"Nefsini bilen, Rabbini bilir"
مَنْ عَرَفَ نَفْسَهُ فَقَدْ عَرَفَ رَبَّهُ
Yaptığımız araştırma sonunda bu rivayetin, sahih hadisin zorunlu öğelerinden olan senedden yoksun olduğunu gördük. Hadis olduğu söylenen bu sözün hiçbir kaynakta -sağlam bir yana zayıf bile- herhangi bir rivayet senedine rastlamadık.
Hadis ilminde "sened", "hadisi son olarak rivayet eden muhaddisle Hz. Peygamber arasında bulunan râvîlerin isimleri"ni gösteren oldukça önemli bir öğedir. Bize hadisin sahih olup olmadığı hakkında değerli bilgiler verir. Hadisin sahih olup olmadığı öncelikle senedinden anlaşılır. Eğer senedi oluşturan râvîler güvenilir, hıfz [1] ve itkan [2] bakımından sağlam kimselerse hadis, -bir kusuru yoksa- sahih kabul edilir. Bu bakımdan hadisin senedi önemlidir. Hadisin sahih olup olmadığını anlamak için önce senedine bakılır. [3] Senedsiz bir hadis, çıkış kaynağı/söyleyeni bilinmeyen bir söz gibidir. Böyle bir sözü -emin olunmadıkça- birine ait göstermek, iftira olmaktan kurtulamaz.
Hadis âlimlerinin, "Nefsini bilen Rabbini bilir" rivayeti hakkındaki değerlendirmeleri özetle şöyledir:
Ebû Muzaffer b. Sem'ânî (ö.489), fıkıh usulüne dair yazdığı Kavâtı’u’l-edille adlı eserinde bu rivayet hakkında "Hz. Peygamberden sabit değildir. Yahya b. Muâz er-Râzî’nin [4] sözü olarak anlatılır. Bu sözün hadis zannedilmesinin sebebi, insanların Hz. Peygamberlerin hadislerinden habersiz olmalarıdır” [5] demiştir. Hadis ilminde "sabit değildir" açıklaması, söz konusu rivayetin "Hz. Peygamber'in hadisi olarak bilinmediği" anlamına gelir. Aynı şekilde İbn Sem'ânî’den hadis için "merfû olarak bilinmiyor" dediği de nakledilmiştir. [6] Ancak bunu teyit edemedik. Şayet bu söz Ebû Muzaffer b. Sem'ânî’den doğru ise onun bu açıklamasından söz konusu rivayetin Hz. Peygamber'e kadar ulaşan bir senedinin de olmadığı anlaşılmaktadır. Biz de yaptığımız çalışmada bu rivayetin herhangi bir senedine ulaşamadığımızı belirtmiştik. Sem'ânî’nin bu açıklaması ile bizim ulaştığımız sonuç örtüşmektedir.
