Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Hüccetullahi'l-Bâliğa Penceresinden Dinin Tahrifi

19 Mart 2014 Çarşamba Sonpeygamber.info / Yazarlar


Allah’tan, önceki dinleri yürürlükten kaldıran (evrensel) bir din getiren rehberin / peygamberin, dinini tahriften koruyacak tedbirleri alması gerekli ve tabiîdir. Çünkü bu peygamber, çeşitli yeteneklere ve farklı amaçlara sahip birçok ümmeti bu yeni dinin şemsiyesi altında toplayacaktır.

Kısa bir tanıtım

Ulema ailesine mensup olan Şah Veliyyullah ed-Dihlevi (1703-1762) dini hükümlerin hikmetlerini incelediği eseri Hüccetullahi’l-bâliğa[1] ile büyük bir şöhrete sahip olmuştur. Şiblî Nu’mânî, onun Hüccetullahi’l-bâliğa’da dinin hakikatlerini ve esrarını ele aldığını belirtir. Bir sosyolog gibi yaşadığı dönem ve yörede toplum hayatını gözlemleyip olan-biteni çok yönlü değerlendirmiş ve problemlerin çözümü için Kitap ve Sünnet çizgisinde bilimsel çareler önermiştir. [2]

Hüccetullahi’l-bâliğa, “dini ilimler içinde en derin, zor ve o ölçüde de önemli olan hikmet-i teşri’ ilmi” olduğu vurgusu ile başlar. Kendi türünde sahip olduğu mümtaz yerini, bu ilim sayesinde dini konuları kavrama ve uygulama imkânı bulunduğunu ispat etmiş olmasından alır.

Müellif, dini hükümlerin sır ve hikmetlerinin biri sevap-günah yönü diğeri dini hayatın düzeni olmak üzere iki ayrı açıdan önem arz ettiğini ve hükümlerin bu yönleriyle incelenmesi gerektiğini prensip olarak benimser. Şah Veliyyullah, toplumların dini ve dünyevi düzenlerinin bozulmaması için peygamberlerin rehberliğinin kaçınılmaz olduğunu vurgular. Hüccetullahi’l-bâliğa, genelde İslam’ın birey ve toplum hayatındaki yeri ve önemi, özelde dini emir, yasak ve tavsiyelerin sebep, hikmet ve gerekçelerini daha ziyade hadislere dayanarak açıklayan değerli bir çalışmadır.

Pek genel hatlarıyla içeriğine işarette bulunmaya çalıştığımız Hüccetullah’il-bâliğa’da müellif, son zamanlarda kimileri tarafından “İslam’ı rivayet dini haline soktular” diye hadisçilere yönelik olarak dile getirilen ithamlara ve ümmet içindeki aşırı grupçuluğun temel yanlışı olan “ma’sum olmayan kişilerin taklidi”ne ve dinlerin birbirine karıştırılmasına, “dinin tahrif sebebi olarak” dikkat çekmiştir. Güncelliği çok açık olan bu üç sebebin yanında müellifin yedi başlık altında[3] topladığı tahrif sebeplerinin tamamını sırasıyla takdime çalışacağız. [4]

Dinin tahriften korunması gereği     ( بابُ إِحكامِ الدينِ من التحريفِ )

Allah’tan, önceki dinleri yürürlükten kaldıran (evrensel) bir din getiren rehberin / peygamberin, dinini tahriften koruyacak tedbirleri alması gerekli ve tabiîdir. Çünkü bu peygamber, çeşitli yeteneklere ve farklı amaçlara sahip birçok ümmeti bu yeni dinin şemsiyesi altında toplayacaktır. Çoğunlukla da bu insanların hevâ ve hevesleri ya da önceden müntesip oldukları dine yönelik sevgileri veya bazı şeyleri doğru anlamanın yanında çoğu maslahatı göz ardı eden eksik kavrayışları sebebiyle, bu yeni dinin belirlediği esasları ihmal ederler yahut bu dine ait olmayan konuları ona katıp karıştırmaya kalkışırlar. Böylece daha önceki birçok din gibi bu din de bozulur, özgün halini kaybeder.

