarına vardıklarında, Beni Mustalik kabilesinin de o civarda toplandığını gördüler. Peygamberimiz, tebliğ için yanlarına Hz. Ömer’i gönderdi. Kabile ileri gelenlerinin, Ömer (ra)’in İslam’a davetine ret cevabı vermesi üzerine iki taraf birbirine ok atmaya başladı.

Müslümanlar zaten güç olarak üstündü, bir şehit vererek savaşı kazandılar. Beni Mustalik kabilesinden on kişi öldü, diğerleri esir oldu.

Hz. Peygamber yenik düşen kabileye iyi muameleyle yaklaştı, hatta akrabalık bağı kurma isteğiyle, kabile reisi El-Haris’in kızı Cüveyriye ile evlendi. Müslümanlar, artık Hz. Peygamber’in akrabası oldukları için, ellerindeki esirleri serbest bırakmaya başladılar. Hz. Cüveyriye’nin ailesinden de yüz kişi azat edildi.

Zafer kolay elde edilmişti, fakat dönüş yolunda ordu, münafıkların yaydığı şayialar nedeniyle bir hayli zorlandı. Münafıklar, Hz. Ömer’in hizmetçisiyle Hazreç kabilesinden Beni Afv’ın kölesinin Mureysi suyu kıyısında tartışması ve bu tartışmanın kavgaya dönüşmesini fırsat bilip harekete geçtiler. Medine münafıklarının elebaşı Abdullah b. Übeyy de sefere katılmıştı. Su kıyısındaki kavgayı şu sözlerle derin bir ihtilafa dönüştürmeye çalıştı: “Bizi kendi yurdumuzda birbirimize düşürdüler. Vallahi biz Medine’ye dönünce, orada en şerefli olan zelil olanı mutlaka şehirden sürecektir.”

Bu sözler Medine’ye doğru harekete hazırlanan Peygamberimiz’e aktarıldı, ne var ki hemen ardından İbni Übeyy söylediklerini inkâr etti. Tanık olanlar ise, yaşına binaen, aktarılanların vehimden ibaret olduğuna dair açıklamasına sessizce onay verdiler.

Ancak Peygamberimiz duyduklarını doğru bir şekilde yorumladığı için rahatsız oldu. Ordunun huzurunun kaçmaması düşüncesiyle, fitnenin yayılmasına izin vermeyecek şekilde değiştirdi, Medine’ye dönüş planını. Böylelikle orduyu alışılmışın dışında bir saatte yola çıkarttı. Boş zaman, fitne karşısında zayıftır. Günün geri kalanında ve gece süren yürüyüşün ardından askerler bitap düştüler. Güneş doğarken mola verildi. Askerler oturacak bir yer bulur bulmaz, orada uyumaya başladılar. Hz. Peygamber ise mola vermeden yola devam ederek Medine’ye ulaştı. İşte bu sırada nazil olunan Münafıkun Suresi’nin 8. ayetinde bu durum şöyle geçiyor: “(Ve) onlar: “Kente döndüğümüzde şan şeref sahibi olan (biz)ler, zavallı biçareleri oradan sürüp atacaktır” derler. Oysa asıl şeref, Allah’a, O’nun Elçisi’ne ve inananlara aittir. Fakat münafıklar bunun farkında değiller.”

İfk Vakası, Müslümanın elinden ve dilinden emin olunmasıyla tanınabileceğini gösteren örneklerden sadece biri. Müslümanca faaliyetin yapıcı ve ilkeli karakterine karşılık münafıkların hileleri ileride de büyük tahribatlara yol açtı bünyemizde. Birçok sıradan veya “seçkin” insan dünyevi vaatlere kapıldığı için de münafıkların yalanlarını sorgulamadan benimseyebilirdi. Buna bağlı olarak münafıklar, toplumsal saygınlık sahibi kişiliklere duyulan güvene sığınarak niyetlerini gizleme imkânı bulabildiler.

Hz. Peygamber’in hamleleri, Übeyy’in ordu içinde fitne çıkarmasını engellemişti. Gelgelelim, bu münafık kişi Müslümanlar arasında şüphe uyandıracak şekilde şayialar yaymayı ve iftiralar atmayı sürdürdü. Muhammed Gazali’nin Fıkhus’s Sîre’de ifade ettiği gibi, onun fitne çıkartmaya yönelik faaliyetleri, Müslümanlarla apaçık savaşan Ebu Cehil’e nazaran çok daha tehlikeliydi. Münafıkların iftiraları daha sonra da sürdü. Bu iftiralardan en ağırı Hz. Aişe’ye yönelikti. İfk Vakası olarak bildiğimiz, Hz. Aişe’ye ve elbette Peygamberimiz’e büyük üzüntü veren iftira, vahiyle aklanacaktı. Bu ibret verici olay üzerine yazdığım yazı sitemizde yer alıyor. (İfk Vakası, 30 Ağustos 2013)

İfk Vakası, Müslümanın elinden ve dilinden emin olunmasıyla tanınabileceğini gösteren örneklerden sadece biri. Müslümanca faaliyetin yapıcı ve ilkeli karakterine karşılık münafıkların hileleri ileride de büyük tahribatlara yol açtı bünyemizde. Birçok sıradan veya “seçkin” insan dünyevi vaatlere kapıldığı için de münafıkların yalanlarını sorgulamadan benimseyebilirdi. Buna bağlı olarak münafıklar, toplumsal saygınlık sahibi kişiliklere duyulan güvene sığınarak niyetlerini gizleme imkânı bulabildiler.

Peygamberimiz’in hakikati tahrif eden (dedikodu misali) söylenti ve iddialara, fitne çıkarmaya dönük iftiralara karşı izlediği tutum (özellikle bugünlerde yaşadığımız olaylar göz önüne alındığında) son derece öğretici: Şayiaların “cazibesi”ne kapılacak boşluğa çekilmemek için, amaçlı ve dolu bir hayat sürdürmek, bunun için de kendi gündemini ciddiye almak gerekiyor. Ve kuşkusuz, münafıkların öngörülemeyen tuzakları karşısında müminin imtiyazı, elinden ve dilinden emin insan olma sorumluluğunda bulduğu güvendir.