Dinimizi öğrenmek ve yaşamak için elimizde Allah’ın kitabı varken neden ayrıca Peygamber’in sözlerine ve davranışlarına başvurmak gerekli olsun?
Bu soru, Kur’ân-ı Kerim’in tamamı, özellikle peygamberlerin görevleri ve sıfatları ile ilgili ayetlerin hepsi bir arada okunmadığında mantıklı görünebilir. Ancak söz konusu ayetleri okuyan ve anlayan bir Müslüman peygamberin görevinin Allah’tan aldığı vahyi insanlara ulaştırmakla sınırlı olmadığını anlayacaktır. Kur’ân-ı Kerim’de peygamberlerin görev ve sıfatlarından söz eden ayetler dikkatle okunduğunda sünnete bağlılığın ne anlama geldiği ve neden gerekli olduğu netleşecektir. Bu konulardaki bazı ayetlere beraberce bakalım:
Kur’ân-ı Kerim’e göre peygamberin görevlerinden biri, Allah’ın vahyettiklerini insanlara olduğu gibi ulaştırmak yani tebliğ etmektir. Ancak Kur’ân-ı Kerim’de peygambere verildiği belirtilen bir diğer görev, vahyedilen ayetleri insanlara öğretmek ve açıklamaktır. Bu durum şöyle anlatılır:
“Andolsun, Allah, müminlere kendi içlerinden; onlara ayetlerini okuyan, onları arındıran, onlara kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur.” (Âl-i İmran, 3/164)
Dikkat edilirse bu ayette peygambere verilen üç görevden söz edilmiştir: Bunlar ayetleri okuma (tilavet), insanları kötülükten arındırma (tezkiye) ve onlara öğretme (talim) görevleridir. Üstelik bu üç ifade dört ayrı ayette tekrar edilmiştir. (Bakara, 2/129, 151; Al-i İmran, 3/164; Cuma, 62/2) Bu ifadeler, Rasûlullah’ın (sav) görevinin Kur’ân-ı Kerim’i insanlara tebliğ etmekle sınırlı olmadığını gösterir. Rasûlullah (sav) insanları kendilerini tertemiz yapacak yani ıslah edecek olan imani, ahlaki ve hukuki esaslara çağırır, bu konularda insanlığa örnek olur. Onlara kitabı ve hikmeti öğretmesi, tebliğ etmesinden bir başka vazifedir. Bir başka deyişle kitapta yer alan esasların nasıl anlaşılması ve yaşanması gerektiğini öğretecektir. Bu öğretiler de Allah’ın kendisine bahşettiği hikmete dayanır. Allah Kur’ân-ı Kerim’de yer alan esasların pratik hayata nasıl aktarılacağını göstermesi için peygamberi görevlendirmiş, açıklama ve öğretme bizzat Peygambere havale edilmiştir. Peygamberler, insan için yol gösterici kılavuzlardır. Bu nedenle onların vazifeleri ile ilgili sözleri ve davranışları, kendilerine uymayı kabul etmiş topluluklar için hukuki ve dini bir delil konumundadır. Sahabeden bugüne kadar tüm Müslüman ilim adamları bu kılavuzluğun sünnetle tamamlandığı ve asla yok sayılamayacağı noktasında hem fikir olmuşlardır.
Peygamber’in dini meselelerde insanlara yol göstermesi Allah’ın kendisine verdiği görev ve izin kapsamındadır. Zaten bu süreçte Allah’ın razı olmayacağı hiçbir şey söylemesine ve yapmasına da müsaade edilmeyeceği yine Kur’an-ı Kerim’de açıklanmıştır:
“Eğer peygamber bizim adımıza bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı, biz onu kuvvetle yakalardık ve onun şahdamarını koparırdık.” (Hakka, 69/44-45)
Dolayısıyla Peygamber Efendimiz’in din adına ümmete öğrettiği her şey Allah’ın izni ve bilgisi dahilindedir. Peygamberliğin gereği de budur. Onun, dini hükümlerin belirlenmesinde söz sahibi olduğunu açıklayan ayetlerden biri de şöyledir:
“…işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, kötülüğü yasaklar, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri ortadan kaldırır.” (A‘râf, 7/157)
Allah’ın mesajını insanlara ulaştıran elçilerin meleklerden değil insanlar arasından seçilmesi de peygamberlik görevleri ile bağlantılı bir durumdur. Kur’ân-ı Kerim’de, Allah’ın yeryüzüne insanlardan bir elçi gönderdiği vurgulanırken bunun insanlık için büyük bir lütuf olduğuna dikkat çekilir ve Hz. Peygamber’e şöyle söylemesi gerektiği bildirilir:
“Eğer yeryüzünde gezip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten, peygamber olarak bir melek gönderirdik.” (İsra, 17/95)
Allah’ın, insanlara, elçi olarak bir melek göndermeyip bir insanı seçmesi, razı olacağı mükemmel insan modelini açıkça göstermek içindir. Peygamber, diğer insanlar gibi yer, içer, evlenir, çocuk sahibi olur, alışveriş yapar, hastalanır, üzülür, sevinir, özlem duyar, arzu eder, korkar, heyecan duyar, acıkır, susar ve yorulur, her insanın yaşadığı halleri ve duyguları yaşar. Allah, bu halleri ve duyguları yaşayan bir insanın nasıl davranması gerektiğini arzu ediyorsa peygamber de öyle davranarak insanlara örnek olmuştur. Böylelikle onun sünneti bize, hayatta karşılaşılan çeşitli durumlarda Allah’ın hoşnut olacağı şekilde davranmamızı öğretir. Peygamberin görevi kitabı ulaştırmakla sınırlı olsaydı, bu tebliğ vazifesi için bir melek de yeterli olabilirdi. Oysa melek yaratılış özellikleri bakımından tamamen farklı olduğu insana nasıl örnek olabilirdi? Acıkmayan, susamayan, hasta olmayan, evlenmeyen bir varlık emir ve yasakları bildirse dahi bunları hayatına aktaramayacağı için birçok şeyi anlamak imkânsız olacaktı. Dolayısıyla insanlara içlerinden birinin elçi olarak gönderilmesi, o elçiye verilen örnek olma vazifesi ile ilişkilidir. Bu konuda ayrıca “Sizin için Allah resûlünde güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb, 33/21) ve “Şüphesiz sen ahlakça en yüksek mertebedesin.” (Kalem, 68/4) ayetlerini de unutmamalıyız.