Şu bir gerçektir ki, dine nereden zarar/halel geleceğini her zaman bütün ayrıntılarıyla tespit etmek mümkün değildir. Zira dine zarar verecek unsurlar sayısızdır ve belirlenip sınırlandırılmış da değildir. Ne var ki bir şey tümüyle elde edilemiyorsa, tümüyle de terk edilmez. O halde bu dine mensup olanların genel anlamda da olsa, dini tahrife sebep olacak yollara gitmekten ciddi ve şiddetli bir şekilde sakındırılmaları ve uyarılmaları kaçınılmaz hale gelir.

Dini meselelerin ihmalini ve bunların önemsenmemesi neticesinde dinin tahrifine ortam oluşturacak sebepler, tahmini de olsa, tespit edilmelidir. Bu sebepler veya benzerleri yüzünden tahrif olgusunun insanlık tarihi boyunca devam edegelmiş bir hastalık olduğu dikkate alınıp bozulma yolları tümüyle tıkanmalıdır. Buna ilaveten önceki bozulmuş dinlerde alışılagelmiş konulara muhalif olan mesela namaz gibi hükümler ısrarla emredilmelidir.

 

Tahrif sebepleri

Şah Veliyyullah, bu kısa girişten sonra tahrif sebeplerini ve onların alt başlıklarını tanıtır.

  1. Dini ciddiye almamak /gevşeklik ve umursamazlık     ومن أسباب التحريف التهاونُ

Bu şöyle gerçekleşir: Peygamber’in çağdaşlarından/dostlarından sonra bir nesil gelir ve öncekilerin yerini alır. Bu yeni gelenler namazı terk eder ve arzularının peşine düşerler (أَضَاعُوا الصَّلَاةَ وَاتَّبَعُواالشَّهَوَاتِ). Eğitim-öğretimini yapmak-yaptırmak ve yaşamak suretiyle dinin yayılmasına ilgi duymaz, emir bi’l-ma’ruf nehiy ani’l-münker yapmazlar. Çok geçmeden dinin esaslarına aykırı birtakım uygulamalar ortaya çıkar. Şeriat ile insanların istekleri farklılaşır. Bunlardan sonra bir nesil daha gelir, dini bilginin büyük kısmının tamamen unutulmasına varan bir umursamazlığı yaşam biçimi olarak paylaşırlar.

İşte tam da bu noktada toplumun büyüklerinin ve ileri gelenlerinin umursamazlığı, topluma daha zararlı olur ve fesadı/bozgunu artırır. Bu olgu sebebiyledir ki kendilerine selam olsun Nuh ve İbrahim’in dinleri, -bu dinlere mensup olup da onların nasıl olduğunu bilen hiç kimse kalmamacasına-  unutulup gitmiştir.

Şah Veliyyullah, “dini ciddiye almama”nın üç göstergesini bu başlık altında dikkatlere sunmuş ve onları da kısa kısa açıklamıştır. O, şöyle devam etmektedir:

"Allah, ilmi (insanlara lütfettikten sonra) onu hafızalardan çekip almaz. Fakat ilim adamlarını, bilgileriyle birlikte ortadan kaldırmak suretiyle ilmi de kaldırır. O kadar ki, bir tek âlim bile bırakmadığı zaman insanlar, kendilerine soru yöneltilen ve şahsî görüşleriyle cevap (fetvâ) veren birtakım cahil kimseleri önder edinirler. Onlar da bu yaptıklarıyla hem kendileri sapar hem de halkı saptırırlar."

Gevşeklik ve Umursamazlık Bazı Sebeplere Dayanır. التهاون أمورٌ  

  1. Dinin Kurucusundan Gelen Rivayete Önem Vermeyip onunla amel etmeyi terketmek   منها عدمُ تحمُّل الروايةِ عن صاحب الملَّة والعملِ به

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisleri bu noktayı vurgulamaktadır:

