Güneydoğu Anadolu'da Seyyidler

08 Ocak 2010

Arapça sâde fiilinden türetilmiş olup sahip, melik, efendi, büyük bir topluluğu idare eden, kendisine itaat edilen kişi anlamlarına gelen seyyid ile yine Arapça şerufe fiilinden türetilmiş olup yüksek konumda olan, onur ve asalet sahibi kişi anlamlarına gelen şerif kelimeleri terim olarak İslam dünyasının her yerinde Hz. Peygamberin soyundan gelen kimseler için kullanılır.(1) Bununla birlikte, tarihi kayıtlar bize seyyid ve şerîf kavramlarının kapsamının muhtelif zaman ve fırkalara göre değişik şekiller aldığını, Fatımîler döneminde (910-1171) ise seyyid deyiminin Hasan ve Hüseyin'in evladına tahsis edilmiş olduğunu, daha sonra da Hasan evladına şerif ve Hüseyin evladına da seyyid denildiğini göstermektedir.(2) Günümüzde Güneydoğu Anadolu'da hem Hasan hem Hüseyin evladı için seyyid kavramı kullanılmaktadır.

Seyyidlerin Bölgeye Gelişleri

 

Değişik zaman ve vesilelerle İslam dünyasının her tarafına dağılan seyyidlerin Güneydoğu Anadolu bölgesine de gelip yerleştikleri görülmektedir. Bölgedeki seyyidlerin göçlerinin Bağdat'tan gerçekleştiği ve bunun orada yaşayan bir hükümda­rın yaptığı zulümlerden kaynaklandığı, Güneydoğu Anadolu'da halk arasında yaygın bir kanaattir. Kimi seyyid ailelerinin Harun Reşid döneminin tekabül ettiği miladi sekizinci yüzyılın sonları ile dokuzuncu yüzyılın başlarında Bağdat'tan bölgeye göç ettikleri anlaşılmaktadır. Abbasi halifeliğinin Moğollar tarafından ortadan kaldırıldığı 656/1258 yılına yakın veya onu izleyen tarihlerde de Bağdat'tan bölgeye kimi seyyid göçlerinin olduğu görülmektedir.(3)

Seyyidlerin bölgeye gelişlerini tek bir olaya bağlamak ve belli bir tarihle sınırlandırmak doğru değildir. İslamlaşma sürecinde bölgedeki Arap fetihleri neticesinde kimi seyyidler göç etmiş olabilir. Özellikle Abbasiler döneminde gerek Harun Reşîd döneminde, gerekse Moğol istilasını müteakip dönemde bölgeye önemli miktarda bir seyyid göçünün gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Bu göçlerin gerçekleşmesinde Şam'ın(4) kuzeyinde ve Bağdat'ın da kuzeybatısında yer alan Güneydoğu Anadolu'nun buralara yakın bir konumda olmasının ve Şam ile Bağdat'ı bölgeye bağlayan işlek ticari yolların mevcudiyetinin de büyük etkisi olmuştur. Bu özelliğinden dolayı bugünkü Güneydoğu Anadolu bölgesi, Batı Anadolu ve Trakya'ya yerleşen seyyidler için bir geçiş noktası olmuştur. Bölgeye gelen seyyidlerin kültürel yapılarında zamanla büyük değişiklikler ol­muştur. Siirt ve Mardin gibi daha Emeviler zamanında buralara göç etmiş olan Bekr b. Vail'in soyundan gelen Arap kabileleri arasına yerleşenler dil ve geleneklerini koruya­bilmiş iseler de Erzurum ve Erzincan'a göç edenler Türkleşmiş, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da kalanlar ise Kürtleşmişledir.(5)

Bölgedeki Seyyid Profili

 

