Hz. Hasan’ın yüzü benziyordu dedesine, Hz. Hüseyin’in göğsünden aşağısı. Hz. Hasan’dan sonra Hz. Hüseyin gelecekti ki dünyaya, o güzel nebinin yansıması tamamlansın yeryüzü aynasında. Sevinç büyüktü, melekler daha da büyüttüler sevinci. Hz. Peygamber, Hz. Ali'den kapıda bekleyip eve kimseyi sokmamasını istedi. Zira melekler topluluklar halinde ehl-i beyt’i ziyaret ediyor, Peygamber sevincinden paylarını almaya çalışıyorlardı. Bu mübarek evin birbiri peşi sıra gelen binlerce görülmez davetlisi arasında, Hz. Hüseyin’in ismini Allah katından getiren Cebrail Aleyhisselam da vardı.
Melekler âlemi, cennet gençlerinin efendisi olacak bu çocuklarla ilgisini doğumlarından sonra da devam ettirdi. Hayatlarının her safhasında izlediler onları. Oyunlarına bile dahil oldular. İki kardeş güreş tuttuklarında Efendimiz, Hz. Hasan'ı teşvik edince anneleri Hz. Fâtıma, “Ya Rasûlallah! Büyük olmasına rağmen Hasan’ın tarafını tutuyorsunuz. Küçüğe yardımcı olmak daha uygun değil midir?” diye serzenişte bulundu da Hz. Peygamber’den şu sarsıcı cevabı aldı: “Ya Fatıma! Cebrail Aleyhisselam, Hüseyin'e yardım ediyor.”
Melekler bu güzel çocuklarla oynamakla kalmadı onlara hediyeler de getirdi. Cebrail Aleyhisselam sahabilerden Hz. Dihye suretinde Hz. Peygamber’le görüşmeye geldiğinde çocuklar ticaretle uğraşan Dihye’nin seferden kendilerine hediye getirdiğini düşünerek elbisesini yokladılar. Hz. Peygamber bu durumdan mahcubiyet duyunca Cebrail Aleyhisselam, sıkılmaya gerek olmadığını anneleri namaz kılarken bu çocukların beşiklerini dahi salladığını belirtip, “Ya Rabbi! Beni habibinin yanında utandırma!” diye dua ederek oturduğu yerden ellerini cennete uzattı. Bir salkım yeşil üzüm ve bir kırmızı nar geldi eline. Hz. Hasan üzümü, Hz. Hüseyin narı aldı.
Yağmurdan bile sakınıyordu torunlarını Hz. Peygamber. Bir gün Hz. Hüseyin dedesinden annesine gitmek isteyince, Hz. Peygamber ellerini göğe açmış, Hz. Hüseyin eve gidinceye kadar, durmuştu yağmur. Bazen çocuklar yağmur kesilene kadar büyürdü. Bazen çocuklar yağmur olurlardı büyüdükçe. Babaları Hz. Ali tarafından verilen aziz bir görevi yerine getirdi Hz. Hüseyin ağabeyiyle beraber: İsyancıların kuşatarak susuz bıraktığı Hz. Osman’ın evine su taşımak.
Su ve Hüseyin; biri anıldığında diğeri de anılıyor yüzyıllardır. Susuza su taşıdığı için değil yalnız, suyla arasına etten bir duvar örüldüğünden. Amr b. Haccac’ın çirkin görevi; beş yüz süvariyle su ve Hz. Hüseyin’in arasına girmekti. “Bir damla bile içmeyecekler!” diye emretmişti çünkü Ömer b. Sa’d. Duvarın çirkin tuğlalarından biri de Abdullah b. Ebî Husayn’dı. “Ey Hüseyin! Suya mı bakıyorsun. Hiç bakma! O, gökteki gibi sana uzaktır! Ona, erişemezsin!” diyordu yüzü kızarmadan.
***
Vefatına kadar ağabeyiyle aynı takva yolunu yürüdü Hz. Hüseyin. Siyasetten ve fitneden uzak kalarak kendini ibadete verdi. Ta ki Muâviye oğluna biat edilmesini isteyene kadar. Yezîd’i hilafet makamında görecek olmak her Müslüman gibi Hz. Hüseyin’i de rahatsız etmişti. Medine Valisi Mervân, Muâviye’nin oğlunu halife ilan eden ve biata çağıran mektubunu Mescid-i Nebevî’de okuyunca büyük bir uğultu koptu kalplerde. Bu uğultuya Abdurrahman b. Ebi Bekr, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zubeyr (ra) tercüman oldu ve Bizans’ın saltanat nizamını getirmekle suçladılar halifeyi. Allah’a itaat etmeyene itaat etmeyeceklerdi. Bir fasıkı halife olarak görmek istemiyorlardı başlarında. Validen Hz. Hüseyin’in de aynı görüşte olduğunu öğrenen Muâviye, vakit kaybetmeden Medine’ye gelerek muhalifleri biata zorladıysa da başaramadı. Ancak Muâviye’nin ölümünden sonra hilâfet makamına geldi Yezîd.
Medine Valisi, Muâviye’nin ölümü duyulmadan Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr (ra)’den biat alınması için Velid b. Utbe’yi görevlendirmiş, Abdullah b. Zubeyr (ra) görüşmenin gerçekleşmemesi için Mekke’ye kaçarken, Hz. Hüseyin emrivakiden kurtulabilmek için, “Benim durumumda birisi gizlice biat edemez; halk katında açıkça yapmadığım bir biata sen de razı olmazsın” diyerek, ertesi gün halkın önünde biat edeceğini söylemişti Velid’e. Medine Valisi, Hz. Hüseyin’in biatının mutlaka görüşme sırasında alınmasını aksi takdirde boynunun vurdurulmasını emrettiyse de o, “Sen dinimi harap edecek bir şey istiyorsun benden! Vallahi, Hüseyin’i öldürmek karşılığında bütün dünyaya sahip olacağımı bilsem yine de yapmam bunu!” diyerek reddetmişti Mervan’ı.
Hz. Hüseyin Velid’in yanından ayrıldıktan bir süre sonra ailesini yanına alıp Mekke’ye doğru yola çıktı. Kûfe’nin ileri gelenlerinden Şebes b. Rib’î ve Süleyman b. Surad gibi muhalifler, bunu duyduklarında Hz. Hüseyin’e mektuplar yazarak halifelik makamında onu görmek istediklerini bildirdiler. Bir de heyet gönderdiler Ebû Abdullah el-Cedelî başkanlığında. Bu durumda ümmete yüz çevirmenin sorumluluktan kaçmak olacağını düşünen Hz. Hüseyin bu vebalden kurtulmak için amcasının oğlu Müslim b. Akîl’i Kûfe’ye yolladı. Şehre indikten bir süre sonra Hz. Hüseyin adına biat almaya başladı Müslim. Daha ilk günlerde binlerce kişi Hz. Hüseyin’in yanında olduklarını gösterdi biatlarıyla.
Müslim’in faaliyetlerinden haberdar olan Yezîd, Nu‘mân b. Beşîr el-Ensârî’nin yerine Ubeydullah b. Ziyâd’ı tayin etti Kûfe Valiliği’ne ve Müslim’in şehirden çıkarılmasını ya da öldürülmesini emretti. Bunun üzerine Müslim, halkı arkasına alıp Ubeydullah’ın sarayını kuşattıysa da Ubeydullah’ı destekleyen Kûfe eşrafının tehditleri yüzünden uzun sürmedi ayaklanma. Binlerce kişiden gece olduğunda Müslim’in yanında otuz kişi kalmış, bir süre sonra onlar da sırra kadem basmıştı. Sonunda saklandığı evde yakalanarak öldürüldü Müslim.
Müslim’in akıbetinden habersiz olan Hz. Hüseyin binlerce biata binaen Kûfe’nin yolunu tuttu. Taraftarlarının sözlerinden döndüğünden habersizdi. Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Zubeyr ve Abdullah b. Ömer gibi sahabilerin Kûfe halkının güvenilmezliğini ileri sürerek şartlar olgunlaşana kadar Mekke ya Yemen’de ikamet etmesinin daha yerinde bir karar olacağını söylemelerine rağmen düşüncesini değiştirmedi Hz. Hüseyin. Hz. Peygamber’i rüyasında görmüştü ve başladığı işi tamamlamak zorundaydı.
Yolda karşılaştığı meşhur Arap şairi Ferezdak’ın, “Halkın kalbi seninle, kılıçları Benî Ümeyye’yledir. Takdiri İlâhi semadan nazil olur ve Allah dilediğini yapar” sözü bile kuşku düşürmedi içine. “Haklısın, Allah’ın dediği olur elbette, Allah dilediğini yapar ve Rabbimiz her gün yeni bir iştedir…” diyerek devam etti yoluna. Daha sonra karşılaştığı yolculardan Kûfeliler’in sözlerinden caydıklarını ve Müslim’in öldürüldüğünü öğrenince geri dönmek istediyse de Müslim’in akrabalarının ısrarı yüzünden arzusunu gerçekleştiremedi. Kafileden isteyenlerin ayrılabileceğini söylediğinde, aile fertlerinin de içinde bulunduğu yaklaşık yetmiş kişi kaldı yanında.
Ve nihayet Kerbelâ’ya vardı kafile. 1000 kişilik kuvvetiyle kafileyi beklemekte olan Hür b. Yezîd, Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’ya ulaştığını Kûfe Valisi Ubeydullah’a bildirdiğinde, Vali kafilenin savunmasız bir mevkide konaklamaya mecbur bırakılmasını istedi. Ubeydullah’ın ikinci emri yeni Rey valisi Ömer b. Sa’d b. Ebû Vakkas’aydı. Her ne kadar istekli görünmese de Hz. Hüseyin’in üzerine ordusunu sürmesini istedi ondan. Valilikten azledilme korkusuyla kafilenin üstüne yürüdü Ömer b. Sa’d.