أَلَا يُوشِكُ رَجُلٌ شَبْعَانُ عَلَى أَرِيكَتِهِ يَقُولُ عَلَيْكُمْ بِهَذَا الْقُرْآنِ فَمَا وَجَدْتُمْ فِيهِ مِنْ حَلَالٍ فَأَحِلُّوهُ وَمَا وَجَدْتُمْ فِيهِ مِنْ حَرَامٍ فَحَرِّمُوه وَإِنَّ مَا حَرَّمَ رَسُولُ كَمَا حَرَّمَ اللَّهُ

"Dikkat ediniz! Çok sürmez karnı tok bir adam koltuğuna kaykılır ve ‘Siz bu Kur’ân’a bakın; onda helal olarak neyi bulursanız siz de onu helal kabul edin; haram olarak ne bulursanız onu da haram sayın’ der. [5] Hâlbuki Allah’ın Rasûlü (sav)’nün haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir.” [6]

إِنَّ اللَّهَ لَا يَقْبِضُ الْعِلْمَ انْتِزَاعًا يَنْتَزِعُهُ مِنْ الْعِبَادِ وَلَكِنْ يَقْبِضُ الْعِلْمَ بِقَبْضِ الْعُلَمَاءِ حَتَّى إِذَا لَمْ يُبْقِ عَالِمًا اتَّخَذَ النَّاسُ رُءُوسًا جُهَّالًا فَسُئِلُوا فَأَفْتَوْا بِغَيْرِ عِلْمٍ فَضَلُّوا وَأَضَلُّوا

"Allah, ilmi (insanlara lütfettikten sonra) onu hafızalardan çekip almaz. Fakat ilim adamlarını, bilgileriyle birlikte ortadan kaldırmak suretiyle ilmi de kaldırır. O kadar ki, bir tek âlim bile bırakmadığı zaman insanlar, kendilerine soru yöneltilen ve şahsî görüşleriyle cevap (fetvâ) veren birtakım cahil kimseleri önder edinirler. Onlar da bu yaptıklarıyla hem kendileri sapar hem de halkı saptırırlar." [7]

Şah Veliyyullah burada, “dini/İslam’ı rivayet dini haline getirdiler” diye hadisçilere ve sünnet verilerine toptan cephe almaya kalkışan, “Kur’ân Müslümanlığı” vurgusuyla bu anlamsız tavırlarını savunduklarını sanan kimi kalem ve ağızlara, yapmaya çalıştıklarının gerçek yüzünü ve anlamını yani “dini tahrif” yoluna girdiklerini -tam bir isabetle- ihtar etmiş bulunmaktadır.

  1. Sapık Tevillere Sürükleyen Kötü Amaçlar/hedefler الأغراضُ الفاسدةُ الحاملةُ على التأويل   الباطل

Yöneticilere yaranmak maksadıyla onların hoşlarına gidecek birtakım yorumlarda bulunmak bunun örneğini teşkil eder. Allah Teâlâ bu tür davranış sahipleri hakkında şöyle buyurmaktadır:

اِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَاۤ اَنْزَلَ اللَّهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِهِ ثَمَنًا قَلِيلاً اُولَۤئِكَ  مَا يَأْكُلُونَ فِي بُطُونِهِمْ اِلاَّ النَّارَ

Allah’ın indirdiği kitabın bir kısmını gizleyenler ve onu az bir karşılığa satanlar yok mu, onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar.”[8]

  1. Kötülüklerin Yaygınlaşması ve Ulemanın Bunlardan Halkı Uzaklaştırmaması  شيوعُ المنكرات وتركُ علمائهم النهي عنها

Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

فَلَوْلَا كَانَ مِنْ الْقُرُونِ مِنْ قَبْلِكُمْ أُوْلُوا بَقِيَّةٍ يَنْهَوْنَ عَنْ الْفَسَادِ فِي الْأَرْضِ إِلَّا قَلِيلًا مِمَّنْ أَنْجَيْنَا مِنْهُمْ وَاتَّبَعَ الَّذِينَ ظَلَمُوا مَا أُتْرِفُوا فِيهِ وَكَانُوا مُجْرِمِينَ

“Keşke sizden önceki nesillerin içinde, yeryüzünde fitne fesat çıkarılmasına engel olacak akıllı ve erdemli insanlar bulunsaydı. Ama içlerinden, kendilerini kurtardığımız çok az kimse bunu başarabildi. Zalimler ise kendilerine verilen refaha aldanıp yoldan çıkarak günahkâr oldular.” [9]