1. Bölgenin seyyid profilinde göze çarpan en önemli öğe Becirman seyyidleridir. Halk arasında anlatıldığına göre Midyat yöresindeki Gir Beş mevkiine gelen ataları Seyyid Bilal'e, Arba Beyi (günümüzde Midyat'a bağlı bir köy) tarafından adı geçen mevki hibe edilir ve orada bir köy kurulur. Kendilerinden vergi alınmadığı için köye vergisiz anlamında Becirman adı verilir. Günümüzde Batman/Gercüş'e bağlı olan bu köyün adı Cumhuriyet döneminde Vergili olarak değiştirilir. Seyyid Bilal'in mezarı bu köydedir. Halk arasında anlatıldığına göre, Seyyid Bilal'in Şeyh Hasan ve Seyyid Ahmed adlarında iki kardeşi; Seyyid Ali, Seyyid Nasır, Seyyid Mirza, Seyyid Hacı Murad, Seyyid Hacı Haşim, Seyyid Kiça ve Seyyid İsmail adlarında 7 çocuğu vardı. Becirman seyyidlerinin bu isimlere nisbet edilen yedi kolu bulunmaktadır.

Becirman seyyidleri zamanla etrafa dağılırlar. Günümüzde Gercüş, Dargeçit, Nusaybin, İdil, Kızıltepe, Midyat Cizre ve Silopi civarında önemli miktarda Becirman seyyidleri yaşamaktadır.

Son yıllarda hızlı bir nüfus artışı sonucu il olan Batman şehir merkezine başta Becirman seyyidleri olmak üzere önemli bir seyyid nüfus akın etmiştir.

 

2. Bölgenin seyyid profilinde göze çarpan bir diğer öğe de, seyyid oldukları söylenen şeyh aileleridir. Seyyidler ve şeyhler arasında şüphesiz çok özel bir ilişki bulunmaktadır. Bunda seyyidlerin zühd ve takvaya meyyal olmaları, ehl-i tasavvufun öteki Müslümanlara nazaran Ehl-i beyt'i daha ziyade sevmesi(6) ve seyyid birinin seyyid olmayandan daha hayırlı olduğu düşüncesinden hareketle, bir seyidin seyyid olmayan şeyhe biat etmemesi gerektiği ve böyle bir durumun seyyidlere layık olmadığı şeklindeki düşünceler(7) etkili olmuştur.

 

Mevlânâ Halid'in halifesi Seyyid Taha en-Nehrî'nin ve Seyyid Sıbğatullah el-Arvasî'nin Nakşibendilikteki konumu ve bunların halk arasında seyyid olması(8), bu aileyi bölgenin en kutsal görülen ailelerinden biri haline getirmiştir.

Şeyh Mahmud Nedim, Şeyh Güzel Barslan, Mu­hammed Şerif Sükuti, Kuddusi Münir ve Şeyh Sadık Diyarbakır'da yaşamış olan seyyid şeyhler olarak bilinmektedir.

Sosyal Yaşamda Seyyidliğin Etkileri

 

Bölgedeki seyyidlerin sosyal statülerini belirleyebilmek için XVII. yüzyılda Bit­lis Emirliği örneğinden hareket edeceğiz.  

Seyyidlerin bölgedeki bu statülerini daha da belirgin hale getirmek amacıyla bu emirlikteki sosyal yapı ile ilgili şöyle bir sınıflandırmaya gidebiliriz.

1.Siyasi Elit: Bunlar Cumhuriyet öncesinde beyler ve ağalar, Cumhuriyet sonra­sında ise sadece ağalardır.

2.Dini Elit: Bunlar hem Cumhuriyet öncesi hem de sonrası için şeyhler, molla­lar ve seyyidlerdir.      

Öncelikle seyyidlerin siyasi elit ile özel bir ilişkilerinin olduğuna dikkat çekme­miz gerekir. Bitlis beylerinden Ebdal Han Osmanlı Paşası tarafından beylikten uzaklaştırılınca yerine geçecek oğlunun, aralarında Bitlis seyyidlerinin de bulunduğu özel bir meclis tarafından seçilmesi,(9) beylerin seçiminde seyyidlerin önemli bir role sahip olduklarını göstermektedir. Seyyidlerin bu beylere ahlakî konularda da danışmanlık yapmış olmaları gerektiği hususu da gözden ırak tutulmamalıdır. Bölgedeki diğer beyliklerde de farklı olmayan bu yapının, hemen hemen Cumhuriyet dönemine kadar sürdüğünü söyleyebiliriz.

