Efendimizin hicret yapacağı akşam Hz. Ali’nin Hz. Peygamber’in yatağına girmesi üzerinde de durmak gerekiyor. Bu iman ve sadakat bize çok şey söylüyor. Bu muhabbetin, hürmetin ve fedakârlığın en hakikatli ifadesi, canını canana feda örneğidir. Müşrikler Efendimiz’in evini basıyorlar. Yorganı kaldırdıklarında orda yatanın Hz. Ali olduğunu fark ediyorlar.Müslümanların Habeşistan’a olan birinci hicretlerinden sonra yine Efendimiz’in müsaadeleriyle Medine’ye olan münferit hicretler olur. Bunlar Efendimiz’in hicretinden öncedir. O kadar çok münferit hicret olmuştur ki, Efendimiz hicret ettiğinde Mekke’de pek az Müslüman kalmıştı. Mesela, bu münferit hicretlerden biri Hz. Ömer’in hicretidir. Kâbe avlusundaki müşriklerin içine dalıp: “Ben Medine’ye gidiyorum. Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyenler, takip edip mani olmaya kalkabilirler!” diye meydan okuyarak hicret etmiştir. Efendimiz 26 Safer'de hicret ettiğinde kendisine duran bazı emanetleri Hz. Ali’ye teslim ediyor. Bu husus da önemlidir. Mekkeli müşrikler bir taraftan Allah Resulü’ne Mekke’de hayat hakkı tanımıyorlar, diğer taraftan O’nu en güvenilir biri olarak görüyor ve emanetlerini O’na bırakıyorlar. Akılları O’nu emin ve güvenilir buluyor, ama kibirleri kendisine iman etmeye mani oluyor. İste Hz. Peygamber Medine’ye Hicret edeceği için kendisinde duran Mekkeli müşriklere ait bu emanetleri Hz. Ali’ye bırakıyor.
Hicret sırasında Efendimiz’in bir başka önemli uygulaması şudur: Efendimiz bir müşrik olan Abdullah bin Uraykıt’ı kendisine kılavuz seçiyor. Niçin? Çünkü Hicret’ten on yıl sonra Mekke’de inen ayet “Emaneti ehline veriniz!” (1) diyor.
Efendimiz ise zaten her zaman emaneti ehline vermiştir. Abdullah bin Uraykıt, yıldızlara bakarak yolu tayin edebilecek kadar yol rehberliği anlamında ehil birisiydi. Efendimiz onun müşrikliğine bakmadan ehil oluşunu esas almıştır. Hicret’ten alacağımız derslerden birisi de budur. İnsanlar arası münasebette esas olan, emaneti ehline vermektir. Evini yapacaksan, bu işi en iyi yapan ustayı bulacaksın. Din, Allah ile kul arasında bir ilişkidir. Elbette din kardeşliği çok önemlidir ama Rabbimizin emri gereği iş, din kardeşine değil yalnız ve yalnız ehil olana verilir. Müslüman’ın vazifesi de ehil olmaktır; ne iş yapıyorsa adalet, ehliyet ve doğruluk üzere yapmalıdır.
Nihayet hicret yolculuğuna çıkılıyor. Safer'in 26’sında, bir Perşembe akşamı yola çıkılıyor. Miladi olarak günlerden 9 Eylül’dür. Mehtabın en zayıf olduğu bir zaman… Efendimiz’in stratejistliğine işaret olarak sadece Uhud’a dikkat çekiyoruz, okçuları yerleştirdiği yerin seçimindeki isabeti anlatarak. Hâlbuki Efendimiz, hayatının bütün dilimlerinde aynı hassasiyete sahiptir. Hicret de bu anlamda bize çok ipucu veriyor. Hz. Peygamber Hicret’te başka, rehberlik konusunda dinî kimliğine bakmadan ehil olan birini ve en doğru vakti seçiyor. Mekke ve Medine arasında takip edeceği yolu da belirliyor. Medine Mekke’nin kuzeyindedir, ama o Mekke’nin güneyine doğru yolculuğu başlatıyor. Güneyde duran Sevr Mağarası’na uğruyor, sonra bir ‘U’ çizerek önce batıya sonra kuzeye yöneliyor.
Efendimiz’i korumak maksadıyla Hz. Ebubekir’in Sevr Mağarası’nın deliklerini ayağıyla kapatması, müşriklerin mağaranın kapısına kadar gelip kendilerini görememeleri, örümceğin ağ örmesi, Hz. Peygamber’in “Korkma, Allah bizimledir!” (2) demesi, Süreka’nın atının ayağının kuma saplanması, Ümm-i Mabed’in Efendimizin cemal-i ba-kemalini Ebu Mabed’e anlatması, Kuba’da şarkılar, deflerle karşılanmaları ve böylece Hicret-i Nebi’nin her safhası, her noktası derslerle doludur.
[1] Nisa Suresi 58. Ayet
[2] Tevbe Suresi 40. Ayet