Hz. Hüseyin kendisini Kûfeliler’in davet ettiğini söyledi Ömer’in elçisine. 18.000 taraftarının biat ettikten sonra sözlerinden caydığını, geri dönmesine ise Hür b. Yezîd’in izin vermediğini, mecburen bu mıntıkaya kadar geldiklerini anlattıktan sonra “Müsaade edin dönüp gideyim” dedi. Durumdan haberdar edilen Ubeydullah, biat teklifinde ısrarcı olunmasını, aksi takdirde kafilenin su ile irtibatının kesilmesini istedi. Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye davet edenler arasında bulunan Amr b. Haccâc’ın Ömer b. Sa’d tarafından su yollarını kesmekle görevlendirilmesi siyaset tarihine kara bir leke olarak düşmüştü.
Ne geri dönmesine, ne biat için halifenin yanına gitmesine, ne serhatlerde cihatla meşgul olmasına izin verildi Hz. Hüseyin’in. Suyla irtibatı kesilmiş yorgun bir muhalif kolay kolay geçmezdi ele. Bu zulme nasıl engel olacaklarını düşünerek dua ve istiğfarla sabahladı Hz. Hüseyin ve sevenleri. Yanlışı güzel bir üslupla düzeltmeyi çocukluğunda öğrenmişti Hz. Hüseyin. Doğrusunu yaparak yanlışını kendine buldurmaktı ağabeyi Hasan’la metotları. Bir ihtiyarın yanlış abdest aldığını görmüş, yaşlı olduğu için, “Böyle abdest sahih olmaz” demek yerine yanına giderek, “Efendim! Birbirimizden daha iyi abdest aldığımızı söylüyoruz. Birer abdest alalım. Hangimizin haklı olduğunu bize bildirir misiniz?” demişlerdi. Önce Hz. Hasan, sonra Hz. Hüseyin güzelce abdest aldı. Aynıydı abdestleri. İhtiyar, dikkatle bakmış ve sonra: “Evlatlarım! Aldığınız abdestin birbirinden hiçbir farkı yok. Aslında ben abdest almasını bilmiyormuşum” demişti.
Hz. Hüseyin atına binip elinde Kur’ân olduğu halde Ömer’in ordusuna yaklaştı. Yumuşak bir dille hakkında insaflı bir karar vermeleri halinde savaşmalarına gerek kalmayacağını, böylece manevi mesuliyetten kurtulacaklarını, kan akıtmanın büyük vebali olduğunu, mazeretini dikkate almamaları durumunda ise ellerinden geleni yapabileceklerini söyledi. Rasûlullah (sav)’ın kendisi hakkındaki sözlerinden, ailesinin İslam’a olan hizmetlerinden de söz ettiği bu konuşmadan sonra kalbinin sesini dinleyen Hür b. Yezid Hz. Hüseyin’in safına geçti.
Kuvvetlerin ve şartların birbirine denk olmaması yüzünden savaş görüntüsüyle kendini gizlese de bir katliamdı Kerbelâ. Böyle bir katliamı sancağıyla gelip ilk oku atarak başlatan Ömer b. Sa’d ise belli ki bunun gerçekten bir savaş olduğuna inandırmaya çalışıyordu kendini. Bir tarafın ordusu vardı, diğer tarafın bir avuç seveni. 63 kahraman Hz. Peygamber’in torununu koruyabilmek için tek tek düşüyordu toprağa. Hz. Hüseyin’in yanında sıcak ve susuzluktan bitkin düşmüş birkaç kişi kaldığını gören Şemir b. Zülcevşen, bir zamanlar Sıffin Savaşı’nda Hz. Ali’nin yanında olduğunu unutup Allah’ın Aslanı’nın sevgili oğluna dört taraftan saldırılması emrini verdi. Sinân b. Enes en-Nehaî’nin mızrağıyla yere düştü Hz. Hüseyin. On sekiz bin kişi sözünden döndüğü için kırıldı Peygamber’in aynası. Sonrasını kim anlatabilir!
Şöyle seslenmişti bir gün sevenlerine:
“Olup bitenleri görüyorsunuz. Dünyanın rengi değişti; tamamen faziletten yoksun hale geldi. Her iyiliğin tortusu kaldı yalnız. Görmüyor musunuz! Hak ve doğru, yerin altına gönderildi. Bilerek batıl işler peşine düştü insanlar. Kötü gidişi önleyecek kimse kalmadı. Zaman, her müminin Allah için hakkı savunma zamanıdır. Şehit olmak istiyorum. Zalimlerle bir arada yaşamak da zulüm değil mi!”
Hz. Hüseyin’in mübarek başının nereye gömüldüğünü tartışıyor hâlâ Müslümanlar. Medine’de Baki Mezarlığı’na, Necef’te babasının yanına, Kûfe dışında bir yere, Kerbelâ’da cesedinin konulduğu kabre, Dımaşk’ta bilinmeyen bir yere, Rakka’ya, hatta Kahire’ye… Hayır, hayır; doğrusu Hz. Hüseyin’in mübarek başının mezhebi ve meşrebi ne olursa olsun bütün Müslümanların omuzlarının üstünde olduğudur.