Hadis Olarak Bilinen Asılsız Sözler (I)

Sahabeyi böyle  bir  kabul ve  inanca  yönelten  çeşitli etkenler  vardı.  Bunların başında  Allah'ın  ayetleri  ve  Rasûlullah (sav)'ın  hadisleri  gelmektedir.  Yüce Allah, Kitabının çeşitli ayetlerinde son peygamberi Hz. Muhammed (sav)'i uyulması gereken en güzel model olarak göstermiş; [3] O’nun yoluna (sünnetine) tâbi olunmasını [4]  ve ona itaat edilmesini emretmiştir. [5] Peygamberinin asli görevini de Allah'ın dinini insanlara eksiksiz olarak duyurma, [6] gerektiğinde açıklama [7] ve Kur'an'da açıkça yer almamış kimi konularda hüküm koyma [8] olarak belirlemiştir. Benzer şekilde Hz. Peygamber de ümmetine, kendine itaat etmelerini [9]  ve kendisinin apaçık yolunu izlemelerini [10] emretmiştir. Ümmetine, sıkıca sarılıp hidayet üzere kalmaları için "birbirinden ayrılmaz iki şey" bıraktığını söyleyerek, bunlardan birinin "Allah'ın Kitabı", diğerinin de "Kendisinin Sünneti" olduğunu haber vermiştir. [11] Ayrıca "Bana Kur'ân'la birlikte onun bir benzeri daha verildi" [12] buyurarak  böylelikle  hadislerine  kıymet  verip  yüceltmiş;  onların  kesinlikle gereken ilgiden yoksun bırakılmamasını, ihmal ve terk edilmemesini bildirmiştir.

Hadislerin taşıdığı bu değer ve dinî konumundan dolayı Hz. Peygamber ayrıca hadisin öğrenim ve öğretiminde ihtiyatlı davranılıp hadis diye belirtilen sözün, kendisine aidiyetinden ve metninin doğruluğundan kesin emin olunmadıkça kabul veya nakledilmemesini istemiştir. Abdullah b. Ömer'e (ra) yaptığı bir tavsiyede, "Ey İbn Ömer, dinine sahip ol, dinine sahip çık! O senin etindir, kemiğindir. Onu kimden öğrendiğine dikkat et; istikamet üzere olan kimselerden al, eğri büğrü olanlardan alma!" [13] buyurmuştur. Burada "din" sözüyle, dinin öğrenilip yaşanacağı temel kaynaklar sıralamasında Kur’ân-ı Kerîm'den hemen sonra gelen "hadis-i şerif"in kastedildiği malumdur. Bundan başka, Kendisinin söylemediği bir sözü hadis diye ortaya atmanın yahut buna göz yummanın cehenneme girmeye sebep büyük bir günah olduğunu bildirmiş, şöyle buyurmuştur: "Kim bile bile benim ağzımdan yalan uydurursa, cehennemdeki yerine hazırlansın." [14] "Benim ağzımdan uydurulmuş, bana ait olmayan bir sözü ben söylemişim gibi nakleden kişi, iki yalancıdan biridir." [15]

Allah Rasûlü (sav)'nün bu sert uyarıları, sahabeyi hadis naklinde son derece dikkatli ve  temkinli  olmaya  sevk  etmiştir.  Bu uyarıların  muhatapları  olmamak  için hadisleri Rasûlullah (sav)'ın ağzından çıktığı şekliyle nakletmeye büyük özen göstermişler; hadislerde eksiklik veya fazlalık yapılmasını, hadisin lafızlarının benzerleriyle/eşanlamlılarıyla dahi olsa değiştirilmesini ve cümledeki yerlerinden ileri veya geri alınmasını Hz. Peygamber'in ağzından hadis uydurmak olarak kabul   etmişlerdir.   Böylece   hadis   diye   belirtilen   sözü,   Hz.   Peygamber'e aidiyetinden veya metninin doğruluğundan emin olmadıkça hadis olarak kabul etmedikleri gibi bunları hadis olarak nakletmekten de şiddetle kaçınmışlardır. Bu konuda o kadar dikkatli ve titiz davranmışlardır ki hadiste yapılacak bir hata sebebiyle Rasûlullah (sav)'ın cehennemle tehdidine muhatap olmaktan duyduğu endişeyle bazı sahabeler neredeyse hiç hadis nakletmemişlerdir. [16]

Allah Rasûlü (sav)'nün sert uyarıları, sahabeyi hadis naklinde son derece dikkatli ve  temkinli  olmaya  sevk  etmiştir.  Bu uyarıların  muhatapları  olmamak  için hadisleri Rasûlullah (sav)'ın ağzından çıktığı şekliyle nakletmeye büyük özen göstermişler; hadislerde eksiklik veya fazlalık yapılmasını, hadisin lafızlarının benzerleriyle/eşanlamlılarıyla dahi olsa değiştirilmesini ve cümledeki yerlerinden ileri veya geri alınmasını Hz. Peygamber'in ağzından hadis uydurmak olarak kabul   etmişlerdir.

Zübeyr b. Avvam'ın, "Niçin bazı kimselerden işittiğim gibi senin de Rasûlullah (sav)'tan hadis naklettiğini ettiğini duymuyorum?" diyen oğlu Abdullah'a verdiği cevap, sahabenin hadis konusundaki titizliğini göstermektedir: "Ben Müslüman olduğumdan beri Hz. Peygamber'den hiç ayrılmadım; fakat  O’nun  'Kim  bile  bile  benim  ağzımdan  yalan  uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın' buyurduğunu işittim." [17] Onun bu açıklamasından, hadis rivayetinden kaçınma sebebinin, hadisin sözlerinde yanlış yapmaktan ve böylece Hz. Peygamberin söylemediği bir sözü -farkında olmadan- onun ağzından nakletmekten duyduğu endişe olduğunu anlıyoruz.

Aynı şekilde Abdullah b. Abbas ile Büşeyr el-Adevî arasında yaşanan aşağıdaki olay da sahabenin hadis konusunda oldukça temkinli davrandıklarını göstermektedir. "Büşeyr el-Adevî, "Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu, Rasûlullah (sav) böyle buyurdu" diyerek Abdullah b. Abbas'a hadisler okumaya başlar ancak İbn Abbas ona kulak vermemekte ve onunla ilgilenmemekteydi. Bunun üzerine Büşeyr, "Ben sana Rasûlullah'tan (sav) hadis naklediyorum; ama sen dinlemiyorsun!" diyerek İbn Abbas'ın hadislere karşı umursamaz tutumundan yakınır. Bunun üzerine İbn Abbas ona şu cevabı verir: "Bizler, bir zamanlar birileri "Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu" dediğinde gözümüzü dört açar, söylenenleri  dinlemek  için  dikkat  kesilirdik.  Fakat  insanlar  hırçın  ve uysal her deveye binmeye (yani anlamadan ve doğruluğundan emin olmadan her duyduklarını nakletmeye) başladıklarından beri bildiklerimizden başkasını onlardan dinlemez olduk." [18]

Sahabenin hadis konusunda gösterdiği bu titizliği bugün biz de hadislerin kabulünde ve naklinde aynı şekilde gösterebilmeliyiz. Bize “hadis” diye söylenen  yahut  hadis  diye  okuduğumuz  her  sözü  -özellikle doğruluğundan emin olamayıp şüphe ediyorsak- “hadis-i şerif” olarak kabul etmekte acele etmemeli, ihtiyatlı ve akıllıca hareket etmeliyiz. Eğer yapabiliyorsak bizzat kendimiz o sözü doğrudan hadis kaynaklarından araştırmalı ve  mümkünse  bu  iş  için  Arapça  kaynakları,  yoksa  Türkçe  temel  hadis kaynaklarını tercih etmeliyiz. Fakat mutlaka ana hadis kaynaklarını kullanmalıyız. Şayet  kendimiz  kaynaklarda  araştırma  imkânına  sahip  değilsek,  bunun  için gerekli bilgi ve yetkinliği taşımıyorsak, ilmiyle amel eden, güvendiğimiz bir ilim ehline danışıp sormalıyız. Bunu mutlaka yapmalıyız ki sahabenin hadisteki titizliğine benzer bir ihtiyat ve tedbiri günümüzde gerçekleştirmiş olabilelim.

"Hadis okumak" istediğimizde de okuyacağımız kitaplar temel hadis kaynaklarından olmalıdır. Beden sağlığımız için gereken ilacı nasıl ki başka bir kimseden veya yerden değil de doktordan öğrenip eczaneden satın alıyorsak aynı şekilde Allah Rasûlü (sav)'nün hadislerini de yüzyıllardır İslam dünyasınca genel kabul görmüş temel hadis kitaplarından okumalı ve öğrenmeliyiz. Günümüzde kaynakların  bu  konudaki  ihtiyacı  fazlasıyla  karşılayacak  yeterlilikte  Türkçe çevirileri de bulunmaktadır. Evlerimizde nasıl ki en azından bir adet Mushaf bulunduruyor, onu her fırsatta okuyorsak aynı şekilde en azından temel bir hadis kitabını bulundurabiliriz/bulundurmalıyız ve Kur’ân'ın yanısıra okuyabiliriz/okumalıyız.

Hz. Peygamber'in söylemediği fakat hadis diye bilinen sözler, daha çok vaaz ve nasihat kitaplarında karşımıza çıkıyor. İçinde sahih, hasen ve zayıf hadislerin yanı sıra uydurma hadislerin de bulunduğu bu kitapların halk tarafından çokça okunması sebebiyle bu uydurma hadisler zamanla toplumda iyice yayılmış ve genel kabul görmüştür. Bu sözlerin bir kısmı anlam olarak doğru olsalar bile asla hadis değildirler ve bu ayırım çok önemlidir.