Bir diğer hadis âlimi Sağânî (ö.650) uydurma hadisleri derlediği kitabına bu rivayeti de alarak şöyle demiştir: "Hadis diye uydurulmuş sözlerden biri de 'nefsini bilen Rabbini bilir' sözüdür." [7] İmam Nevevî (ö.676) de bu rivayeti ed-Dürer adlı kitabına almış ve hakkında "(hadis olarak) sabit değildir" değerlendirmesini yapmıştır. [8]
İbn Teymiyye (ö.728) de "nefsini bilen Rabbini bilir" sözünü kitaplarına almış âlimlerden biridir. Fakat o, bu sözü başta hadis olarak kabul etmişse de daha sonra bu kanaatini değiştirdiği görülmektedir. Buğyetu'l-murtâd kitabında "Hz. Peygamber Hakk'ı tanımayı nefsi tanımaya bağlamış ve ‘nefsini bilen Rabbini bilir’ buyurmuştur" [9] derken, Der'u teâruzi'l-akli ve'n-nakl kitabında hadis olduğunu söylemeksizin "insanların dilinde dolaşan meşhur sözlerden biri de ‘nefsini bilen Rabbini bilir’ sözüdür" [10] demekle yetinmiştir. Mecmû'u'l-fetâvâ adlı kitabında da başlangıçta, "nefsini bilenin Rabbini bileceği söylenir” [11] diyerek ondan sıradan bir söz gibi bahsederken, daha sonra bu söz hakkındaki kesin kanaatini şu şekilde ortaya koymuştur: "Bazıları bunu Hz. Peygamber'in hadisi olarak nakletmektedirler. Gerçekte bu, Hz. Peygamber'in hadislerinden olmayıp hadis kitaplarında böyle bir hadis bulunmamaktadır. Ayrıca bu sözün hiçbir rivayet senedi de bilinmemektedir. Geçmiş âlimlere ait bazı kitaplarda, şayet sahih ise "ey insan kendini bil, Rabbini bilirsin" sözü vardır. Anlamı doğru da yanlış da olsa "nefsini bilen Rabbini bilir" sözünü, masum [12] birinden nakledilmediği için hadis olarak kabul etmek ve delil olarak kullanmak mümkün değildir. Anlamına gelince; şayet doğru şekilde yorumlanırsa, anlamı doğru kabul edilebilir..." [13]
İbn Teymiyye'nin bu açıklamasından onun bu söylentiyi Hz. Peygamberin söylemediği aksine onun ağzından uydurulmuş yalan, asılsız bir söz olarak kabul ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim Sehâvî, Aclûnî, Ali el-Kârî, Muhammed Kavukçu ve Muhammed Nâsıruddin Elbânî gibi âlimler onun bu açıklamasından yola çıkarak İbn Teymiyye'nin bu söz hakkında "mevzû=uydurma" dediğini kaydetmişlerdir. [14]
İbn Kayyim (ö.751) de bu sözü tasavvufun ana ilkelerini açıkladığı Medâricu's-sâlikîn adlı kitabında nakletmiş ve ardından şöyle demiştir: "Hadis olmayıp, İsrâiliyyâttandır. [15] Bu söz ayrıca 'ey insan, kendini bil, Rabbini bilirsin" biçiminde de nakledilmiştir." [16]
Sehâvî (ö.902) halkın dilinde hadis diye dolaşan rivayetlerden sahih olanla olmayanı belirtmek üzere kaleme aldığı el-Mekâsidu’l-hasene adlı meşhur kitabına bu rivayeti almış ve Ebû Muzaffer b. Sem'ânî ile Nevevî’nin, bu rivayetin hadis olmadığına dair geçen açıklamalarına yer vermiştir. [17]
Sehâvî’nin çağdaşı Mısırlı hadis âlimi İmam Suyûtî (ö.911) bu sözün de aralarında bulunduğu birkaç hadis hakkında "Bunların tamamı bâtıl olup, hiçbirinin aslı yoktur" demiştir. [18] Burada "bâtıl", "mevzû" anlamında kullanılmış olup "çeşitli maksatlarla uydurulup Hz. Peygamber'e iftira ve nispet edilmiş, düzmece, aslı esası olmayan söz" demektir. Bir hadis nakledildikten sonra ardından “bâtıl” veya “bu bâtıl bir hadistir” denilmişse bu ifade o hadisin uydurma ve yalan bir söz olduğunu gösterir. [19] Ayrıca Suyûtî'nin "hiçbirinin aslı yoktur" sözünde geçen "asıl"dan maksat "hadislerin yazılı olduğu asıl kitap"tır. [20] Dolayısıyla onun bu açıklaması, bu söylentinin yazılı ve muteber hiçbir kaynağının da bulunmadığını gösterir.
Onlardan başka Sefîri (ö.956) [21], Fettenî (ö. 986) [22], Ali el-Kârî (ö.1014) [23], Makdisî (ö. 1033) [24], Ahmed el-Âmirî (ö. 1143) [25], Aclûnî (ö.1162) [26] ve Derviş el-Hût (ö.1277) [27] gibi hadis âlimleri de bu rivayeti kitaplarına almışlar ve kendilerinden önceki âlimlerin, onun hadis olmadığına dair açıklama ve değerlendirmelerine yer vermişlerdir.