Yine İsrail oğullarının günahlara dalması hakkında Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şu beyanı da bu konuya yöneliktir:

نَهَتْهُمْ عُلَمَاؤُهُمْ فَلَمْ يَنْتَهُوا فَجَالَسُوهُمْ فِي مَجَالِسِهِمْ وَاكَلُوهُمْ وَشَارَبُوهُمْ فَضَرَبَ اللَّهُ قُلُوبَ بَعْضِهِمْ  بِبَعْضٍ وَلَعَنَهُمْ عَلَى لِسَانِ دَاوُدَ وَعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ

“Başlangıçta bilginleri, İsrail oğullarını kötülüklerden sakındırmışlardı. Fakat onlar işlediklerine son vermemişlerdi. Buna karşın bilginler onlarla düşüp kalkmışlar, yiyip içmişlerdi. Bu isyanları ve hakkı tecavüz etmeleri karşılığı olarak Allah, onların kalplerini birbirine benzetmiş, Davud ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle onları lânetlemiştir.” [10]

Dini tahrif sebeplerinde bir başkası zorlaştırmadır(teşeddüt). Bunun özü, kesintisiz oruç tutmak, devamlı namaz kılmak, uzlete çekilmek, evlenmemek ve sünnet’ten ve âdâbtan olan konuları vacip telakki etmek gibi Allah Teâlâ’nın emretmemiş olduğu zor/ağır ibadet ve amelleri tercih etmektir.
  1. Aşırılık (Taammuk)  ومن أسباب التحريف التعمق 

Dini tahrifin sebeplerinden biri de taammuk/aşırılıktır. Bunun özü ve gerçeği şudur: Hüküm koyucu(Peygamber) bir emrin yerine getirilmesini emreder ve bir şeyden de nehiy eder. Ümmetinden bir kişi bunu duyar ve kendi zihniyetine uygun gelecek şekilde bunu anlar. Peşinden bu anladığı hükmü, o şeye bazı yönlerden benzer olan veya illetin bir kısmında ortak gözüken öteki konuları veya o şeyin bulunabileceği yerleri ya da sebepleri de içine alacak şekilde genişletir. Rivayetlerin teâruzu yüzünden ne zaman işler zora girse, o en zor olanı geçerli sayar ve onu vacip kılar. Peygamber’in her yaptığını ibadet olarak değerlendirir. Hâlbuki Peygamber bazı şeyleri âdeten işlemiştir. O emir ve nehyin bu kabil işleri de kapsadığını zanneder. Neticede Allah Teâlâ bunu da emretmiştir, şunu da yasaklamıştır demeye cür’et eder. Söz gelimi, Şâri teâlâ, nefsi denetim altında tutup yola getirmek için orucu farz kılıp oruç süresince cinsel ilişkiyi yasaklamıştır. Aşırılığı benimsemiş olanlar, buradan hareketle, sahurda yemek yemeyi, nefsin denetim altında tutulmasına aykırı bulup sahurun meşru olmadığını ileri sürerler. Yine bu yapıdaki insanlar, oruçlunun eşini öpmesini de haram sayarlar. Çünkü onlara göre öpme, cinsel ilişkiye yönlendirebilir. Hatta şehvetin tatmini bakımından bir çeşit cinsel ilişki işlevi görebilir.

İşte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu tür düşünce ve aşırılıkların yanlışlığını ortaya koymuş ve böylesi bir yaklaşımın dini tahrif etmek olduğunu açıklamıştır.