Seyyidler Cumhuriyet öncesinde ve sonrasında, sözleşmeli olarak toprak ağala­rının yanlarında barınan kimi insanların ağalar nezdindeki sorunlarının çözümünde de arabuluculuk görevi yapmışlardır. Seyyidler ağaların kendi aralarındaki anlaşmazlıklarının çözümünde de önemli roller üstlenmişlerdir. Seyyidler, kutsal sayılan yeşil bir simge sayesinde birbirleriyle çatışan, birbirlerini öldürmek hırsı ile bilenen insanları çatışmadan vazgeçirebilmişlerdir. Seyyidler sadece büyük çaplı çatışmaları durdurmakla kalmaz, kişisel husumet­leri de sona erdirir, küsleri barıştırırlardı.

Seyyidlerin sosyal yaşam içerisindeki bu etkinliğini gösteren hususlar;

l. Zevv Etkinlikleri: Seyyidliğin sosyal yaşam içerisindeki etkinliğinin en önemli tezahürü, türbeleri etrafından oluşturulan, sosyal ve kültürel bir mahiyet alan etkinliklerdir. Zew adı verilen bu etkinliklerde, senede bir defa belli bir yerde ve belli bir zamanda ölmüş seyyid için bir ziyafet merasimi tertib edilmektedir. Güneydoğu Anadolu'da en ünlü zew etkinliği Seyyid Bilal'in anısına Becirman köyünde yapılanı­dır.

Normal zamanlarda affedilmeyen kimi davranışlar, zew etkinliklerinde kendisi için zew düzenlenen şahsın hatırına affedilmeye başlanmıştır. Bu bağlamda kız kaçırma olayına gösterilen tolerans zewlerin en bariz özelliklerinden biri olmuştur. Bölgedeki diğer zewler de hemen hemen bu çerçevededir. Birçok kimse için zevvler psikolojik açıdan rahatlamaya bir vesile olmaktadır. Bu etkinliklere katılanlar bir yükümlülükten kurtulmuş olduklarını düşünmektedirler.

2.Seyyidlerle ahiret kardeşliği tesisi yoluna gidilmesi. Kaynağını Hz. Muhammed (sav)'in muhacirler ile ensar arasında tesis ettiği "Muâkât"tan aldığını düşündüğümüz bu gelenek uyarınca, bölgede bazı kimseler kendilerinden daha üstün gördükleri seyyidlerle ahiret kardeşliği tesisi yoluna gitmektedirler. Seyyidlerle ahiret kardeşliği tesisinin en önemli nedeni, onların ahirette kendile­rine şefaatçi olacakları şeklindeki inançtır. Ahiret kardeşliğinin tesisi çok basit bir merasimden ibarettir. Seyyid kişi, kar­deşlik talebinde bulunan kimseye "Ben seni kendime ahiret kardeşi olarak kabul ettim." der, sonra birer Fatiha okunur ve böylece manevi kardeşlik başlar ve bu durum ölünceye kadar devam eder.

3.Seyyidlerin adları ile yemin edilmesi. Seyyidlerin sosyal yaşam içerisindeki et­kinliğini gösteren bir diğer önemli husus, günlük hayatta onların adları ile yemin edilmesidir. Yemin eden seyyidin kendisi de olabilir.

4. Seyyidlerin isimlerinin çocuklara verilmesi de toplumda sıklıkla görülen bir husustur.

Konuyu asıl önemli kılan husus şüphesiz ki teseyyüd hadisesidir.