Çağımızın meşhur hadis âlimlerinden Elbânî (ö.1999) de bu rivayet hakkında "Aslı yoktur" dedikten sonra o da geçmiş hadis âlimlerinin bu konudaki açıklamalarını aktarmış ve ayrıca şu bilgiyi vermiştir: "Bu hadis hakkında hadis âlimlerinin açıklaması bu olduğu halde son dönemlerde bazı Hanefî fakihler bu hadisi şerh eden kitaplar kaleme almışlardır… Bu âlimler maalesef hadis âlimlerinin sünnete hizmet ve onu sahtesinden ayırma uğrunda ortaya koydukları çalışmalardan istifade etmeye gayret etmemişlerdir..." [28]
"Nefsini bilen Rabbini bilir" rivayetinin hadis olmadığını bildiren âlimlerden bazıları bu sözün kime ait olduğuna dair bilgiler vermişlerdir.
Ebû Muzaffer b. Sem'ânî (ö.489) [29] ve Sefîrî (ö.956) [30] bu sözün sahibinin, Yahya b. Muâz er-Râzî olduğu görüşündedirler.
Muhammed Emir el-Malikî (ö.1228) de bu rivayetin Hz. Peygamber'in hadisi olmayıp, "sıradan insanlara ait bir söz" olduğu kanaatindedir. [31]
Derviş el-Hût (ö.1277), "Bazı âlimler bunun Ebû Saîd Harrâz'ın [32] bazıları da Yahya b. Muâz er-Râzî'nin dillerde dolaşan bir sözü olduğunu bildirmişlerdir" diyerek söylentinin Ebû Saîd Harrâz'a da ait olabileceği ihtimalini dile getirmiştir. [33]
Bazı âlimler bu rivayetin hadis olmasa da anlamının doğru olduğu söylerken[34] bazıları anlamın doğruluğunun da tartışmalı olduğunu bildirmiştir.[35] Sözün anlamını doğru kabul edenler de onu çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır.
Sonuç olarak; bu sözün anlamı doğru kabul edilecek olsa bile bir sözün anlamının doğru olması onu hadis yapmaya yetmez. "Bir ikinin yarısıdır" sözü de doğrudur ve buna kimsenin itirazı yoktur. Şimdi doğru diye bu sözü hadis mi kabul edeceğiz? Bir sözün, Hz. Peygamber'in ağzından çıktığını söyleyebilmek için bundan çok daha fazlasına ihtiyaç vardır. Hadis âlimleri bu prensipleri kitaplarında ayrıntılı olarak açıklamışlardır.
Anlamı ne kadar tartışmalı olursa olsun ortada tartışmasız bir gerçek vardır. Bu da hadis olarak bilinen bu söylentinin hadis ilmi prensipleri bakımından Hz. Peygamberin hadisi olmadığı gerçeğidir. İslam âlimlerinin yukarıda aktardığımız değerlendirme ve açıklamalarından ortaya çıkan sonuç budur. [36]
Bu sebeple, anlamı doğru da yanlış da olsa, "nefsini bilen Rabbini bilir" sözünü hadis olarak kabul etmek ve delil olarak kullanmak isabetli değildir. [37] Dolayısıyla bu sözü, Hz. Peygamber'in hadisi olarak onun ağzından nakletmenin, Allah Rasûlü (sav)’ne atılmış bir iftira olmasından korkulur.
Akıllı Müslüman her konuda olduğu gibi hadisler konusunda da ihtiyatlı davranacaktır. Hz. Peygambere aidiyeti kesin olmayan, üstelik âlimler tarafından uydurma olduğu bildirilmiş bir sözü, toplumda ne kadar yaygın ve meşhur olursa olsun, hadis diye nakletmekten şiddetle kaçınacaktır.
* * *
Allah Rasûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
"Kim bile bile benim ağzımdan yalan uydurursa, cehennemdeki yerine hazırlansın." [38]
"Yalan olduğunu bildiği halde bir sözü bana nispet ederek nakleden kimse iki yalancıdan biridir." [39]
"Kesinlikle benim ağzımdan yalan uydurmak, herhangi birinin ağzından yalan uydurmaya benzemez. Kim bile bile benim ağzımdan yalan uydurursa, cehennemdeki yerine hazırlansın." [40]
Dipnotlar:
[1] Hıfz: Hadisi, dinlediği gibi eksiksiz ve aynıyla ezberde tutabilme ve rivayet edebilme yeteneğidir. Râvînin, hocasından rivayet ettiği hadisleri güzelce ezberleyip muhafaza ederek yeri geldiğinde eksiksiz ve fazlasız olarak kendi öğrencilerine rivayet edebilmesi.
[2] İtkan: Hadis rivayetinde az da olsa gafleti görülmeme, rivayet şartlarını büyük bir dikkat ve titizlikle yerine getirme, hadis ilminde bu özellikleriyle belli bir yere gelme ve güvenilir olma vasfını kazanma.
[3] Bkz. Mücteba Uğur, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, "Sened" mad.
[4] Ebû Zekeriyya Yahya b. Muâz er-Râzî (ö.258), tasavvufun ileri gelenlerinden biriydi. Son derece etkili ve özlü bir anlatım gücüne sahipti. Döneminin ilim ve amel yönünden seçkin şahsiyetleri arasındaydı. Bkz. Kuşeyrî, er-Risâle. s. 65.
[5] Ebû Muzaffer es-Sem’ânî, Kavâtı’u’l-edille, II, 60.
[6] Sehâvî, el-Mekâsıdu'l-hasene, s. 657 (hds. 1149); Aclûnî, Keşfu'l-hafâ, II, 312 (hds. 2532); Aliyyü'l-Kârî, el-Esrâru'l-merfûa (el-Mevzûâtu'l-kübrâ), s. 351-352 (hds. 506).
[7] Sağânî, el-Mevzûât, s. 35 (hds. 28).
[8]Suyûtî, ed-Dürerü'l-müntesire, s. 185 (hds.393)
[9] İbn Teymiyye, Buğyetu'l-murtâd, s. 526.
[10] İbn Teymiyye, Der'u teâruzi'l-akli ve'n-nakl, X, 47.
[11] İbn Teymiyye, Mecmû'u'l-fetâvâ, IX, 295-297.
[12] Masum: Hiçbir zaman gizli açık, büyük küçük hiçbir günah işlemeyen ve unutma, hata etme gibi eksiklerden uzak olan kimse. Burada bu sözle kastedilen Hz. Peygamber’dir.
[13] İbn Teymiyye, Mecmû'u'l-fetâvâ, XVI, 349-350.
[14] Aclûnî, Keşfu'l-hafâ, II, 312; Aliyyü'l-Kârî, el-Esrâru'l-merfûa, s. 351-352; el-Masnû (el-Mevzûâtu's-suğrâ), s. 189; Muhammed Kavukçu, el-Lü'lü'ü'l-mersû', s.191.
[15] İsrâiliyyât: İslamî terimler içinde, genellikle Yahudi kültüründen İslamî rivâyetler arasına karışan çoğu Tevrat'tan nakledilmiş muharref şeylere denir. Hadiste İsrâiliyyât, sahabenin Ka'bu'l-Ahbâr, Vehb b. Münebbih gibi kişilerden rivâyet ettikleri kıssa ve benzeri haberlerdir. Bunlar hadis sayıl-maz; bazı sahâbîlerin naklettikleri İsrail Oğullarına dair haberler addedilirler. Sahabe, İsrâiliyyâtın Kur'an-ı Kerim'e veya sünnete uygun olanlarını kabul etmişler; Kur'an-ı Kerim'e aykırı olanlarını muharref oldukları gerekçesiyle kabul etmemişlerdir. Bkz. Mücteba Uğur, age., "İsrâiliyyât" maddesi.
[16] İbn Kayyim el-Cevziyye, Medâricu's-sâlikîn, I, 426-427
[17] Sehâvî, el-Mekâsıdu'l-hasene, s. 657 (hds. 1149)
[18] Suyûtî, Tedrîbu'r-râvî, II, 626.
[19] Bkz. Mücteba Uğur, age., "Bâtıl" ve "Mevzû" maddeleri.
[20] Bkz. Mücteba Uğur, age., "Asl" maddesi.
[21] Sefîrî, el-Mecâlisu'l-va'ziyye, I, 458
[22] Fettenî, Tezkiratu'l-mevzûât, s. 11 (hds.10)
[23] Ali el-Kârî, el-Esrâru'l-merfûa, s. 351-352 (hds. 506); el-Masnû, s. 189 (hds. 349).
[24] Makdisî, el-Fevâidu'l-mevzûa, s. 103 (hds.87)
[25] el-Âmirî, el-Ciddü'l-hasîs, s. 232 (hds. 524)
[26] Aclûnî, Keşfu'l-hafâ, II, 312 (hds. 2532)
[27] Derviş el-Hût, Esna'l-metâlib, s. 277 (hds. 1435)
[28] Elbânî, Silsiletü'z-zaîfe ve'l-mevzûa, I, 165-166; XIII, 51.
[29] Ebû Muzaffer es-Sem’ânî, Kavâtı’u’l-edille, II, 60.
[30] Sefîrî, el-Mecâlisu'l-va'ziyye, I, 458.
[31] Muhammed Emir el-Malikî, en-Nuhbetu'l-behiyye, s. 121. (hds.364).
[32] Ebû Sa'îd Ahmed b. İsa el-Harrâz (ö.277), tasavvufun ileri gelenlerinden biriydi. Zünnûn el-Mısrî ve Bişr ile aynı dönemde yaşadı. Bkz. Kuşeyrî, er-Risâle, s. 98.
[33] Derviş el-Hût, Esna'l-metâlib, s. 277 (hds. 1435).
[34] Suyûtî, el-Hâvî li'l-fetâvâ s, II, 288 (el-Kavlu'l-eşbeh li hadîsi men arefe nefsehufe kad arefe Rabbehu isimli risale); Aliyyü'l-Kârî, el-Esrâru'l-merfûa, s. 351-352 (hds. 506); İbn Teymiyye, Mecmû'u'l-fetâvâ, XVI, 349-350; İmam Gazâlî, Kimyâu’s-saâde, s.124; İmam-ı Rabbânî, Mektubât, I, 367. Mektup no: 234. İbn Kayyim rivayetin hadis olmasını reddetmekle beraber anlamı üzerine yapılan yorumları da aktarmıştır. bkz.: İbn Kayyim el-Cevziyye, Medâricu's-sâlikîn, I, 426-427.
[35] Sefîri, el-Mecâlisu'l-va'ziyye, I, 458.
[36] Bu rivayet hakkındaki açıklama ve değerlendirmeler için ayrıca bkz. Ahmet Yıldırım, age., s. 132-133; Harun Ünal, Uydurma Hadisler, I, 180.
[37] İbn Teymiyye, Mecmû'u'l-fetâvâ, XVI, 349-350.
[38] Buhârî, İlim 38, Cenâiz 33; Müslim, Mukaddime 2, 3; Ebû Davud, İlim 4; İbn Mâce, Mukaddime 4; Tirmizî, İlim 8; Menâkıb 20; Dârimî, Mukaddime 25, 50.
[39] Müslim, Mukaddime 8, 19; Tirmizî, İlim 9; İbn Mâce, Mukaddime 5; Ahmed b. Hanbel, IV, 255; V, 14, 19, 20.
[40] Buhârî, Cenâiz 33; Müslim, Mukaddime 4 (4).
(Yazının ikinci bölümü için tıklayınız.)
(Yazının dördüncü bölümü için tıklayınız.)