  1. Zorlaştırma /Teşeddüt:   ومنها التشدد

Dini tahrif sebeplerinde bir başkası zorlaştırmadır(teşeddüt). Bunun özü, kesintisiz oruç tutmak, devamlı namaz kılmak, uzlete çekilmek, evlenmemek ve sünnet’ten ve âdâbtan olan konuları vacip telakki etmek gibi Allah Teâlâ’nın emretmemiş olduğu zor/ağır ibadet ve amelleri tercih etmektir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, Abdullah b. Amr ve Osman b. Maz’ûn’u niyet ettikleri zor ibadetlerden alıkoyması bu sebeptendir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “لَنْ يْشَادَّ الدِّينُ أَحَدٌ إِلَّا غَلَبَهُ   (Aşırıya kaçıp) dini aşmak isteyen kimse ona yenik düşer.”[11]

Öte yandan bu zorlaştırma ve aşırılık yanlısı kişi, toplumun mürşidi ve yöneticisi olursa, halk onun yapıp ettiklerini Şer’-i şerif’in emri olduğunu ve ilahi rızanın da bunları böylece uygulamakla elde edileceğini sanacaklardır. Yahudi ve Hristiyan din adamlarında görülen hastalık tam da budur.

  1. İstihsan   ومنها الاستحسان

Dini tahrifin sebeplerinden bir başkası istihsan ilkesidir.[12] Kişi, şâri Teâlâ’nın, her hikmet için uygun bir yer/konum belirlediğini görür ve teşri’de oraya bağlı kıldığını idrak eder. Bunun sonucunda da, teşriin sırları / hikmet-i teşri ile alakalı olarak (bu kitapta) zikrettiğimiz hikmetlerin bir bölümünü özümser, peşinden de aklınca uygun gördüğü şeyleri halka maslahat olarak kabul ettirmeye kalkışır. Nitekim Yahudiler de Şâri’ Teâlâ’nın hadleri, ıslah için günahlardan caydırıcı nitelikte emretmiş olduğunu görmüşlerdi. Bu ilkeden hareketle recim cezasının, ihtilafları ve öldürmeleri tetiklediğini ve böylece de toplumda daha büyük bir fesada sebep olduğunu değerlendirip zina eden kişilerin yüzlerinin ve vücutlarının siyaha boyanmasını yeterli ve güzel görmüşlerdi.

Rasûlullah sallahu aleyhi ve sellem, böyle bir uygulamanın bir tahrif/bozma ve Allah’ın Tevrat’ta açıkça koymuş bulunduğu hükmünü, kendi reyleriyle işlevsiz kılmak demek olduğunu bildirmiştir.

İbn Sîrin’in şöyle dediği nakledilmiştir: “İlk kıyas yapan İblistir. Güneş ve aya kulluk edilmesi de hep kıyaslamalar sonucudur.”

Hasen el-Basri; خَلَقْتَنِي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ طِينٍ   Beni ateşten onu topraktan yarattın”[13] ayetini okumuş ve “İblis, böyle kıyas yapmıştır. O zaten ilk kıyas yapandır” demiştir.

Eş-Şa’bî de şöyle demiştir: “Allah’a yemin ederim ki, kıyaslama yoluna giderseniz, helali haram, haramı da helal kılarsınız.”

Muaz b. Cebel’den de şöyle dediği nakledilmiştir:

Kur’ân-ı Kerîm insanların önüne açılır; erkek, kadın, çocuk herkes onu okur. Erkek der ki, “Ben Kur’ân’ı okudum fakat ona uymadım, uyamadım. Yemin olsun ki ben şimdi onu, insanların içinde okuyacağım belki o zaman uyarım.” Kalkar insanların arasında okur fakat yine uymaz. Bu defa der ki; “Ben Kur’ân’ı okudum fakat ona uymadım, uyamadım. İnsanların arasında okudum fakat yine uymadım, uyamadım. Şimdi ise, evimde özel bir mescid hazırlayacağım, belki bu defa ona uyarım.” Evinde bir mescid edinir fakat Kur’ân’a uymaz. Bu defa şöyle der: “Ben Kur’ân’ı okudum fakat ona uymadım, uyamadım. İnsanların arasında okudum fakat yine uymadım, uyamadım. Evimde bir mescid edindim (okudum) yine uyamadım. Allah’a yemin ederim ki ben bu insanlara öyle bir söz getireceğim ki, onlar bunu Allah’ın kitabında bulamazlar ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den de kesinlikle duymamışlardır. Ben belki işte bu takdirde onun hükmüne uyarım.”

