Rasûl-i Ekrem’in Ramazan aylarında her gece Cebrâil ile buluştuğu ve o zamana kadar nazil olan ayetleri okuduğu bilinmektedir. Hicret’in 10. yılı Ramazan ayında ise (Aralık 631) Cebrâil kendisine Kur’ân-ı Kerîm’i iki defa tilavet ettirdi. Resûlullah bunu ecelinin yaklaştığına işaret olarak gördü ve bu hususu kızı Fâtıma ile de paylaştı. Diğer taraftan her yıl Ramazan ayında on gün itikâfa giren Rasûlullah hayatının bu son Ramazan ayında yirmi gün itikâfta kaldı.
Aynı yıl (10/632) Rasûlullah hacca gitmek için hazırlığa başladı ve bütün Müslümanların katılmasını istedi. 26 Zilkâde 10 (23 Şubat 632) tarihinde yanında hanımları ve kızı Fâtıma da olduğu halde, Muhâcirler, Ensâr ve Medine’ye gelen kabilelerden oluşan Müslümanlarla birlikte yola çıktı. Zülhuleyfe’de ihrama girdi. Yolda kendisine katılanlarla birlikte 4 Zilhicce’de Kasvâ (Kusvâ) adlı devesinin üzerinde olduğu halde Mekke’ye ulaştı; umre yaptıktan sonra Ebtah mevkiinde kendisi için kurulan çadırda kaldı. 8 Zilhicce Perşembe günü Mekke’den ayrılıp Mîna’ya gitti ve orada geceledi; 9 Zilhicce Cuma günü güneş doğduktan sonra, Müzdelife yoluyla Arafat’a hareket etti ve kendisi için Nemire’de kurulmasını emrettiği çadıra yerleşti. Öğle üzeri Arafat vadisinde sayıları 120.000’i aşan ashabına Veda Hutbesi diye anılan konuşmasını yaptı.
Hz. Peygamber, konuşmasında Allah’a hamd ü senâdan sonra bütün insanların Allah’ın kulu olup aynı anne-babadan türediklerini hatırlattı; ırk, renk, dil ve sınıf farkı gözetilmeksizin bütün insanların eşit olduğunu, Allah katında üstünlük ölçüsünün “takva” olduğunu belirtti. Genellikle insan hakları üzerinde duran Rasûlullah can, mal ve ırz güvenliğine vurgu yaparak kul hakkı konusunda dikkatli davranılmasını, zulümden ve haram lokmadan kaçınılmasını, emanete riayet edilmesini, eşler arasında karşılıklı hak, görev ve sorumlulukların gözetilmesini istedi. Bütün Müslümanların kardeş olduğunu ifade ederek birlik ve beraberliğin önemine dikkat çekti. Kur’ân ve Sünnet’in vazgeçilmez hidayet kaynağı olduğunu belirten Rasûl-i Ekrem namaz, oruç, zekât ve hac gibi dinî ibadetlerin yerine getirilmesi ve ahlak kurallarına uyulması konusunda hassasiyet gösterilmesini istedi. Hz. Peygamber Cahiliye dönemine ait bazı anlayış ve geleneklere de işaret ederek ribânın ve kan davasının yasaklandığını, hacılara su temini vazifesi (sikâye) ile Kâbe’nin perdedarlığı ve anahtarlarının muhafazası (sidâne) dışında kalan, başta nesî (ayların yerlerini değiştirmek) olmak üzere Mekke ve hac idaresine dair Câhiliye çağı kurumlarını ve uygulamalarını kaldırdığını ilan etti. Kendisini dinleyen ashabına sık sık “Tebliğ ettim mi?” diye sorup söylediklerini tasdik ettiren Hz. Peygamber, “Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab!” diyerek konuşmasını tamamladı. Hz. Peygamber, Arafat’tan ayrılmadan önce nazil olan ayette de dinin kemale erip tamamlandığı ve Hakk’ın rızasına uygun dinin İslam olduğu açıkça zikredilmektedir: “Bugün size dininizi kemale erdirip nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim” (el-Mâide 5/3).
Rasûlullah, devesinin terkisinde Üsâme b. Zeyd olduğu halde Arafat’tan indi. Muzdelife’ye ulaştığında akşam ve yatsı namazlarını burada kıldı. Sabah namazını da burada eda ettikten sonra Cemretü’l-Akabe’ye vardı ve her defasında tekbir getirerek yedi taş attı (şeytan taşlama). Oradan Mina’ya geçti ve burada da ashabına bir konuşma yaptıktan sonra kurbanını kesti. Sonra tıraş olup ihramdan çıktı ve Kâbe’ye gelerek tavaf yaptı. Tekrar Mina’ya dönüp cemreleri (şeytan taşlamayı) tamamladı. Ertesi gün Mekke’ye döndü ve güneş doğmadan önce veda tavafını yaptı. Bayramın beşinci günü Hz. Peygamber’in müsadesiyle Mekke ve Medine dışından gelen hacılar memleketlerine gitmek üzere ayrıldı. Ardından Rasûlullah, Muhâcirler ve Ensârla birlikte hac vazifesini ifa etmiş, aynı zamanda bu ibadetin nasıl yapılacağını Müslümanlara öğretmiş olarak Medine’ye döndü.
Hz. Peygamber’in Arafat’ta yaptığı konuşmada, “Bu yıldan sonra sizinle burada belki de bir daha buluşamayacağım” buyurması ve bir süre sonra da vefat etmesi dolayısıyla onun bu haccına “Veda Haccı”, hutbeye de “Veda Hutbesi” denilmiştir. Esasen Hz. Peygamber’in bu hac sırasında çeşitli yer ve zamanlarda birden fazla konuşma yaptığını da belirtmek gerekir.