Hicret’in 9. yılında (m. 630) Bizans İmparatoru Herakleios’un, Lahm, Cüzâm, Âmile ve Gassânîler gibi müttefik Hıristiyan Arap kabilelerinin de desteğini alarak Müslümanlara karşı savaş hazırlığına başladığına dair haberler Medine’ye ulaştı. Bunun üzerine Hz. Peygamber, kuraklık ve kıtlık hüküm sürmesine rağmen savaş hazırlıklarına başladı. Amacı, düşman saldırılarını yerinde bastırıp muhtemel tehlikeyi savmaktı. Kur’ân-ı Kerîm’de (bkz. et-Tevbe 9/38-106) ve İslam tarihi kaynaklarında, İslam toplumundaki savaş hazırlıklarıyla ilgili haberlerden; Sâsânîlere karşı kesin bir üstünlük sağlamış olan Bizans’ın Müslümanlar tarafından oldukça ciddi bir güç olarak görüldüğü anlaşılmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber genellikle sefer için gideceği yeri gizli tuttuğu halde bu defa hedefin Bizans ordusu olduğunu açıkça belirtti çünkü gidilecek yol uzun, düşman güçlü ve büyüktü. Ayrıca mevsim çok sıcaktı ve ürün toplama zamanıydı.
Sefer hazırlıkları sırasında Hz. Osman başta olmak üzere birçok sahabe İslam ordusunun donatımı için ciddi katkılarda bulundu. Hz. Osman 1.000 adet binek hayvanı verdiği gibi her birine birer altın harcayarak 10.000 askeri donattı. Abdurrahman b. Avf ve Talha b. Zübeyr yüklü miktarda bağışta bulundu. Hz. Ömer mal varlığının yarısını, Hz. Ebû Bekir de tamamını bağışladı. Hemen herkes elinden gelen gayreti gösterip İslam ordusuna yardım yarışına katıldı.
Samimi, fedakar ve gayretli Müslümanlar yanında her zaman olduğu gibi bu seferde de münafıklar bozgunculuk yapmaktan geri durmadılar. Bizans’ın gücünü hatırlatıp bu sıcak, kıtlık ve kuraklık mevsiminde sefere çıkmanın yersiz olduğunu söyleyerek Müslümanların morallerini bozmaya çalıştılar. Buna karşılık yoksul oldukları için binek bulamayan ve bu yüzden sefere katılamadığı için gözyaşı döken samimi Müslümanlar da vardı.
Rasûl-i Ekrem kendi döneminde hazırlanan orduların en büyüğünü teşkil eden, 10.000’i süvari olmak üzere 30.000 kişilik orduyla Medine’ye kuzeyden 700 km kadar uzaklıkta Suriye yolu üzerindeki Tebük’e kadar ilerleyip orada karargâh kurdu (Receb 9/Ekim 630). On beş-yirmi gün burada kalındı ancak Bizans ordusuna rastlanmadı. Tebük’te bulunduğu sırada Hz. Peygamber, İslamiyet’e davet amacıyla batı istikametinde çok geniş bir sahaya yayılan, çoğunluğu Hıristiyan ve bir kısmı Yahudi olan Cerbâ, Eyle, Ezruh, Maknâ ve Maan’a birlikler gönderdi. Onların temsilcileri gelip İslamiyet’i kabul etmeyeceklerini ancak vergi (cizye) ödeyeceklerini bildirdiler; böylece can, mal ve inanç hürriyetlerinin güvence altına alınması şartıyla İslam devletinin tebaası olmayı kabul ettiler. Rasûlullah bu yerleşim merkezlerinin her biri için birer antlaşma metni yazdırıp kendilerine verdi. Bu arada Hâlid b. Velîd’in kumandası altındaki 400 kişilik askerî birlik Irak yolu üzerinde önemli bir merkez olan Dûmetülcendel’e gönderilmişti. Hâlid, Dûmetülcendel kalesini ele geçirdi ve Müslümanlara düşmanlık eden Hıristiyan emiri Ukeydir b. Abdülmelik’i esir alarak Hz. Peygamber’e getirdi. Hz. Peygamber, Ukeydir ile cizye ödemesi şartıyla bir anlaşma yapmış ve onun memleketine dönmesine izin vermiştir. Böylece Dûmetülcendel halkının da cizye ödemek suretiyle İslam devletinin hakimiyetini kabul etmesi sağlanmıştır.
Tebûk’te bulunan Hz. Peygamber’in, o sırada Hıms veya Dımaşk’ta olduğu belirtilen Bizans İmparatoru Herakleios’a, Dihye b. Halife el-Kelbî vasıtasıyla ikinci kez İslam’a davet mektubu gönderdiği nakledilir. Mektupta imparatora İslam’a girme, cizye ödeme veya savaş alternatifleri teklif edilmekte, bunun yanında hiç olmazsa halkından İslam’ı seçecek olanlara engel olmaması istenmekteydi. Mektubu alan imparator dinî ve askerî çevresiyle istişare ettikten sonra Hıristiyan Arap kabilelerinden Benî Tenûh’a mensup bir elçiyi Hz. Peygamber’e gönderdi. Elçi sefer şartlarının müsaade ettiği ölçüde ağırlanmış ve kendisine Hz. Osman tarafından kıymetli bir elbise hediye edilmiştir.
