Mekke döneminde Hz. Peygamber kendisine ve müslümanlara düşmanlık yapan Kureyşli müşriklere karşılık vermemiş, onlardan intikam alma yoluna gitmemiş, hakaret, işkence ve sıkıntılara mâruz bırakılan müslümanlara sabretmelerini tavsiye etmiştir. Bu dönemde inen âyetler de devamlı olarak sabır tavsiyesinde bulunmuştur. Hicretten sonra Medine’de başlayan yeni dönemin özellikle ilk yıllarının kendisine has ferahlıklarının yanında sıkıntıları da mevcuttu. Mekke müşrikleri müslümanlara Medine’de de rahatlık vermeme hususunda kararlıydı. Medine’deki yerli halkın çoğunluğu samimiyetle müslüman olmuşsa da içlerinde münafıklar da vardı. Şehrin etrafında yaşayan yahudi kabileleri görünüşte antlaşmaya katılmışlardı, fakat hemen her fırsatta problem çıkarıp ihanete varan davranışlar sergilemeye hazır bulunuyorlardı.
Hicretten kısa bir süre sonra Kureyş ileri gelenlerinden Ebû Süfyân ile Übey b. Halef Medineli müslümanlara gönderdikleri mektupta, Hz. Muhammed (sav)’i güven ve koruma altına alıp ona yardım etmelerinin utanılacak bir şey olduğunu, bu davranışlarından vazgeçmeleri gerektiğini, aksi takdirde aralarında savaş çıkabileceğini bildirdiler. Buna karşılık olmak üzere ensâr adına Ka‘b b. Mâlik bir şiirle müşriklerin isteklerini reddetmiştir. Bu arada Kureyşliler Medine’ye karşı bazı ekonomik baskı tedbirleri de almaya başladılar. Diğer taraftan Hz. Peygamber ve ashabının hicret haberi Arabistan yarımadasının hemen her yerine ulaşmıştı. Birçok kabile yeni peygamberin davranış ve tepkilerini takip ediyor, hatta hicret etme imkânı bulamayan veya Müslümanlığını gizleyen kimseler de vuku bulacak gelişmeleri bekliyordu. Bu arada zulme mâruz kalan müminlerin silâhla mukabelede bulunmalarına izin verildiğini beyan eden âyet de nâzil olmuştu: “Kendilerine haksız yere saldırılan kimselere savaşma izni verilmiştir ve şüphesiz Allah onlara yardım ulaştıracak güçtedir. Onlar ki, sadece “bizim Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için yurtlarından çıkarıldılar...” (el-Hac 22/39-40). Hz. Peygamber hicretten yedi ay sonraki (Ramazan 1/Mart 623) dönemden başlamak üzere bir yıla yaklaşan bir süre içinde, Medine’ye sığınmış bulunan müslümanları Kureyşliler’in tehdidinden korumak, onlara müslümanların da bir güç olduğunu göstermek amacıyla bazı askerî operasyonlar gerçekleştirmiştir (Hz. Hamza kumandasında Sîfülbahr Seriyyesi, Ubeyde b. Hâris kumandasında Râbiğ Seriyyesi, Sa‘d b. Ebû Vakkâs kumandasında Harrâr Seriyyesi, Ebva [Veddân]Gazvesi, Buvât Gazvesi, Uşeyre Gazvesi). Bu müfrezeler Kureyş kervanlarının güzergâhları civarında dolaşmışsa da herhangi bir baskın düzenlememiş, diğer kabile ve gruplara ait kervanları da rahatsız etmemiştir. Bu askerî hareketlerle birlikte esasen savaş halinde olan Medine ile Mekke, savaş hükümlerinin yürürlükte bulunduğu bir dönemi yaşamaya başlamış ve bu durum Hudeybiye Antlaşması’na kadar devam etmiştir. Hicretten on yedi ay sonra (Receb 2/Ocak 624) Abdullah b. Cahş kumandasında Batn ı Nahle’ye gönderilen seriyye Yemen’den dönen bir Kureyş kervanına, Mekke’nin güneyinde baskın yapmış, bir kişi öldürülmüş, iki kişi esir alınmış ve bazı ganimetler ele geçirilmiştir. Bazı rivayetlerde istihbarat amaçlı olduğu bildirilen bu seriyye ile Hz. Peygamber Kureyşli müşriklere gözdağı vermeyi hedeflemiştir.