Kur’ân-ı Kerim, insanlara peygambere karşı görevlerini de öğretmiştir. Bu görevlerin başında peygambere itaat etmek vardır:
“De ki: Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki, Allah kâfirleri sevmez.” (Âl-i İmran, 3/32)
Dikkat edilirse, bu ayette hem Allah’ın hükümlerine boyun eğme hem de peygambere boyun eğme emri ayrı ayrı vurgulanmıştır. Bir başka deyişle Resûle itaat, Allah’tan itaatten farklı bir yükümlülüktür. Daha da dikkat çekici olan husus, ayetin devamında bu emirden yüz çevirenlerle ilgili “Allah kâfirleri sevmez” denilmiş olmasıdır. Bu ifade, peygambere itaatin gerekliliğini kabul etmenin, iman ile bağlantısını ortaya koyar. Resûle itaat, onun emir ve tavsiyelerini dikkate almak ve uygulamak imanın bir gereğidir.
Kur’ân-ı Kerim, peygambere itaat edilmesini emrettiği gibi bir de tâbi olunmasını yani ittibayı emreder. İtaat, hükümlerine boyun eğmek, tâbi olmak ise, izinden gitmek, adımlarını takip etmek, örnek şahsiyetine uymak demektir. Tâbi olmak ona tapınmak anlamına gelmez. Allah peygamberine insanlara şöyle seslenmesini emretmiştir:
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Âl-i İmran, 3/31)
Bu ayet-i kerime, Allah’ı seven kişilerin peygamberin yolundan gitmesi gerektiğini kesin bir dille anlatmaktadır. Peygamberin izinden gitmek, ibadetler ve ahlak başta olmak üzere kişinin hayatında onu ölçü alması, onun sözlerine ve fiillerine kayıtsız kalmamasıdır. Kur’ân-ı Kerim, peygambere tâbi olanların Allah tarafından sevileceği ve günahlarının bağışlanacağı müjdesini verir. Peygambere tâbi olmak, onun hayatını ve sünnetini bilerek onun yolundan gitmektir.
Öte yandan Kur’ân-ı Kerim’in, peygambere karşı gelmekten sakındırdığı, ona muhalefet edenleri ağır bir dille kınadığı görülür:
“Peygamberin emrine aykırı davrananlar başlarına ya bir belânın gelmesinden yahut can yakan bir cezaya çarpılmaktan korksunlar!” (Nur, 24/63) Peygambere muhalefet etmek, bile bile ona karşı çıkmak, bir yönüyle sünnetini dikkate almamaktır.
Çoğumuz peygamber efendimizin ve sahabenin hayatına dair birtakım anekdotlar okumuşuzdur. Bu olayların önemli bir kısmında bir sorusuna cevap aramak ya da bir sorununu çözmek için Peygamber efendimize başvuran bir sahabi veya sahabilerle karşılaşırız. Onlar hayatlarında yol gösterici olarak öncelikle peygamberi görüyorlardı, cevap ve çözümleri ondan bekliyorlardı. Peygamber Efendimiz onların sorularına veya problemlerine çözüm getiremediğinde bir ayet ya da sure iniyordu. Zaten inen ayet ve sureleri de yine O’ndan işitmiş oluyorlardı. Başlı başına bu durum bile Hz. Peygamber’in dinin hükümlerini belirleme konusundaki rolünü ortaya koymak için yeterlidir. Özetle Peygambere inanmak onun yol göstericiliğine de inanmak demektir.
Not: Bu yazı, özellikle hadis, sünnet ve bu alanlarla doğrudan ilişkili diğer meselelerde Müslümanların istifade etmesi amacıyla Meridyen Derneği'nin ev sahipliğinde hayata geçirilen geniş perspektifli bir çalışmanın parçasıdır. Konu edinilen meseleler, alanlarında uzman isimlerin bir araya geldiği bir istişare grubunda tüm yönleriyle ele alındıktan sonra, her başlık müstakil olarak ilgili yazar tarafından telif edilmiştir. Çalışmaya şu isimler katkı sunmaktadır: Prof. Dr. Ahmet Yücel, Prof. Dr. Ayşe Esra Şahyar, Doç. Dr. Fatma Kızıl, Doç. Dr. Rahile Kızılkaya Yılmaz, Doç. Dr. Dilek Tekin ve Dr. Betül Yılmazörnek.