Hz. Peygamber’in bizzat katıldığı son gazve olan Tebûk seferi, Müslümanlar için ciddi bir sınav olmuş, zor bir zamanda (sâ‘atü’l-usra) yapıldığına işaret eden Ayetten (et-Tevbe 9/117) hareketle, sefere katılan orduya “zor zamanların ordusu” anlamında “ceyşü’l-usra” denilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu sefere katılan veya mazeretine binaen ya da mazeretsiz katılamayan Müslümanlar ile savaşa destek vermedikleri gibi katılmak isteyenleri de vazgeçirmeye çalışan münafıkların tavrı hakkında birçok ayet yer almaktadır (bk. et-Tevbe 9/38-106, 117-118).
Hz. Peygamber, Tebûk seferinden Medine’ye dönünce Mescid-i Nebevi’ye gidip şükür namazını kıldıktan sonra mazeretleri sebebiyle savaşa katılamayanların tebriklerini kabul etti. Çeşitli mazeretler ileri sürerek sefere katılamadıklarını beyan eden münafıkların tebriklerini de kabul eder göründü. Aslında onlar sahte mazeret uyduruyor ve yalan söylüyorlardı (et-Tevbe 9/94-97). Bu arada Resûlullah’ın meşhur şairlerinden biri olan Ka‘b. Mâlik ile Bedir gazilerinden Hilâl b. Ümeyye ve Mürâre b. Rebî’, malî durumu ve sağlığı elverişli olup hiçbir meşru mazereti bulunmadığı halde ihmalkâr davranarak sefere katılmamışlardı. Bunlar Hz. Peygamber’e gelip durumu itiraf ettiler. Hz. Peygamber onlara son derece soğuk davranıp haklarında Allah’ın hükmü gelinceye kadar beklemelerini söyledi; diğer Müslümanların onlarla konuşmasını yasakladı ve bir süre sonra da hanımlarından ayrı durmalarını istedi. Bu duruma düşmek onlara oldukça ağır geldi. Toplum içine çıkamaz, insan yüzüne bakamaz oldular. Öyle ki “yer yarılsa da içine girip kaybolsak” diyorlardı. Bu şekilde yemekten içmekten kesilip günlerce gözyaşı dökerek Allah’a yalvardılar. Nihayet elli gün süren boykottan sonra nazil olan ayetlerde onların bu süreçteki ruh halleri tasvir edilerek Allah’ın kendilerini bağışlayıp tevbelerini kabul ettiği bildirildi (et-Tevbe 9/118). Bu ilahî af başta bu üç sahabe olmak üzere Hz. Peygamber’i ve diğer Müslümanları çok sevindirdi. Ka‘b b. Mâlik, tevbesinin kabul edilmesi üzerine bütün mal varlığını fakirlere bağışlamak istedi ancak Rasûlullah, malının bir kısmını elinde tutmasının daha hayırlı olacağını söyledi. O da Hayber’deki arazisini kendine ayırıp diğerlerini dağıttı.
Hz. Peygamber’in Tebûk dönüşü yaptığı faaliyetlerden biri, münafıkların Müslümanlara karşı bir komplo merkezi olarak inşa ettikleri ve Mescid-i Dırar adıyla meşhur olan binayı yıktırmasıdır. Tebûk seferinin son hazırlıklarıyla meşgul olduğu sırada münafıklardan bir grup Hz. Peygamber’e gelip yağmurlu ve soğuk gecelerde yaşlı, hasta ve özürlü olanların namaz kılması için bir mescid inşa ettiklerini söylediler ve kendilerine namaz kıldırarak burayı ibadete açmasını istediler. Hz. Peygamber sefere çıkmakta olduğunu belirtip dönüşte namaz kıldırabileceğini ifade etti. Tebûk seferi dönüşü Rasûlullah, ordusuyla Zûevan’da konakladığında bazı münafıklar gelerek onu mescidlerine götürüp namaz kıldırmak istediler. Bu sırada bu sözde mescid ve onu yapanların niyetleri hakkında ayetler nazil oldu (et-Tevbe 9/107-110). Bu ayetlerde, mescidi inşa edenlerin yalancı oldukları beyan edilip niyetlerinin müminlere zarar vermek, hakkı inkâr etmek ve müminlerin arasını ayırmak olduğu vurgulanıyordu. Ayrıca burası Mescid-i Dırâr (zarar, tefrika ve nifak mescidi) diye tavsıf edilerek Hz. Peygamber’e burada asla namaza durmaması, buna karşılık takva üzerine kurulmuş mescidde (Mescid-i Kubâ veya Mescid-i Nebevî) namaz kılmasının daha uygun olacağı bildiriliyordu. Böylece burasının mescid adı altında Müslümanlara karşı inşa edilmiş bir komplo ve fesat yuvası olduğu ortaya çıkınca Hz. Peygamber iki sahabeyi görevlendirerek bu binayı yıktırdı.