Kurban hemen bütün dinlerin ana temalarından birini teşkil ettiği gibi en eski dönemlerden itibaren çeşitli din ve kültürlerde farklı uygulamalarla yerine getirilen bir adettir. İslâm öncesi Arap toplumunda çocukların, köle ve esirlerin putlara kurban edilmesi âdetinin izlerine -zayıf da olsa- rastlanmakla birlikte asıl yaygın olan uygulama putlara hayvanların kurban edilmesi şeklindeydi. Cahiliye Arapları, belirli zamanlarda veya önemli kabul ettikleri olaylar vesilesiyle gerek Kâbe’deki gerekse Mekke’nin diğer bölgelerinde ve Mekke dışındaki putlarının yanında mabede olan saygılarını, putlara olan bağlılıklarını göstermek ve onlara yakınlaşmak amacıyla deve, sığır, koyun, ceylan gibi hayvanları keserek kurban ederlerdi.[2]
Bilindiği üzere İslam’da kurban ibadetinin menşei üç büyük ilahi dinin atası kabul edilen Hz. İbrahim’in (as) oğlu Hz. İsmail’i Allah’a kurban etme teşebbüsüne dayanır. Hz. İbrahim (as) Rabbinden kendisine bir erkek evlat vermesini dilemiş ve oldukça geç denebilecek bir yaşta cariyesi Hacer’den oğlu İsmail (as) dünyaya gelmiştir. Daha sonra Allah, Hz. İbrahim (as)’den oğlu İsmail’i kurban etmesini istemiş, o da Allah’ın bu emrine itaat ederek oğlunu kurban etmek üzereyken bizzat Allah tarafından, teslimiyetinin ve itaatinin karşılığı olarak Hz. İsmail’in yerine bir koç gönderilmiştir. Bu hadise Allah’a samimiyetle itaatin en güzel örneği olarak kabul edilmiş ve sonraki nesillerce kurban ibadeti şeklinde hatırlanmaya ve yaşatılmaya devam edilmiştir.
Önceki din ve kültürlerde farklı şekil ve amaçlarla da olsa varlığını sürdüren ve Câhiliye toplumunun dinî hayatında önemli bir yeri olan bu âdet, İslamiyet’te cinayet, şirk, israf, hayvana eziyet ve çevre kirliliği gibi olumsuz unsurlardan temizlenerek taabbüdî, malî ve sosyal nitelikleri bir arada bulunduran bir ibadet halini almıştır. İslâmiyet ile birlikte Cahiliye Araplarının kurban âdeti, tevhid inancına aykırı öğelerden temizlenerek Hz. İbrahim'in sünnetine uygun biçimde ihya edilmiş ve sosyal işlevler de yüklenerek zenginleştirilmiştir.[3]
İlahi dinlerin hepsinde kurban hükmünün var olduğu bilinen bir gerçektir. Kur’an’da ayrıntısı verilmeksizin Hz. Âdem’in iki oğlunun Allah’a kurban takdim ettiklerinden söz edilir. Yine Kur’an’da, hac ibadeti esnasında kesilecek kurbanlarla ilgili bazı hükümlere yer verildiği görülür. Fakat dolaylı bir işaret hariç hac dışındaki kurban ibadetine temas edilmez. Hem hac sırasında hem de hac dışındaki ibadetler konusunda takip edilen teşrî siyasetine uygun olarak gerek hac ve umre yapanların gerekse diğer şahısların kurban kesme yükümlülüğü ve diğer kurban türleri hakkındaki hükümler Hz. Peygamber’in söz ve uygulamaları ile belirlenmiştir. Hz. Peygamber’in, hicretin 2. yılından (624) itibaren kurban bayramlarında kurban kesmeye başlaması, hac ve umre esnasındaki uygulaması ve kurbanla ilgili çeşitli açıklamalarından oluşan zengin hadis rivayeti bu alandaki dinî geleneğin, fıkhî yorum ve değerlendirmelerin ana zeminini oluşturur.[4]
Kurban Kesmenin Şartları ve Usulü
