Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Hüseyin Sîret ve Na'tı

10 Şubat 2014 Pazartesi Kültür Sanat / Edebiyat


Türk edebiyatında binlerce şair âlemlerin efendisi olan Hz. Peygamber’e bir şefaat vesilesi niyetiyle naat yazmıştır. Yazılan naatlardan bazıları çok meşhur olmuş, bestelenmiş ve her mecliste okunmaktadır. Bazı naatlar ise tozlu raflarda açılamayan kitapların sayfalarında kalmıştır. Bu naatlardan biride fırtınalı bir hayattan sonra yazılan ve bestelenilip meclislerde okunan Hüseyin Sîret Özsever’in na’tıdır.

Bir gün şeyhi İbrahim Fahrettin Efendi kendisine şiirlerinin güzelliğini takdir ettiğini, bu kudretini bir naat yazmak için kullanmasını tavsiye eder. Hüseyin Sîret, “Efendim, ben realist bir şairim. Ancak gördüğümü şiir olarak yazarım” diye cevap vermesi üzerine İbrahim Fahrettin Efendi, kendisine tebessüm ederek “gör o zaman” diye mukabelede bulunur.

Hayatı

1872 yılında İstanbul Küçük Bebek’te dünyaya geldi. Babası Süleyman Bey, annesi Çerkes Fatma İclâl Hanım’dır. Henüz dili yeni baba kelimesini söylemeye başlamışken üç yaşında babası vefat eder. Dilinden ve gönlünden silinmeyen “baba” kelimesinin şefkati, bir ömür boyu hayatına sirayet etmiştir. İlk ve orta eğitimini tamamladıktan sonra Mülkiye Mektebi’ne girer. Bu okulda dönemin yasak siyasi yayınlarını ve Namık Kemal’in eserlerini okumaya, çevresindeki siyasi guruplarla tanışmaya başlar. Dönemin en gözde ve siyasi okullarından olan Mülkiye’de, bir sene eğitim gördükten sonra zatürreeye yakalanır. Bunun üzerine okulu bırakmak zorunda kalır. Memuriyet görevine atandıktan sonra hayatının Kerbela’sı başlar. Mülkiye yıllarında başladığı siyasi faaliyetlerini daha da arttırır. Bazı siyasi teşebbüslere girdiği için tutuklanır, üç gün hapis edildikten sonra Bitlis kazası Tahrirat Kalemi’ne, daha sonra Hısnımansur (Adıyaman)’a tayin edilir. Bu sürgüne çok dayanamaz. Bir yol bularak Avrupa’ya kaçar. 9 yıl boyunca gurbette yaşar. Ülkesine döndükten sonra yine siyasi olaylara karıştığı için tekrar yurt dışına kaçar. 8 yıl boyunca buradaki vatan ve ailesi hasretine, annesinin ve sevdiklerinin ölüm haberleri ile iyice sarsılır.  Ne bahasına olursa olsun, bir daha ayrılmamak üzere İstanbul’a döner. Ülkesine döndüğünde yıkık bir viranenin içinde bulur kendisini. Artık her şey değişmiş, yüce devlet Osmanlı yıkılmış, Cumhuriyet ilan edilmiştir. Cumhuriyetin ilanından sonraki devrimlerle değişen sosyal hayat, Hüseyin Sîret’i de derinden etkiler. Bir ömür koşturduğu siyasi emellerin ne kadar boş ve batıl olduğunu anlar. Bir manevi bulanıma girip bütün benliğini yitirmişken Allah, ona bu hâlden çıkış yolu ihsan eder.

Dalaletten Hidayete

Yolunu kaybetmiş bir gemi gibi hayat denizinde çaresiz kalan Hüseyin Sîret’e, Karagümrük’teki Cerrahi Tekkesi’nden bir ışık görünür. Sîret, dergâhın şeyhi İbrahim Fahrettin Efendi’nin manevi iklimine kendini bırakır. İbrahim Fahrettin Efendi’nin manevi evladı olmakla bir ömür boyu çektiği baba hasretini ve maneviyat eksikliğini bu tekkenin dervişi olduğu günlerde hitama ermiştir Hüseyin Sîret. Kendisinin derviş olduğunu duyanların “terk-i din etti, muhtedi oldu”  alaylı ifadelerine aldırmadan seyr u sülûkunu tamamlar.

Asr-ı sa'âdetinde gelmek nasîb olaydı
Görmüş olurdu billâh, Allah'ı görmeyenler
Hakk'ın yanında mehtâb sönmüş çerâğa benzer
Leylâ misâli hûbân pâyinde zıll-i kemter

Meşhur Na’tı

Bir gün şeyhi İbrahim Fahrettin Efendi kendisine şiirlerinin güzelliğini takdir ettiğini, bu kudretini bir naat yazmak için kullanmasını tavsiye eder. Hüseyin Sîret, “Efendim, ben realist bir şairim. Ancak gördüğümü şiir olarak yazarım” diye cevap vermesi üzerine İbrahim Fahrettin Efendi, kendisine tebessüm ederek “gör o zaman” diye mukabelede bulunur. Her gün çektiği salâvatları o gece daha içten çekince o gece bir ömür boyu yazamadığı bir şiir vücuda gelmiş: Hüseyin Sîret’in rüyasına âlemlerin Efendisi teşrif etmiştir. Sabaha erince koşa koşa Karagümrük’teki tekkeye varır. Gözyaşları içinde elindeki kâğıdı İbrahim Fahrettin Efendi’ye uzatıp, “ İşte Efendim, gördüm ve yazdım” der.

 

Ey mihr-i lâ-yezâlin mehtâb-ı müstenîri
Envâr-ı kibriyâya sensin yegâne mazhar.
Zâtınla zât-ı akdes olmuşdu zarf u mazruf
Dillerde ism-i pâkin Allah ile beraber
Sensin nebî-i ümmî ârif kemâl-i Hakkı
Ârif kemâl-i zâtın yalnız Hudâ-yı enver
Mir'ât-i Hakk-nümâsın tevhîd ile mücellâ
Kim anda hüsn-i mutlak nûrunla cilve eyler
Uşşâk-ı zârı varken bî-hâd o Kibriyânın
Ma'şûk-ı münferidsin Mevlâye ey Peygamber
Asr-ı sa'âdetinde gelmek nasîb olaydı
Görmüş olurdu billâh, Allah'ı görmeyenler
Hakk'ın yanında mehtâb sönmüş çerâğa benzer
Leylâ misâli hûbân pâyinde zıll-i kemter
Ey yâr, kâ'inâta şâmil füyûz-ı sevdâ
Aşkınla müncelîdir bizzât İlâh-ı ekber
Bin yıl çalışsa âbid, ma'bûduna erişmez
Vuslat-serâ-yı Hakk'a aşkın yegâne rehber
Encümle mâh gökde bir levha-i muallâ
Kim 'haccetü'l-vedâ'ı ihtâr ederdi manzar
Nâm-ı bülendin ey yâr menkûş-ı arş-ı izzet
Âyât-ı Zül-celâl'in çepçevre hâle küster
Münkirlerin yüzünde nâr-ı cahîm alev-rîz
Vechinde mü'minînin tâbende nûr-ı akmer
Vahdet-gehimde her şeb sensin enîs-i rûhum
Tenhâ seninle kalmak bir zevk-i vuslat-âver
Mi'râcım oldu cânân, rü'yâde iltifâtın
Lûtfet cemâl-i pâkin bî-dâr iken de göster
Olsam gubâr-ı pâyın Mevlâya yol bulurdum
Derdim Habîbinin ben pâ-mâliyim ser-â-ser
Ma'şûk-i bî-rakibin müştâkıyım ki bende
Pây-i sa'âdetinden vardır mübârek izler
Ben hâk-isâr-ı aşkı dûr etme devletinden
Senden budur İlâhî maksûd-ı abd-ı ahker
Boynum bükük yüzümde ağlardı seyyiâtım
Takbil ederdi pâyın gözler yaşım mükerrer
Mahbûb-ı müctebâsın sultân-ı enbiyâsın
Uşşâka reh-nümâsın sen ey şefî-i mahşer
Sîret ne söyleyim ben, meddâh-ı Kibriyâsın
Tavsîfe muktedir mi mehtâb-ı germ-i ahter 

 

Bu şiir okuyan başta İbrahim Fahrettin Efendi olmak üzere, tekkenin tüm dervişleri gözyaşı dökerler. Tekkenin genç dervişlerinden musikişinas Safer Dal, bu şiiri Saba makamında besteler. 1959 yılında Hüseyin Sîret gözünü fena âlemine kapatıp beka âlemine açsa da yazdığı naat musiki namelerinde hâlâ aşk ile okunmaktadır.

Şiirin Bestesi: