İslamiyetin tebliği bakımından ilk muhatap kesimi Mekkeliler oluşturmaktaydı. Bu sebeple de Hz. Peygamber, zorunlu olarak bu şehri terk edene kadar tebliğini öncelikle Mekkelilere, çeşitli vesilelerle onlarla ilişki içerisinde olanlara ve Mekke civarında bulunanlara ulaştırmaya çalışıyordu. Risalet vazifesi ile görevlendirilen Hz. Peygamber, sorumluluğunun önemi ve büyüklüğünün bilinciyle Mekke'de yıllarca çalışıp çabalayarak daha çok insana İslam'ı anlatmaya ve başta akrabaları olmak üzere tüm dost ve hemşerilerinin İslam'ın nuru ile aydınlanmaları için onları ikna etmeye gayret sarf ediyordu. İslam'ın izzet ve şerefinden öncelikle doğup büyüdüğü şehir ahalisinin istifade etmeleri için "(Rasûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et" [1] emri gereğince toplum üzerindeki güvenirliliğini de kullanarak tebliğde bulunuyor, bıkmadan usanmadan her fırsatı değerlendirerek insanları en son ve mükemmel din olan İslam'a çağırıyordu. Muhataplarını ikna etmek için değişik yöntemlere başvuruyor, "İnsanlara akıllarına göre konuşun, anlamayacakları şeyleri anlatarak dininizin yalanlanmasına fırsat vermeyin" [2] tavsiyesini bizzat kendisi tebliğinde tatbik ederek her bir muhatabı için değişik söylem ve üslupla risalet görevi icabı anlatması gerekenleri anlatıyordu.
Hidayet nuru ile buluşan Mekkeliler, Hz. Peygamber için sevinç kaynağıydı. Onların yeni dine girmeleriyle başlayan sıkıntıları karşısında üzülen ve bu sıkıntıların hafiflemesi için çareler arayan Hz. Peygamber, diğer taraftan da olanca gayretine rağmen Hak ve hakikate kulaklarını tıkayan Mekke halkı için endişeleniyor, onların gözleri önünde kurtuluş ve esenlik dini yerine cahiliye karanlığı içerisinde helake doğru sürüklenmesi karşısında endişeleniyordu. Nitekim bu durumu şu veciz sözleriyle de ifade etmekteydi: "Benim durumum ile sizin durumunuz, bir ateş yakıp da, kelebeklerin (feraş) gelip içine düştüğü, kendisi de onları düşmesin diye önlemeye çalıştığı bir kimsenin durumuna benzer. Ben sizlerin ateşe düşmemeniz için bellerinizden yakalayıp (çekmeye ve ateşe) düşmenizi önlemeye çalışıyorum, siz ise benim elimden kurtulup kaçıyorsunuz." [3]
Peygamberliğin gereklerinden olan doğruluk (sıdk) zekilik (fetanet), güvenirlilik (emanet) vb. onun tebliğde daha başarılı olmak için en önemli avantajıydı. O bu özelliklerini de kullanarak cahiliye çağıra yaşayan Mekkelileri saadet asrına yani mutluluk çağına davet ederken onun bu davetine olumlu cevap verenlerin sayısı sanki sabitlenmiş gibiydi. Özellikle risaletin 7-10. yılları arasında gerçekleşen boykot esnasında tebliğ görevini hakkıyla yerine getirmek bir tarafa yaşam hakkı dahi ihlal edilen Hz. Peygamber, bu dönemde, İslam'ın nurlu halkasına yeni simaları kazandıramamaktan dolayı derin bir üzüntü ve büyük bir çaresizlik yaşıyordu. Nitekim bu durum şu ayet-i kerime ile net bir şekilde ifade edilmekteydi: “(Rasûlüm!) Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın!” [4] Öyle ya, o, bir görev ile görevlendirilmişti; Allah Teâlâ'nın kendisine vahyettiği hakikatleri insanlara duyuracak ve onları ikna edecekti. Fakat Hz. Peygamber, bu vazifesini yerine getirirken belli oranda başarı kat etmekle birlikte Mekke döneminin sonlarına doğru durum hiç de umduğu gibi gitmemeye başladı. Müslüman olanların sayısı adeta sabitlendi; günlerce uğraşmasına rağmen bu şehirde İslam'a girenlerin sayısı bir veya birkaçı geçmemeye başladı. İslam'ı evrensel bir din olarak yaymakla emrolunan Hz. Peygamber, daha kendi doğup büyüdüğü şehirde bunu gerçekleştirememenin çaresizliğini ve hüznünü yaşıyordu.
Müslüman olanların sayısının donup kalması, sabitlenmesi onun adına başarısızlık olacaktı. Ayrıca O, İslam'ı sadece Mekkelilere anlatmakla değil diğer bölge insanlarına da tebliğ etmekle emrolunmuştu. [5] Söz konusu emir gereği Hz. Peygamber, Mekke dışında da dinini kabul edebilecek insanların olabileceği ümidiyle harekete geçti. Bu maksatla özellikle hac ve ticaret için Mekke'ye gelen kafilelerin çadırlarına ziyaretlerde bulundu. Onlara İslam'ı tebliğ etti, fakat onun olanca gayretle ve en güzel şekilde anlattığı hakikatler, Mekkeli müşrikler tarafından yapılan karşı propagandalarla sonuçsuz kalıyordu. [6] Dolayısıyla Hz. Peygamber Mekke dışında sesine kulak verecek, davetini kabul edecek bölgeler [7] aramaya başladı. Bu noktada aklına ilk gelen şehir Taif oldu. Zira burası hem Mekke'ye yakın hem de Hz. Peygamber'in çeşitli sebeplerle iyi bildiği bir bölgeydi. Burada onun çok sayıda tanıdıkları da vardı.