Bir kimsenin kurban kesmekle yükümlü olabilmesi için aranan şartlara kurbanın vücûb şartları denilir. Kişinin kurban kesmekle yükümlü olabilmesi için Müslüman, akıl baliğ (ergen), mukim ve zengin olması şartları birlikte aranır. Akıl baliğ olma ve mukimlik hususunda mezhepler arasında bazı yorum farklılıkları vardır. Örneğin, Hanefiler’den Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf ile Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre kurbanla yükümlü sayılmak için akıl ve bulûğ şart olmayıp gerekli malî güce sahip olan küçük çocuklar ve akıl hastaları adına kanunî temsilcileri tarafından kurban kesilmesi görüş farklılığına bağlı olarak gereklidir veya sünnettir. Hanefî fakihlerinden İmam Muhammed ve Züfer ile Şafiilere göre kurban mükellefiyeti için akıl ve bulûğ şarttır. Hanefî mezhebinde bu konuda fetva İmam Muhammed’in görüşüne göre verilmiş ve uygulamada bu görüş ağırlık kazanmıştır. Yine Hanefi mezhebine göre yolcu hükmünde olan kimse kurban kesmekle yükümlü değildir. Ancak yolcu hükmünde bulunan kimsenin tek başına veya mukimlerle birlikte kurban kesmesinde bir engel de yoktur. Diğer mezheplere göre kurban mükellefiyeti açısından yolcu ile mukim arasında kurban kesmenin sünnet olması sebebiyle esasen bir farklılık yoktur. Hanefilerin yolcu için böyle bir ruhsattan söz etmeleri, ibadetlerde külfeti kaldırmaya ve kurbandan gözetilen hikmetlerin gerçekleşmesine öncelik vermeleri nedeniyledir.[5]
Kurban kesme mükellefiyeti için gereken malî imkânın da bir ölçütü vardır. Hanefî mezhebine göre kişinin kurban kesmekle yükümlü olabilmesi gereken zenginlik ölçütü, borçları ve aslî ihtiyaçları dışında 85 gr. (20 miskal) altına ya da buna denk bir paraya veya mala sahip olmasıdır. Bu noktada zekât ile benzerlik gösterir. Fakat zekâttan farklı olarak, bir yıl devam etmiş bir zenginlik olması şartı aranmayarak bayrama erişen kişinin o günlerde bu zenginliğe sahip bulunması yükümlülüğün doğması için yeterli görülmüştür. Diğer mezhepler kurban kesmeyi sünnet saydıklarından kurban mükellefiyeti için ayrıca bir zenginlik ölçüsü tespit etmemişlerdir.[6]
Kişinin kurban kesmekle yükümlü olmasının şartları olduğu gibi bu ibadetin geçerli olmasının da bazı şartları vardır. Bu şartlar kurbanlık hayvanla ve bu hayvanın kesimiyle ilgilidir. Buna göre; dinen kurban olarak kesilmesi kabul edilmiş hayvan türleri, topluca “en‘âm” adıyla anılan koyun, keçi, sığır, manda ve devedir. Dolayısıyla ancak bu hayvanlar veya türdeşleri kurban olarak kesilebilir. Koyun ve keçi sadece bir kişi, sığır, manda ve deve gibi büyük baş hayvanlar ise yedi kişiyi aşmayacak şekilde ortaklaşa kurban olarak kesilebilir. Bir diğer şart, koyun ve keçi cinsinden hayvanlar bir yaşını, sığır ve manda cinsinden hayvanlar iki yaşını, deve ise beş yaşını doldurmuş olmalıdır. Kesilecek hayvanın gözle görülür bir noksanının bulunmaması gerekir. Kurban edilecek hayvanın sağlıklı, organlarının tam ve besili olması, hem ibadetin gaye ve mahiyetine hem de sağlık kurallarına uygun düşer.