Teseyyüd Hadisesi

 

Abbasiler'den başlamak üzere Osmanlılar'a gelinceye kadar geçen bütün Müs­lüman devletlerde, seyyidlere Hz. Peygamberin soyundan geldikleri için farklı bir muamelede bulunulduğu bilinen bir husustur. Seyyidlere devlet tarafından maaş bağlanması  (ganimet ve  fey gelirlerinden belli bir pay almaları), vergiden muaf  tutulmaları ve askere alınmamaları bu kabilden sayılabilir.(10)  Seyyidlere tanınan bu tür ayrıcalıklardan yararlanmak için bir çok insanın teseyyüd teşebbüsünde bulunduğu tarihi bir gerçek olarak ortada durmaktadır. Nitekim II.Bayezid devrinde Nikabet teşkilatının yeniden ihdasının nedenlerinden biri de seyyidlik iddiasında  bulunan kimselerin varlığı olmuştur.(11) Osmanlılar döneminde sıkı takibat ve teftişlere rağmen yalancı şahitlerle ve çeşitli yollarla ele geçirilen sahte siyadet hüccetleri (bir kişinin nikabet teşkilatından seyyid olduğuna dair bir belge alması) ile seyyid olduğunu iddia edenler olmuş, diğer yandan bir siyadet hüccetinin geçerliliğine delil olsun diye sahte tomarlar (bahrü'l-ensablar), siyadet silsileleri/şecereleri tertib edilmiştir.(12)

Müteseyyidlere mani olmak, haksız yere neseb iddiasında bulunanları ve seyyidler arasına  sızmak isteyenleri araştırıp, benzerlerini böyle bir teşebbüsten vazgeçirecek bir ceza ile cezalandırmak Nikabet Teşkilatı'nın başında yer alan Nakibu'l-Eşraflarm görevleri arasında yer almıştır.(13)  Her ne kadar günümüzde seyyidlere devlet tarafından bir takım ayrıcalıklar tanınmıyorsa da, güneydoğuda seksenli yıllara kadar devam eden şeyh-ağa temelinde­ki geleneksel yaşam tarzı içerisinde yerini bulan seyyid saygınlığından yararlanmak isteyen bazı kimseler seyyid oldukları iddiası ile ortaya çıkmaya başlamışlardır. Bu gibilerine tanıklık eden insanlar hala yaşamaktadır. Bölgedeki bazı Hristiyanlar'ın (Süryani ve Ermeni) Müslüman olduklarında, geçmişteki durumlarının kendileri üzerinde meydana getirdiği ezilmişlik psikolojisin­den kurtulmak ve bir rahatlama içerisine girmek için seyyid olarak ortaya çıkmış oldukları yaşayan tanıkları tarafından dile getirilen bir husustur.

Bir seyyidlik alameti olarak Osmanlı imparatorluğunun başından beri yaygın olan yeşil renk aynı zamanda bir teseyyüd aracı olarak da kullanılmıştır.

Bölgedeki seyyidlerin şecerelerine gelince, çoğunlukla seyyidlerde her hangi bir şecereye (nesebname, silsile, soykütüğü) rastlanmamaktadır.(14) Birçok seyyid şecerelerinin var olduğunu ancak kendilerinde bulunmadığım ya da falanca yerde bulunduğunu ifade etmektedir. Cumhuriyet döneminde seyyidleri denetleyen ve teseyyüdü önlemeye çalışan bir kurum olmadığı için, seyyidlerin de ellerinde şecere bulundurma, şecerelerini güncelleştirme, ya da siyadet hüccetleri edinme gibi bir durumları söz konusu olmamıştır. Nikabet teşkilatının caydırıcılığının zirvesinde olduğu Osmanlı döneminde bile teseyyüd hadisesinin önüne geçilememişken, bu konuda hiçbir denetimin olmadığı Cumhuriyet döneminde teseyyüd hadisesinin önüne hiç geçilemeyeceği açıktır.