Muâz b. Cebel şu uyarıda bulundu: “Onun getireceklerinden kesin olarak uzak durun. Çünkü onun (Allah’ın kitabı ve Rasûlü (sav)’nün sünneti dışında) getireceği her ne ise o sapıklıktan başka bir şey değildir.”

Halkın, görüşlerinde çoğunlukla veya sürekli isabet ettiklerine inandığı din bilginlerinden bir grub bir konu üzerinde ittifak eder. Bu ittifak, Kitap ve Sünnetten herhangi bir esasa dayanmamasına rağmen, o hükmün sâbit olduğunu gösteren kesin delil zannedilir. Pek tabii olarak böylesine oluşmuş bir icma, ümmetin delil olduğunda görüş birliği ettiği icma’dan başka bir şeydir.

Allah kendisinden razı olsun Ömer’den de şöyle dediği nakledilmiştir:

“İslam’ı, âlimin yanılgısı(zelle), münafığın kitap ile cedeli ve saptırıcı yöneticilerin hükmü yıkar.”

Bütün bu nakillerden maksat, Allah’ın kitabından ve Rasûlü (sav)’nün sünnetinden istinbat edilmemiş olduğu halde “istihsan” diye ortaya konulan hükümler ve onlara dayalı düşünce ve davranışlardır.

  1. Delilsiz İcma’ ومنها اتباع الإجماع  

Dini tahrif etmenin bir başka sebebi de kitap ve sünneten dayanağı olmayan icma’dır. Bu şöyle gerçekleşir: Halkın, görüşlerinde çoğunlukla veya sürekli isabet ettiklerine inandığı din bilginlerinden bir grub bir konu üzerinde ittifak eder. Bu ittifak, Kitap ve Sünnetten herhangi bir esasa dayanmamasına rağmen, o hükmün sâbit olduğunu gösteren kesin delil zannedilir. Pek tabii olarak böylesine oluşmuş bir icma, ümmetin delil olduğunda görüş birliği ettiği icma’dan başka bir şeydir. Zira ümmetin bilginleri, dayanağı Kitap ve Sünnet veya bunlardan birinden yapılan bir çıkarım/istinbat olan görüş birliğinin icma’ olduğunda ittifak etmişlerdir. Kitap veya Sünnet’tin birinden dayanağı bulunmayan bir görüş birliğini, dinde delil olan “icma’” olarak kesinlikle değerlendirmemişlerdir.

Şu ayet-i kerime bu konuya delildir:

وَاِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَاۤ اَنْزَلَ اللَّهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَاۤ اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَاۤءَنَا اَوَلَوْ كَانَ اٰبَاۤؤُهُمْ لاَ يَعْقِلُونَ شَيْئًا وَلاَ يَهْتَدُونَ

“Onlara: “Allah’ın indirdiğine uyun” dendiğinde,” Hayır, biz atalarımızdan gördüğümüze uyarız” dediler. Peki, ya ataları anlayışsız ve doğru yolu bulamamış kimseler ise?”[14]

Yahudiler İsa ve Muhammed aleyhimesselam’ın peygamberliğini yok sayarken; geçmişlerinin bu iki peygamberin durumlarını araştırdıklarına ve onları öteki peygamberlerin evsaf ve şartlarına uygun bulmadıklarına tutunmuşlardır. Hıristiyanlara gelince, onların Tevrat ve İncilin hükümlerine aykırı çok uygulamaları bulunmaktadır. Bu noktada, atalarının müştereken yapıp ettiklerinden başka bağlılık hissettikleri herhangi bir delilleri de yoktur.