Kurbanlık hayvanın, kesenin mülkiyeti altında olması veya kesenin böyle bir tasarrufa yetkisinin bulunması gerekir. Kurbanın sahih olabilmesi için de belirlenmiş vakit içinde kesilmesi gerekir. Kurban, kurban bayramının “eyyâm-ı nahr” denilen ilk üç günü yani zilhicce ayının on, on bir ve on ikinci günleri, bayram namazının kılınmasından üçüncü günün akşamına kadarki süre zarfında kesilebilir. Şâfiî mezhebine ve bazı fakihlere göre bu süre bayramın dördüncü günü akşamına kadardır. Kurbanın ibadet niyetiyle kesilmesi ise bir diğer şarttır. Esasen kurbanı diğer hayvan kesimlerinden ayıran da budur. Bu şartlar esas şartlar olmakla birlikte uygulamada bazı noktalarda mezhepler arasında bir takım farklılıklar mevcut olabilmektedir.[7]
Kurban edilecek hayvanın kesimi sırasında da dikkat edilmesi gereken hususlar vardır. Hayvan, kesim yerine incitilmeden götürülmeli, kesileceği zaman kıbleye karşı ve sol tarafı üzerine yatırılmalıdır. Elinden geldiği takdirde her mükellefin kurbanını kendisinin kesmesi uygundur, değilse bir başkasına vekâlet verip kestirebilir. Kurban sahibinin kesim esnasında orada hazır bulunması güzel olandır. Hayvan yere yatırılırken, “Yüzümü gökleri ve yeri yaratan Allah’a, O’nun birliğine inanarak çevirdim. Ben müşriklerden değilim”[8]; “Benim namazım, ibadetim (kurbanım), hayatım ve ölümüm hep âlemlerin rabbi olan Allah içindir. O’nun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu ve ben Allah’a teslim olanların ilkiyim”[9] mealindeki ayetler okunarak kurbanın kabulü için Allah’a dua edilir. Daha sonra da tekbir ve tehlîl getirir. [10]
Kurban sahibi kurbanın etinden yiyebilir, bakmakla yükümlü bulunduğu kimselere yedirebilir; ancak etinin bir kısmını da dağıtması gerekir. Yenecek ve dağıtılacak miktar konusunda kesin bir ölçü koyulmamıştır. Fakat dinî gelenek, kurban etinin üç eşit parçaya bölünüp bir parçasının kurban sahibi ve bakmakla yükümlü olduğu kimseler tarafından tüketilmesi, ikinci parçanın zengin bile olsalar eş, dost ve akrabaya hediye edilmesi, üçüncü parçanın ise kurban kesmeyen fakir kimselere dağıtılması şeklindedir.[11]
İbadetlerde fert ve toplum yararıyla açıklanabilir unsurlarla taabbüdî nitelik taşıyan ve Allah'a bağlılığı temsil eden simgesel davranışlar çok defa bir arada bulunur. Ancak mali bir ibadet olan kurbanda taabbüdî yönler de bulunmakla birlikte fert ve toplum yararı ön plandadır. Kurbanı hayvanın eti veya derisi için kesiminden ayıran temel fark, onun Allah'ın rızâsını kazanma ve isteğine boyun eğme amacıyla kesilmiş olmasıdır. İbadetin özünü teşkil eden bu amaç ancak Şâri'in (hüküm koyan) bildirdiği şekil şartlarına uyulduğunda gerçekleşmiş olur. Bu yönüyle kurban ibadetinin özü ve biçimselliği dinî bildirime dayanır. Kesilen kurbanın etinin yenmesi, derisi ve diğer parçalarından azami ölçüde yararlanılması ibadetin özüyle alâkalı bir gereklilik olmayıp ikinci derecede yararlar, ibadetin dünyevî boyutu ve anlamı olarak görülebilir.[12]
Kişi kurban kesmekle Allah'ın emrine boyun eğmiş ve kulluk bilincini koruduğunu canlı bir biçimde ortaya koymuş olur. Bunu yaparken de malını Allah için telef etmesi değil, en yakınlarından başlayarak insanlara yararlı olacak tarzda gerçekleştirmesi istenmiştir. Kur'ân'da kurbanın kan ve etinin değil kesenlerin dini duyarlılıklarının (takva) Allah'a ulaşacağının belirtilmesi[13] bunun en açık delilidir. Kurban Allah'a, verdiği nimetlerden dolayı şükür anlamı da taşır. Müminler her kurban kesiminde. Hz. İbrahim ile oğlu İsmail'in Cenâb-ı Hakk'ın buyruğuna mutlak itaat konusunda verdikleri, Kur’an’da da özetle aktarılan[14] başarılı sınavın hâtırasını tazelemiş ve kendilerinin de benzeri bir itaate hazır olduklarını bu simgesel davranışla göstermiş olurlar.[15]