Bedir Savaşı (Bedir Gazvesi)
Bedir Gazvesi, daha sonra yapılan Uhud ve Hendek Gazveleri ile birlikte Hz. Peygamber’in Kureyş müşriklerine karşı verdiği tevhîd mücadelesinin en meşhur savaşlarından biridir. Bedir, Medine’nin 160 km. kadar güneybatısında, Kızıldeniz sahiline 30 km. uzaklıkta Medine-Mekke yolunun Suriye kervan yoluyla birleştiği yerde bulunan küçük bir kasaba idi. Başta Hz. Peygamber olmak üzere Mekkeli müslümanların, on yıl boyunca zulüm ve işkencelerine mâruz kaldığı, nihayet canlarını kurtarmak için ancak birkaç parça eşyalarını yanlarına alarak kendilerinden kaçtığı Kureyşliler, müslümanlardan kalan malları da servetlerine katarak yarımadanın güney ve kuzey istikametlerine doğru ticaret kervanları düzenliyordu. Resûl i Ekrem, Ebû Süfyân’ın idaresinde Kureyşliler’den birçok kimsenin katıldığı büyük bir ticaret kervanının Suriye’den dönmekte olduğu haberini aldı. Mekkeliler’den her kesime ait olan 1.000 develik kervanın 50.000 dinar değerinde olduğu kaydedilmektedir. Kureyş kervanına Bedir’de baskın düzenlemeyi planlayan Hz. Peygamber 12 Ramazan 2 (9 Mart 624) tarihinde Medine’den hareket etti. Yerine Abdullah b. Ümmü Mektûm’u vekil olarak bıraktı. İslâm ordusu yetmiş dördü muhâcir, geri kalanı ensârdan olmak üzere 305 kişiden oluşuyordu. Sancaktarlık görevine Mus‘ab b. Umeyr, Hz. Ali ve Sa‘d b. Muâz tayin edildi. Orduda yetmiş deve ve iki de at bulunuyordu. Müslümanlar bir veya iki gün oruçlu olarak yola devam ettikten sonra Hz. Peygamber’in emri üzerine oruçlarını açtılar.
Öte yandan Ebû Süfyân Hicaz topraklarına girince Hz. Muhammed’in baskın teşebbüsünü öğrendi, yardım istemek üzere Mekke’ye adam gönderdi, kendisi de kervanın pusuya düşmemesi için Bedir’den uzak olan ve daha az kullanılan sahil yolunu takip etti. Kureyşliler, Ebû Süfyan’dan gelen yardım talebi üzerine yoğun bir şekilde hazırlıklara başladılar. Daha sonra kervanın kurtulduğunu öğrenmelerine rağmen, Ebû Cehil kumandasında 1000 kişilik bir kuvvetle Bedir’e doğru hareket ettiler. Müşrik ordusunda 700 deve, 100 de at vardı.
Aslında Rasûlullah ve ashabı Kureyş ordusunun Mekke’den çıkıp Bedir civarına geldiğini henüz bilmiyorlardı; Kur’ân-ı Kerîm’de Bedir karşılaşmasının, iki tarafın beşerî planlarının ötesinde Allah’ın kudret ve iradesiyle gerçekleştiğine işaret edilerek müslüman ordusuyla müşrik ordusunun birbirinden habersiz olduğu, ticaret kervanınınsa ikisinden de uzak bir yerde, sahil yolunda bulunduğu haber verilir (el-Enfâl 8/7, 42).
17 Ramazan 2 (13 Mart 624) Cuma sabahı erken saatlerde her iki ordu Bedir’e doğru yola çıktı. Hz. Peygamber Bedir’deki su kuyularına Kureyşliler’den daha önce ulaştı ve Habbâb b. Eret’in tavsiyesi üzerine düşmanın geliş istikametine göre kendilerine en yakın kuyuyu bırakarak diğerlerini kumla kapattırdı. Fakat daha sonra Hz. Peygamber müşriklerin açık bırakılan kuyudan su almalarına izin vermiştir. Savaştan önce Hz. Peygamber Câhiliye devrinde de elçilik görevini yürüten Adî kabilesinden Hz. Ömer’i Kureyşliler’e göndererek savaş yapılmadan Mekke’ye dönmelerini teklif etti ise de Kureyşliler savaşmakta ısrar ettiler. Eski Arap âdetine göre savaşı kızıştırıp başlatmak üzere her iki taraftan birer kişi meydana çıktı. Mübâreze adı verilen bu meydan okuyuş sırasında Hz. Hamza hasmı Esved b. Abdülesed el-Mahzûmî’yi öldürdü. Bunun üzerine Kureyşlilerden Utbe b. Rebîa, kardeşi Şeybe ve oğlu Velîd, İslâm ordusundan da Ubeyde b. Hâris, Hz. Hamza ve Hz. Ali meydana çıktılar. Hz. Hamza ve Hz. Ali hasımlarını öldürdükten sonra ağır yaralanan Ubeyde’nin yardımına koşup Utbe’yi öldürdüler. Ubeyde b. Hâris savaşta aldığı yaralardan dolayı Bedir dönüşü yolda şehid olmuştur. Mübârezelerden sonra başlayan savaş aynı gün ikindiye doğru müslümanların kesin zaferiyle sonuçlandı. Müşriklerden başta İslâm’ın ve Hz. Peygamber’in en büyük düşmanı Ebû Cehil olmak üzere yetmiş kişi öldürüldü, yetmiş kişi esir alındı. Müslümanlardan şehid olanların sayısı da on dörttü.
Hz. Peygamber şehidlerin namazını kılarak onları defnettirdi. Kureyş’in ölülerini de gömdürdü. Esirlere karşı iyi davranılmasını emreden Hz. Peygamber onlardan sadece ikisini, Ukbe b. Ebû Muayt ile Nadr b. Hâris’i vaktiyle müslümanlara yaptıkları işkenceye karşılık ölüme mahkum etti, diğer esirlere yapılacak muamele konusunda da ashabın görüşünü aldı. Hz. Ebû Bekir’in teklifini benimseyerek esirleri malî durumlarına göre ödeyecekleri 1000-4000 dirhem fidye karşılığında serbest bıraktı. Bazı esirler karşılıksız, okuma yazma bilenler ise on müslümana okuma yazma öğretmeleri şartıyla serbest bırakıldı. Müşriklerden elde edilen ganimetler bir araya toplanarak savaşa katılanlar arasında eşit şekilde bölüşüldü. Hz. Peygamber ramazan ayının sonu veya şevval başında Medine’ye döndü.
Bedir’de ele geçirilen esirler arasında Hz. Peygamber’in damadı Ebü’l-Âs b. Rebî‘ de bulunuyordu. Hz. Peygamber’in en büyük kızı Zeyneb ile evli olan Ebü’l-Âs hanımı müslüman olduğu halde kendisi İslâm’ı kabul etmemiş, bununla birlikte müşriklerin Zeyneb’i boşaması yolundaki telkinlerine de olumlu cevap vermemişti. Bedir’de müşrikler safında savaşa katılıp esir düşünce, Mekkeliler esirler için fidyelerini gönderirken hanımı Zeyneb de bir miktar para ile annesi Hz. Hatice’nin düğün hediyesi olarak kendisine vermiş olduğu gerdanlığı göndermişti. Gerdanlığı tanıyan Hz. Peygamber son derece duygulandı; Hz. Hatice’yi ve İslâm’a hizmetlerini bir kez daha hatırlayarak Ebü’l-Âs’ın serbest bırakılması ve gerdanlığın da Hz. Zeyneb’e iade edilmesi hususunda ashabından izin istedi. Serbest bırakılan Ebü’l-Âs Mekke’ye döndü ve Hz. Peygamber’e verdiği söz doğrultusunda hanımı Zeyneb’i Medine’ye gönderdi. Kendisi de daha sonra müslüman olup Medine’ye hicret edince Hz. Peygamber Zeyneb’i ona iade etmiştir (Muharrem 7/ Mayıs 628).
Kur’an’da Bedir’de elde edilen zaferin Allah’ın yardımıyla gerçekleştiği ve müslüman ordusunun meleklerle desteklendiği ifade edilmektedir (el-Enfâl 8/8-12; krş. Âl i İmrân 3/123-127). Bedir Gazvesi, İslâm cemaatine Arap yarımadasında büyük bir itibar kazandırmış ve Hz. Peygamber’e İslâmiyet’i tebliğ için geniş imkânlar açmıştır. Savaşı kaybeden Mekkeliler Ebû Cehil’in yerine başkanlığa Ebû Süfyan’ı getirmişler ve müslümanlardan intikam almak üzere yemin ederek bunun yollarını aramaya başlamışlardır. Bu arada hastalığı sebebiyle Bedir’e katılamayan ve yerine Âs b. Hişâm’ı gönderen Ebû Leheb, Bedir yenilgisi haberini aldıktan sonra daha da fenalaşmış ve ölmüştür. Ebû Süfyân Bedir yenilgisinden iki buçuk ay kadar sonra iki yüz kişilik bir kuvvetle Medine’ye kadar gelip şehrin dış mahallelerine saldırdı. İki müslümanı şehid edip tarlalarını ateşe verdikten sonra kaçtı. Hz. Peygamber iki yüz kişilik bir birlikle kendisini takibe çıktıysa da Ebû Süfyan ve askerleri, beraberinde getirdikleri kavrulmuş un (sevîk) torbalarını ağırlık teşkil etmesin diye yerlere atıp uzaklaşmıştı. Bu sebeple bu takip Sevîk Gazvesi olarak bilinmektedir.