Yanına azatlısı Zeyd b. Hârise'yi de alarak meşakkatli bir yolculuktan sonra Taif'e giden Hz. Peygamber, büyük ümitlerle geldiği Taif'ten de istediği neticeyi alamamış, oradan da eli boş dönmüştür. Şehrin cahil cühelası ve ayak takımı tarafından taşlanarak koyulan Hz. Peygamber, risalet hayatının en sıkıntılı anlarını Taif'ten çıkartılırken yaşamıştır. [8] Bununla birlikte Hz. Peygamber'i asıl üzen Taif'te uğradığı kötü muameleden çok tebliğ bakımından istediği veya ümit ettiği neticeyi elde edememesi olmuştur.[10] Nitekim Cebrail vasıtasıyla kendisine "İstediğin takdirde Rabbin Taiflileri helak edecektir" teklifi karşısında Rasûlullah (sav) "Hayır! Ben böylesini istemem. İsterim ki Allah bu müşriklerin sulbünden, yalnız Allah'a ibadet eden ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayan bir nesil ortaya çıkarsın" [10] diyerek Rabbinden niyazda bulunmuştur.
Habib-i Ekrem (sav) niyazda bulunur da Yüce Rabbimiz hiç kabul etmez mi? Elbette en güzel şekilde habibinin duasına icabet edecektir. Bu duadan kısa süre sonra Hz. Peygamber, Mekkeli iki müşrike ait bir bahçeye sığınmış, hem saldırılardan kurtulmuş hem de dinlenme imkânı bulmuştur. Ayrıca bahçe sahiplerinin emri üzerine kendilerine su ve üzüm ikram eden Addâs (ra) isimli kölenin Müslüman olmasıyla da duasının kısa süre zarfında kabulünün bahtiyarlığını yaşamıştır. [11]
Hz. Addâs'ın Müslüman olması Hz. Peygamber'in Taif'ten tamamen eli boş dönmemesi bakımından olduğu kadar dönüş yolunda yaptığı duanın kabul edildiğini görmesi yönüyle de önemli bir hadisedir. Ayrıca Addâs'ın Müslümanlığı kabul etmesiyle birlikte İslamiyet’in evrensel nitelik kazanması yolunda önemli bir mesafe kat edilmiştir. Mekke dışında bir bölgede yaşayan ve buraya da günümüzdeki Lübnan civarında yer alan Ninova'dan köle olarak getirilen Addâs'ın hidayete ermesi İslamiyet'i Mekke'nin dar sokaklarına hapsolmaktan ve mahalli bir din olmaktan çıkartarak başka bölgelere de ulaştırma noktasında ilk ve önemli bir adım olmuştur.
Ninovalı Addâs, Hıristiyan'dı, yani ehl-i kitaba mensuptu. [12] Dolayısıyla onun hidayeti bu bakımdan da önemliydi. Zira Hz. Peygamber, Addâs'ın Müslüman olmasına kadar sadece Mekkeli hemşerilerine ve çeşitli vesilelerle Mekke'ye gelen müşrik Araplara tebliğde bulunarak onların hidayete ermesi için gayret sarf etmekteydi. Ancak ehli kitaptan Addâs'ın hidayete ermesiyle Hz. Peygamber, hedef kitlesi arasına müşrik Arapların dışından olan insanları ve din mensuplarım da dahil etmiş, özellikle ehl-i kitaba mensup kimselerin de pek ala İslamiyet'i benimseyebileceğini görmüştür. Bu düşünce ile Peygamberimiz, başka din mensuplarını, özellikle de Yahudi ve Hıristiyanları da tebliğ halkasına dahil etmiştir.
Dolayısıyla Taif'ten dönerken sığınmak zorunda kaldığı bağda kendisine sunulan suyu içmeden önce çektiği besmele [13] ile Hz. Peygamber, Taif yolculuğu öncesinde tebliğ bakımından Mekke'de yaşadığı tıkanıklık ve çaresizlikten kurtulmanın yanı sıra Addâs'ın hidayetini temin ettiği gibi nice güzelliklere de hayırlı bir başlangıç yapmıştır.
[1] Nahl, 16/125.
[2] Ebû Davud, "Edeb", 20.
[3] Müslim, Ik 1790; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 361, 392.
[4] Şuarâ, 26/3.
[5] Sebe', 34/28; Enbiya, 112/107.
[6] İbn İshak, Kitâbu'l-Meğâzi, s.232-233; İbn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, I, 318-320, II, 31-35; İbn Sa'd, et-Tabakâtül-Kübrâ, I, 216.
[7] Hz. Peygamber'in Taif 'e gidişinin asıl sebebi amcası Ebû Talib'in vefatı sonrası siyasi destek sağlamak değil İslamiyet'i arz ederek o bölgeden birilerinin hidayetine zemin hazırlamaktır. Bu hususta bkz., İbn Hişam, IL 28.
[8] İbn Sa'd, L 212.
[9] İbn Sa'd, I, 212.
[10] Buhari, "Bed'ul-Halk", 7; Müslim, 1795.
[11] Kısa vadede Addâs'ın, uzun vadede ise yani hicretin 8. yılında bütün Taiflilerin Müslüman olmasıyla Rasûl-i Ekrem (sav) Efendimizin duasına tam karşılık bulduğu görülmektedir
[12] İbn Hişam, IL 30.
[13] Böylece "Besmele her hayrın başıdır" hadisi şerifi anlamını bulmuştur Hadis-i şerif için bkz, Aclûni, Keşfül-Hafâ, Beyrut 1351-1352, II, 174.