Kurban toplumda kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma ruhunu canlı tutar; sosyal adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunur. Zengine malını Allah’ın rızası, yardımlaşma ve başkalarıyla paylaşma yolunda harcama zevk ve alışkanlığını verir; onu cimrilik hastalığından, dünya malına tutkunluktan kurtarır. Fakirin de varlıklı kullar aracılığıyla Allah'a şükretmesine, dünya nimetinin yeryüzündeki dağılımı konusunda karamsarlık ve düşmanlıktan kendini kurtarmasına ve kendini toplumunun bir üyesi olarak hissetmelerine vesile olur.[16]
Hz. Peygamber (sav) ve Kurban
Hicrî takvimin son ayı olan zilhiccenin onunda başlayan ve dört gün devam eden kurban bayramı bu günlerde kurban kesildiği için bu isimle anılır. Hac ibadeti hicretin 9. yılında farz kılınmakla birlikte kurban kesilmesi ve kurban bayramı namazı, oruç ibadeti ve ramazan bayramı gibi hicretin 2. yılında teşrî kılınmıştır.[17]
Peygamber Efendimiz’in hicri ikinci yıldan itibaren vefat edinceye kadar her yıl kurban kestiği bilinmektedir.[18] Hz. Ali, Hz. Peygamber’in Veda Haccı’nda yüz deve kurban ettiğini ve etlerin tamamının dağıtılmasını emrettiğini söyler.[19] Hz. Enes (r.a.) da Hz. Peygamber’in siyah-beyaz benekli iki koçu besmele ve tekbir ile bizzat kestiğini rivayet eder.[20] Peygamber Efendimiz ayrıca Kurban bayramının yaklaştığı günlerin faziletinden söz etmiş, “Zilhice’nin on günü içinde yapılan kulluktan daha sevaplı amel yoktur. Bugünlerde tesbihi çok yapın; tahmîdi, tehlîli ve tekbiri çok söyleyin.” buyurmuştur.[21] Ayrıca Hz. Peygamber (sav) zilhiccenin ilk dokuz günü sürekli oruç tuttuğu için bu günlerde oruç tutmak da müstehaptır.[22]
Ramazan’da olduğu gibi Kurban bayramı da bayram namazı ile başlar. Kurban bayramına ait arefe gününün ayrı bir fazileti vardır; çünkü haccın en önemli rüknünü oluşturan vakfe bu günde yapılır. Vakfe, arefe günü zeval vaktinden kurban bayramının birinci günü fecrin doğuşuna kadar olan süre içinde yapılır. Ayrıca kurban bayramının dördüncü günü ikindi namazına kadar her farz namazın ardından okunan teşrik tekbirlerine de arefe günü sabah namazından sonra başlanır.[23]
Hz. Peygamber’in bayram namazını mescitte değil dışarıda musalla’da kıldığı bilinmektedir. Bu sebeple Hanefî ve Hanbelîler’e göre bayram namazını musallâda kılmak sünnet, Mâlikîler’e göre ise menduptur. Hanbelîler ve Mâlikîler Mescid-i Harâm’ı bu hükümden istisna ederler. Rasûlullah (sav) zamanında kadınlar, genç, yaşlı bütün müminler bayrama iştirak eder, hayız hali dolayısıyla namaz kılamayanlar da tekbirlerde cemaate katılırlardı. Hz. Peygamber’in musallâ’ya giderken ve evine dönerken farklı yollardan geçmeyi tercih ettiği, kestiği kurban etinden yiyinceye kadar ağzına bir şey koymadığı da rivayet edilir.[24]
Hz. Peygamber döneminde hac ve umrede kesilen kurbanlara dair bazı uygulamalar gelenek haline gelerek bunun dışındaki kurbanlara da sirayet etmiştir. Kılâde bunun en güzel örneğidir. Kur’an-ı Kerim’de iki ayette [25] çoğul şekliyle zikredilen kılâde, hayvanın hedy kurbanı olduğunu göstermek için boynuna takılan bir nesnedir. [26] Bu âyetlerin ilkinde, “Ey iman edenler! Allah’ın koyduğu sembollere, kutsal hac ayına, kurbanlara ve nişanlarına (yahut nişanlı kurbanlara) saygısızlıkta bulunmayın” buyurulur. Kurtubî, kurbanlık hayvanı bu şekilde işaretlemenin Hz. İbrahim’den gelen bir sünnet olduğunu, Câhiliye döneminde de varlığını sürdürerek İslâm dinince onaylandığını belirtir. Hz. Peygamber bir hadisinde, “Ben saçlarımı toplayıp bağladım, kurbanıma da Kâbe adına nişan taktım. Artık kurbanımı kesmedikçe ihramdan çıkamam” demiş[27], hayvan kesildikten sonra nişanının kanına atılmasını emretmiştir.[28] Bu gelenek hac ve umre dışında kesilen kurbanlarda da hayvanın boynuna bir nişan için bir nesne takmak veya başının bir parçasını kınalamak şeklinde uygulamalarla bugün hale devam etmektedir.
Dipnotlar: