“Hayretimi artır Allah’ım…” diye dua ediyor Allah Rasûlü. Hayretinin azalmasından, hatta yerinde saymasından korkuyor. Nasıl bir dert ki bu?
Dert, Peygamber’imizin(sav) derdi olunca, bize de miras kalıyor, haliyle. Hayretinin artmasını isteyen Elçi, nerede olmak istiyor, hangi hale girmek istiyor ki?
“Servetimi artır Allah’ım!” diye duya etmiyor Hazreti Peygamber. Artırılması istenecek onca şey varken, hayreti seçiyor, şaşırmayı önceliyor. Gönlümüze emanet ediyor arzusunu, dudağımıza miras bırakıyor duasını. “Siz de böyle dua etmelisiniz!” diye telkin ediyor. “Yitirmekten ve azalmasından korktuğunuz şey hayretiniz olsun; servetiniz değil!”
Biliriz ki, her demenin bir olma karşılığı vardır. “Hayretimi artır!” dedikçe, dediğimiz gerçekleştikçe, nasıl bir oluş içine gireceğiz? Hangi hâle dönüşeceğiz? Hiç alışmamış bir gözle nasıl bakacağız âleme? Her şeyi, daha önce hiçbir şeyi görmemiş gibi hayretler içinde görmeyi nasıl başaracağız? Bunun tek çözümü var gibi: Çocuk kalmak. Çocukça bakmak! Belli ki Elçi, “Hiçbir şeye alıştırma beni; hep çocuk bakışıyla kalayım!” demek istiyor.
Evet, evet; daha çok hayret ettikçe, daha çok ‘çocuk’ olacağız. Bebek bakışını kuşanacağız. Yürümeyi ve konuşmayı bilmediğimiz, ama hayret etmeyi zirvesine kadar yaşadığımız çocukluğa döneceğiz. Hayatın acemisi ama hayretin ustası olacağız. Hayatın acemisi olduğumuz için hayretin ustası olacağız. Çünkü hiçbir şeye alışamamıştır henüz. Hiçbir işi olağan görecek yaşanmışlıkları yoktur. Öteden beri süregelen mutadı yoktur. “Normal” görünmez hiçbir şey gözüne; çünkü “norm”u yoktur. Gördüğü hiçbir olay tekrar değildir. Çocuğa güneş ilk defa doğar, yağmur yeni yağar. Onun için bahar, ilk ve son defa belirmiş bir mucize şehrayinidir.
Olur da duamız kabul olursa, asılırsak Elçi’nin dudağımıza emanet arzusuna, daha çok yaklaşacağız ilk bakışımıza. Daha keskin, daha şaşkın, daha heyecanlı bir nazarın pervazına konduracağız gözlerimizi. Her şeyi sıra dışı gören gözlerle var olacağız. Gelişmelere alışmamış bir amatörlükle yürüyeceğiz yeryüzünde. Sonuçları sebeplerle açıklayan çokbilmişliğimiz susacak, ukalalık etmeyecek artık. Titreyeceğiz oluşlar karşısında. Güneşin doğuşuna “Ama nasıl olur!” diye mukabele edeceğiz; beklendik bir şey olmayacak gündoğumu. Kar tanesinin alnımıza serin ve sürpriz dokunuşu, ak ve yumuşak süzülüşü, üşümeyi unutturacak bize. “Bu ne letafet böyle!” diye sımsıcak tebessüm edeceğiz ayazlarda. Yağmurun inceden inişi, kuru dal uçlarının çiçeklenişi, kuşların cıvıldayışı, denizlerin mavinin tonlarına açılışı, göğün pırıl pırıl yıldızlarla gülümseyişi, bir arabanın yürümesi, bir uçağın kanatlanışı… “Ben bu filmi daha önce gördüm!” bıkkınlığında olmayacak asla! İlk ve son defa göreceğiz her şeyi her eylemi. Acemice yaşayacağız her dokunuşu, her adımı, her tadışı, her bakışı…
Zenginleştirecek bizi hayret. Daha çok renk göreceğiz; çözünürlüğü artacak manzaraların. İniş çıkışları derinleşecek olayların. Rengi parıldayacak çiçeklerin. Billurlaşacak günışığı. Nefeslerimiz tazelenecek. Tenimiz yenilenecek.
Hayret ettikçe, insan olarak varlığa eklenişimizi yeni baştan yaşayacağız. Yeryüzüne gözümüzü açmanın heyecanıyla nefesleneceğiz. Farkındalığımız dokunacak eşyaya. Bilincimizin aynasına vurdukça, netleşecek ihtişamın renkleri, köşeleri, yüzeyleri, sesleri, ahengi… Daha çok çocuk olurken, daha çok insan olacağız. Bilincimizin aynasında yeniden yansıyacak âlem. Sınırsız bir şuur bakışını kuşanacağız. Varlığın şiirini tamamlayan son satır olacağız Anlam arayışçısı olacak adımız.
Varoluşu, anlama bürüyen, ‘kitap’ diye bütünleştiren bir okuyucu olacağız. Kâinatın gövdesine ruh diye üfleneceğiz, sessiz kalıpların kalbi olacağız. Varlığın yüreğinde can kıpırtısı olacağız.
“Allah’ın hayretimi artır” duası, “Çocukluğumu keşfettir bana!” demeye geliyor sanki. “Hep çocuk kalayım!” diye tercüme edilmeyi hak ediyor. “Unuttuğum yanımı hatırlat bana!” “Uyuttuğum rüyama al beni!” diye sızlanıyor.
“Medeniyet” kelimesinin içinde sakladığı “deyn”/“borçlanma” anlamını ancak çocuk gibi yaşamaya niyetlendiğimizde açabiliyoruz. Hayret etmek, gördüğünün umduğundan fazlası olduğunu fark etmektir. Alışverişini bitirememektir; ödeşememektir. Borçlu kalmaktır, hesabı açık bırakmaktır. Mahcup olmaktır… Yüzü yerde, yanakları al olmuş, toprağa titreyerek basan, her kapıyı utanarak çalan, her yeni imkânın eşiğinde yeni doğan ‘çocuk’ olmaktır.
Hayretinin taşkınlığıyla “Seni hakkıyla tanıyamadım!” diyen Muhammedî mahcubiyetin dizi dibine teslim etmektir benliğini. “Allah’ım hayretimi artır!” duası, “Kendi varlığımı hak ettim ben, fazlasını da isterim!” iddiasını usulca terk etmektir. Verilen borcun mahcubiyetini kuşanmaktır, vesselam.