Hidayet Yolları

14 Şubat 2012

İman, nihayete ermiş bir sükunet hali değil, yolda olma haliyle açığa çıkmaya devam eden bir olgu. Bazen şimşekler çakıyor o yolda, kayıtsız kalmaya izin vermeyen bir keşif hali yaşanıyor; adına hidayet diyoruz. Biri var, inançlarından bahsetmese bile öyle güvenli ve kararlı bir şekilde yaşıyor ki onları, yoldan geçen kişi çekimine kapılıyor. Henüz adını koymasa da İslam’ın iklimine ilerliyor, kalbi imana açık, seçimlerini, hayat tarzını o doğrultuda belirliyor, örneğin boş işlerin uzağında duruyor, çağının tanığı oluyor, mazlumun derdiyle dertleniyor, öte taraftan kendisini eleştirmekten de geri durmuyor.

İslamiyet’in geniş bir coğrafyaya yayılan mesajının kitleler tarafından kabulünün sırrı da burada işte:  Söz konusu olan fıtratın zorlanması değil, keşfi. Dolayısıyla evrensel planda anlamlı olan strateji “fetih” kelimesinde değil, “keşif” kelimesinde kazanıyor anlamını.   Küfrün, cahiliye kibrinin kalpleri mühürlediği durumlarda ola ki Resul veya Nebi’nin  açıklamalarıyla berraklaşarak algılanıyor işaretler. Peygamberimizin (sav) “Yaşayan Kur’an” olarak izlenen varlığı, müminlerin güvenini pekiştiriyor.

Yukarıda “kibir”den söz ettim. Bir önceki yazımı ise peygamberimizin kendisine soru soran kişiye bütün varlığıyla dönerek cevap vermesi üzerine kurgulamıştım.

Toplumsal değer yargılarını aşan yaklaşımlarıyla dikkat çeken bir kişiliğe sahipti peygamberimiz. Mesela, gençlik yıllarında, zengin akrabalarının itirazına rağmen, köleler ve fakir kızlar için uygun bulunan sürü bekçiliği ya da çobanlık işini sürdürmekte ısrar etmişti. Kibir ve sahte onur gibi cahiliye asaletine özgü nitelik ve tutumların ötesindeydi, Aliya’nın ifadesiyle, “kavramlar ve eşya içinde hakikati ve özü seviyordu.”  Bu tutum ve tavrı ölünceye kadar da değişmedi. Büyük zaferler kazandığı dönemlerde bile o çevresinden gelen tepkilere rağmen sürü otlatmaya devam eden fakir çoban olarak kaldı.  “Fakir çoban” olarak tanındığı dönemlerde de kavramlar ve eşya konusundaki farkındalığın güvenine sahip olduğu muhakkak. Yine mütevazı bir evde yaşıyor, arpa ekmeği yiyor, yırtık ayakkabısının söküğünü dikerken bir yandan da devlet işlerini yürütüyordu. “Bütün bunları bildikten sonra bu insanı sevmemek mümkün müdür?” diye soruyor Aliya. 

Onun şahsında Kur’an ahlâkına tanık olan  halkı iman edince, ruhen yüceldi. Normal olarak her insanın hayatı boyunca sıklıkla kendisine sorduğu “Ben gerçekten  neyim, hayatta bulunuşumun anlamı nedir, hayatın anlamı nedir ve niçin ölüyoruz, bu ölüm karanlığını aydınlatacak açıklamalara nasıl ulaşılır,  aslında hayatın anlamıyla ilgili açıklamalara ulaşmak için ne şekilde bir hayat sürdürmem gerekir?” şeklinde uzayıp giden sorulara Hira inzivasında cevap arayan genç adam ne mavi yıldızlarla bezeli gökyüzünden alabilirdi cevabı, ne de Hira’nın sert kayalıklarından. Aliya,  “Sadece o insanın kendi ruhunun ve Allah’ın ilhamının cevapları olabilirdi” diye yazıyor. (2)


Peygamberimiz ashabına Allah’ın büyüklüğünü ve nimetlerini öylesine bir dille hatırlatıyordu ki cehalet ve gafletle gerçekleşmesi mümkün olmayan, rızaya dayalı bir ibadete açılıyordu insanların bilinci.

Peygamberimiz  ashabına Allah’ın büyüklüğünü ve nimetlerini öylesine bir dille hatırlatıyordu ki cehalet ve gafletle gerçekleşmesi mümkün olmayan, rızaya dayalı bir ibadete açılıyordu insanların bilinci. O’nu Tur Suresini okurken dinleyen Cübeyr b. Muy’ım, bir yerde neredeyse kalbinin uçacağı hissine kapıldığını belirtmiş. Muhammed  Gazali “sünnetin özü” diye isimlendirdiği olguya işaret eden bu hissi, “İmanın tesiri baştaki fikirden kalpteki duyguya geçiyor ve insanı ihlas ve samimiyetin bir timsali yapıyor” diye anlatıyor.

Tirmizi, İbni Mace, el-Hakim ve İmam Ahmed, Abdullah b. Selam’ın şöyle dediğini rivayet ediyorlar: Resulullah (sav) Medine’ye ilk geldiğinde herkes ona koştu. Onlardan biri de bendim. Yüzüne bakınca, yalancı birinin yüzü olmadığını anladım. Kendisinden işittiğim ilk söz şu idi: “Ey insanlar! Selamı ifşa ediniz, (fakirlere) yemek yediriniz. İnsanlar uyurken geceleri namaz kılınız. (Bunları yaparsanız) cennete emin olarak girersiniz.” (3)

Hidayete doğru yola alan kişi bazen bir yüzde buluyor aradığı işaretleri bazen bir maskede…

“Yüzyılının yalnız yolcusu” Garaudy’nin hidayet sürecinde yakaladığı işaretlerden biri, bir maske.  Davetli olarak bulunduğu sinema yapımcısı bir arkadaşının evinde bir Guro* maskesinin önünde kalakalıyor: “Karaca mı, yoksa insan figürü mü? Yahut ikisinin karışımı efsanevi bir figür mü?” Sessiz bir diyaloğa girişiyor maskeyle. O ana kadar sadece Avrupalı olarak bildiği kimliğine maske, hayatının başka dünyalara kapalı bilançosunu çıkartmayı ihtar ediyor. Süreç ilerliyor. 1973 Nisanında Siyah Afrika’ya hareketi, sadece bir adım…

Maske eşiği geçmek için bir sebep; başka bir sembol de sebep olabilirdi; Garaudy  üşenmeden usanmadan aramaya devam ediyordu. 

Dürüst açıklama bazen bir cümleden akıyor, bazen bir simadan. Kaç kişi bir kez olsun yalan söylemeye gerek duymadan bütün hayatını baştan sona anlatabilir…

 

Dipnotlar:

1-Roger Garaudy,Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum, sf. 245-46, tercüme Cemal Aydın, Türk Edebiyatı Vakfı, 2005.

2-Aliya İzzetbegoviç, İslam Deklarasyonu,  sf. 133, 184, Fide; 2007.

3-Muhammed Gazali, Fıkhu’s Sîre, sf. 216, 218, tercüme Resul Tosun,  Risale, …

*Guro: Fildişi Sahili’nde yaşayan bir halk.

 

cihanaktas1@gmail.com

twitter.com/chn_aktas