  1. Ğayr-i ma’sum kişilerin Taklidi   تقليدُ غير المعصوم

Bundan maksadımız, hatadan korunduğu (ismet) sabit olan Peygamber Efendimiz dışında kalan insanlardır. Ğayr-i ma’sum kişilerin taklidi şöyle gerçekleşir: Ümmetin bilginlerinden herhangi biri bir konuda içtihat eder. Bu âlimin bağlıları, onun içtihadında kesin olarak ya da ona yakın bir ihtimalle isabet ettiğini savunurlar ve o içtihada ters düştüğü gerekçesiyle sahih bir hadisi reddederler. İşte bu hareket tarzı, ümmet-i merhumenin, caiz olduğuna dair görüş birliğine vardığı taklitten başka bir taklittir. Zira ümmet, müçtehidin görüşünde hata da isabet de edebilir olmasına rağmen müçtehitlerin taklidinin caiz olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Ne var ki, o mesele hakkında Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen nassın araştırılmış olması ve taklit edilen görüş hilafına sahih bir hadisin ortaya çıkması halinde o görüşün terkedileceğine ve hadise tabi olunacağına dair kesin bir kanaatin bulunması esastır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem اتَّخَذُوا أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللَّهِ  Ehl-i kitab, Allah’ı bırakıp hahamlarını ve ruhbanlarını rab edindiler” [15] ayeti ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

إِنَّهُمْ لَمْ يَكُونُوا يَعْبُدُونَهُمْ وَلَكِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا أَحَلُّوا لَهُمْ شَيْئًا اسْتَحَلُّوهُ وَإِذَا حَرَّمُوا عَلَيْهِمْ شَيْئًا حَرَّمُوهُ

Onlar, din adamlarına tapmıyorlardı; fakat din adamları kendilerine bir şeyi helal kıldığı zaman hemen onu helal sayıyorlar; yine o din adamları bir şeyi de haram kıldığı zaman kendilerine haram kabul ediyorlardı.[16]

Şah Veliyyullah, şu veya bu gerekçe ile hatasızlık konumuna layık görülüp her söylediği ya da her yaptığının isabetli olduğu kanısıyla taklit edilen ve fakat hata işlemekten korunmuş olmayan kişilerin, sıfat, unvan, cinsiyet, şekil-şemâil ve saygınlık bakımından nasıl ve ne durumda olurlarsa olsunlar, dinin tahrifine sebep olacaklarını vurgulamaktadır. Halkımız arasında sıkça söylenen “Hocanın dediğini tut, gittiği yoldan gitme” sözü de -sanıldığının aksine- bu noktada dikkate alınması gerekli bir kuralı ifade etmektedir. Yani, din adamları halka din adına doğruları ve hatta bunların kolayca yerine getirilecek şekillerini(ruhsatları) söylerler. Ancak, kendileri azimeti iltizam edecekleri, daha da önemlisi ğayr-i ma’sum kimseler oldukları için onların yaşayışları “din olarak” taklid edilemez. Hayatı din olarak taklid edilecek tek kul, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemdir.

  1. Dinlerin ayırt edilemeyecek derecede karış(tırıl)mas:  ومنها خلط ملة بملة حتى لا تتميز واحدة من الأخرى

Dinin tahrif sebeplerinden biri de dinlerin ayırt edilemeyecek derecede birbirine karış(tırıl)masıdır. Bu şöyle gerçekleşir: Bir insan dinlerden birine inanır, gönlü o dinin bilgileriyle dolar. Daha sonra İslâm dinine girer. Ne var ki gönlünde hala eski diniyle ilgili bilgiler bulunur. Bu sebeple bu yeni dininde o eski bilgilerine zayıf veya uydurma da olsa bir yorumla yer bulmaya çalışır. İş bu noktaya gelince hadis uydurmayı ve hadis diye uydurulmuş sözlerin rivayetini caiz görmeye başlar. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu beyanı bu konuyu açıklar:

لَمْ يَزَلْ أَمْرُ بَنِي إِسْرَائِيلَ مُعْتَدِلًا حَتَّى نَشَأَ فِيهِمْ الْمُوَلَّدُونَ أَبْنَاءُ سَبَايَا الْأُمَمِ فَقَالُوا بِالرَّأْيِ فَضَلُّوا وَأَضَلُّوا

“İsrail oğullarının işleri düzgün ve yolunda gidiyordu. Sonra içlerinde melezler ve diğer milletlerden alınan esirlerin çocukları türedi. Bunlar kişisel görüşleriyle (re’y) hüküm verdiler, dolayısıyla hem kendileri saptılar hem de insanları saptırdılar.” [17]

Bazı İsrâilî bilgiler, Cahiliye dönemi öğütleri, Yunan felsefesi, Fars tarihi, ilm-i nücum, remil ve kelâm bizim dinimize sokuşturulmuştur.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, huzurunda bir Tevrat nüshasının okunmasına kızmasının ve Ömer’in Danyal’ın kitaplarını soruşturan kişiyi cezalandırmasının sırrı/ hikmeti işte budur. Allahu a’lem.