Peki seyyid ve müteseyyidlerin iç içe girdiği günümüzde gerçek seyyidlerin müteseyyid olanlarından ayıklanması mümkün müdür? Bu sorunsalın çözümünde başvurulacak ilk merci Osmanlı dönemindeki ilgili kayıtlardır. Bilindiği gibi Osmanlı döneminde her hangi bir nedenden dolayı (şecerelerin kaybolması ya da tutulmamış olması gibi) seyyidliklerini ispat etmek isteyenler; ya İstanbul'da bulunan Nakîbu'l-Eşraf'a ya da diğer yerlerdeki Nakîbu'l-Eşraf vekillerine müracat ederek, İstanbul'daki Nikabet Teşkilatı Merkez Dairesinde nakîbu'l-eşrafların tutmuş oldukları Türkiye'deki tüm seyyid ve şeriflerin isimlerini havi sadat defterlerindeki kayıtların esas alınmasıy­la, siyadetlerini ispat  edebiliyorlardı.(15)


1) C.Von Arendok, “Şerif”, İslam Ansk, İst.1997, XI, 543.

2) Murat Sarıcık, Osmanlı İmparatorluğunda Nakibu´l-Esraflık Müessesesi, (Nakîbu´l-Eşraflık), TTK Yay., Ankara 2003, s.4; Cahit Baltacı, “Osmanlılar Döneminde Nakîbu´l-Eşraflık Müessesesi ve Nakîbu´l-Eşrâf Defterleri”, IV.Milli Türkoloji Kongresi, 1981, s.l.

3) Ferit Aydın, Tarikatta Rabıta ve Nakşibendilik, İst. 1996, s.238.

4) Şam´dan bölgeye göç eden Şeyh Hasan b.Seyyid Abdurrahman için bkz. Şerefhan Bidlîsî, Şerefnâme,(çev.M.Emin Bozarslan), Deng yay., İst. 1998, s. 190.

5) Aydın, a.g.e., s.238.

6) Şehbenderzade, a.g.e., s.394.

7) Muhammed Ebu´l-Hüda es-Sayyâdî, Dav´u´ş-Şems, yy. ty., s.299.

8) YükseU.g.e.,s,87.

9) Bruinessen, Martin Van, Ağa, Şeyh ve Devlet, (Çev.Remziye Arslan), Özge Yay. Ankara ty.,s.2O6.

10) Sarıcık, Nakîbui-Eşraflık, s.86-110; Sarıcık, Kurum ve Mahiyet Olarak Ehl-i beyt, (Ehl-i beyt), İst. 1997,s.252.

11) Ali Emin, Tarih ve Edebiyat Mecmuası, sayı, 19, İst. 1355, s.420-421; Sarıcık, Nakîbu´l-Eşraflık, s.61.

12) Sarıcık, Nakîbu´l-Eşraflık, s.81,140.

13) Sarıcık, Nakîbu´l-Eşraflık; Sarıcık, Ehl-i beyt, s.238.

14) Bölgedeki şecerelere bir kutsallık da atfedilmektedir. Şecereler herkese gösterilmemekte, kimilerine göre bunun için kurban kesilmesi gerekmektedir. Araştırmalarım esnasında biri yaşlı bir zata, diğeri bir mollaya ait, enleri 15-20 cm., boyları 3-4 m. uzunluğunda iki şecere görebildim. Bunların baş kısımlarında bulunan  Ehl-i  beyt   ile   ilgili  ayet  ve   hadislerin  yer  aldığı  dibace   bölümünden   sonra,   şecerede Hz.Peygamberden başlayarak günümüze kadar gelen seyyidlerin isimleri yer alır. Her ismin altında da o şahsa ait kısa bilgiler yer alır. Bu şecereler kutsal görüldüğü için fotokopilerinin alınmasına ya da üzerlerinde inceleme yapılmasına pek müsaade edilmemektedir.

15) Ali Emiri, Tarih ve Edebiyat Mecmuası, sayı, 19, İst. 1355, s.421; Sarıcık, Nakîbu´l-Eşraflık, s.142.