Hz. Peygamber'in söylemediği fakat hadis diye bilinen sözler, daha çok vaaz ve nasihat kitaplarında karşımıza çıkıyor. İçinde sahih, hasen ve zayıf hadislerin yanı sıra uydurma hadislerin de bulunduğu bu kitapların halk tarafından çokça okunması sebebiyle bu uydurma hadisler zamanla toplumda iyice yayılmış ve genel kabul görmüştür. Bu sözlerin bir kısmı anlam olarak doğru olsalar bile asla hadis değildirler ve bu ayırım çok önemlidir. Bu durumlarda bizi öncelikle ilgilendiren, hadis diye belirtilen sözün anlamı değil, gerçekten hadis olup olmadığıdır. Bir sözün anlamca doğru olmasının, o sözü hadis yapmayacağı herkesçe malumdur. Aksi takdirde anlamı doğru olan bütün sözlerin hadis kabul edilmesi gerekir ki bu, gerçeğe aykırıdır.

Hz. Peygamber’in söylemediği bir sözü O söylemiş gibi nakletmek, ona iftira atmak olur ki bunun cezasını da Allah Rasûlü (sav) kendisi, yukarıda naklettiğimiz hadiste geçtiği üzere cehennem olarak bildirmiştir. Öyleyse hadisler konusunda sahabenin gösterdiği ihtiyat ve tedbirin benzerini göstermek, en azından hadis diye belirtilen her sözü, kaynağını öğrenmeden, Hz. Peygamber'e aidiyetinden ve metninin doğruluğundan emin olmadan nakletmemek yerinde bir davranış olacaktır.

“Hadislerin din olduğu” dikkate alındığında, uydurma hadislerin dinin doğru anlaşılmasında ve yaşanmasında ne büyük bir tehlike arz ettiği ortadadır. Bundan dolayı geçmişte hadis âlimlerimiz, hadis diye uydurulmuş sözleri tespit etmek için büyük çabalar ortaya koymuşlar, bu uydurma hadisleri listeleyen kitaplar kaleme almışlardır. Ancak bu kitaplar ne yazık ki daha çok araştırma merkezlerinin, kütüphanelerin ya da yayıncıların raflarında kalmış, bir türlü halkın gündemine girememiştir.

Önemli bir eksiklik olarak gördüğümüz bu durumun giderilmesi, halkın dilinde hadis diye dolaşan asılsız sözlerin ayıklanıp doğrunun ortaya konması uzun zamandır içimizde büyüttüğümüz bir arzuydu. Artık bu arzumuzu gerçekleştirme yolunda ilk adımızı atmış bulunuyoruz. "Hadis Olarak Bilinen Asılsız Sözler" başlığı altında, takip edeceğinizi umduğumuz, hadis diye uydurulmuş sözlerin araştırılıp incelendiği yazıları sizinle paylaşacağız. Hadisler hakkındaki yorum ve değerlendirmelerde, İslam âlimlerinin açıklamalarını dayanak alacak, onları  günümüzün  dünyasına  taşıyacak ve bugünün diliyle konuşturacağız. Gerekli görmedikçe kişisel görüş ve açıklamalarda bulunmayacağız. Bu sebeple hadisler hakkındaki yorum ve değerlendirmeler öncelikle bize değil, kıymetli âlimlerimize aittir. Kendilerini bu vesileyle rahmet ve minnetle anıyoruz.

Uydurma hadisleri araştırma ve incelemeyi gaye edinen bu hadis yolculuğumuzda en büyük yardımcımız elbette Rabbimiz Allah’tır. O'na güvenip dayanıyor ve yazdıklarımızda bizi hakka ve hakikate ulaştırmasını O'ndan niyaz ediyoruz. Yüce Allah, Peygamberine ait olan sözlerden ona ait olmayanları ayırd etmek için gösterdiğimiz bu çabayı, Sevgili Peygamberi'ni de memnun eden ve böylelikle şefaatine ermeyi umduğumuz bir salih amele dönüştürsün. (Amin)


Dipnotlar:

1- Hatîb el-Bağdâdî, el-Camiu li-ahlâki'r-râvi, I, 129.

2- Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye fî ilmi'r-rivâye, I, 121.

3- Ahzab (33), 21.

4- En'âm (6), 153.

5- Bu konuda pek çok ayet vardır, bazıları için bkz. Nisâ (4), 13; Şuarâ (26), 108; Teğâbün (64),

12; Enfâl (8), 1.

6- Mâide (5), 67.

7- Nahl, (16), 44; İbrahim (14), 4.

8- A'râf (7), 157; Tevbe (9), 29.

9- Buhârî, Cihad, 108; Ahkâm 1; İ'tisam 2; Müslim, İmâre 1835, Fezâil 2283. 10- Buhârî, İ'tisâm 1.

10- Buhârî, İ'tisâm 1.

11- Hâkim, Müstedrek, I, 172; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, X, 114; Dârekutnî, Sünen, IV, 245.

12- Ebû Davud, Sünnet 6.

13- Ramehürmüzî, el-Muhaddisü'l-fâsıl, s.416; Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, I, 121.

14- Buhârî, İlim 38, Cenâiz 33; Müslim, Mukaddime 2, 3.

15- Müslim, Mukaddime 8, 19.

16- İbn Kuteybe, Te'vîlü muhtelifi'l-hadîs, s.39.

17- İbn Mâce, Mukaddime 4 (36).

18- Müslim, Mukaddime 13.

 

(Yazının ikinci bölümü için tıklayınız.)