Sonuç

Şah Veliyyullah’tan yaptığımız bu tercüme de göstermiştir ki; Hüccetullah’ı’l-Bâliğa, dünün ve günün Müslümanları için gerçekten faydalı tespitleri ile bizim kültürümüzün ve dini hayatımızın sağlık reçetelerinden biridir. Genelde ilahiyatçıların özelde din felsefesi ve sosyolojisi ile ilgilenenlerin eser üzerinde hassasiyetle durmaları ve derinlikli araştırmalar yapmaları ve yaptırmaları, din bilimleri ve din hizmetleri açısından son derece isabetli ve faydalı olacaktır.

 


Dipnotlar:

1. Eserin geniş bir tanıtımı için bk. Bekir Topaloğlu, “Hüccetullahı’l-Bâliğa”, DİA, XVIII, 453-455

2. Bk. M. Erdoğan ve M. Said Özervarlı, “Şah Veliyyullah”, DİA, XXXVIII, 260-267

3.   Bu başlıklar şöyle sıralanır:
  1.  Dini ciddiye almamak/umursamazlık
   a. Dinin Kurucusundan Gelen Rivayete Önem Vermeyip onunla amel etmeyi terk etmek
   b. Batıl tevillere sürükleyen kötü amaçlar
   c. Ulemanın Halka Uyması
 2.  Aşırılık (Teammuk)
 3.    Zorlaştırma /Teşeddüt
 4.    İstihsan
 5.    Delilsiz İcma’
 6.    Ğayr-i ma’sum kişilerin Taklidi
 7.    Dinlerin birbirine Karışması/Karıştırılması
 
4. Şah Veliyyullah tarafından, “Dinin tahriften korunma gereği” başlığı altında işlenmiş olan konu, kitabın Arapça nüshası yanında Prof. Dr. Mehmet Erdoğan’ın Türkçe tercümesinden de (İstanbul,1994,İz Yayıncılık) istifade edilmek suretiyle hazırlanmıştır.

5. Ebu Davud, Sünnet 5; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 131; Hadisin geniş yorumu için bk. Çakan, Hadislerle Gerçekler, s. 305-310

6. Hadisin son kısmındaki وَإِنَّ مَا حَرَّمَ رَسُولُ كَمَا حَرَّمَ اللَّهُ cümlesi Tirmizî’nin rivayetinden alınmıştır.

7. Buhâri, İ’tisâm 7; İlim, 34; Müslim, İlim 13. Bu hadisin geniş bir yorumu için bk. Çakan, Seçme Hadisler, s. 160-164, İstanbul, 2012 (İfav yayınları)

8. El-Bakara (2), 174

9. Hud (11), 116

10. Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 391

11. Buhari, İman 29; Nesâi, İman 28; Ahmed b. Hanbel, Müsned V, 69

12. İstihsan, “fıkıh usulünde müctehidin bir meselede icmâ, zaruret, örf, maslahat, gizli kıyas gibi özel ve da¬ha kuvvetli görünen bir delile dayanarak o meselenin benzerlerinde izlenen genel kuraldan ve ilk hatıra gelen çözümden vazgeçmesi ve hukukun amacına daha uygun bulduğu başka bir hüküm verme¬si diye özetlenebilen yöntemin adı¬dır”. Ali Bardakoğlu,”İstihsan”, DİA, XXIII, 339

13. El-A’raf (7), 12

14. El-Bakara (2), 170. Ayrıca bk. El-Maide (5), 104; el-A’raf 87), 28; eş-Şuarâ (26), 74; Lokman (31), 21; es-Saffât(37),69-70; ez-Zuhruf (43), 22-24

15. Et-Tevbe (9), 31

16. Tirmizi, Tefsir( 9), 30

17. İbn Mâce, Mukaddime 8; Dârimî, Mukaddime 17