Hz. Peygamber'e Hitapta Edeb

26 Mart 2018

Müminler Hz. Peygamber'e nasıl hitap etmeliler? Hz. Peygamber'e seslendiklerinde, O'nunla konuştuklarında, O'ndan bir şey isteyeceklerinde hangi edeb kurallarına riayet etmeliler? İşte bu âyet-i kerime Hz. Peygamber'le ümmeti arasındaki ilişkilerden konuşma ilişkisini düzenleyen ve o zamanda gerek müminlerden, gerek gayr-ı müslimlerden -özellikle de Yahudilerden- vaki olan edebe aykırı muamelelerden sakındırmak üzere inmiş bir âyet-i kerimedir ve İslam Tarihinde Protokol İlmi'nin temellerinden birini teşkil etmektedir.

Rivayete göre Yahudiler, Hz. Peygamber'le karşılaştıklarında "Bizi gözet, bize istifade edeceğimiz bir şeyler söyle" anlamında "Ey Muhammed Râ'inâ" derlermiş. Ancak "Râ'inâ" derken ayn harfinin kesresini uzatarak "Râ'înâ" şeklinde telaffuz ederlermiş. Bir rivayete göre bu kelime onların dilinde sövme (küfür) ifade eden bir kelimeymiş. Kaldı ki küfür anlamı olmasa dahi Arapça'da bu kelimenin bu şekilde telaffuzu onun anlamını "bizim çobanımız" şeklinde değiştirmekte olduğundan yine de hitap edileni bir şekilde aşağılama olmakta, konuşmada edeb sınırları dışına çıkılmaktadır.

İşte bunun için müminler, Hz. Peygamber'e hitap ederken O'nun Peygamber, kendilerinin de O'nun tâbîleri ve ümmeti olduğunu göz önünde bulundurmaları ve bu duruma uygun kelime ve vasıflarla O'na hitap etmeleri konusunda uyarılmışlardır. Aslında müminler, Yahudilerden böyle edeb dışı bir hitap vaki olmadan önce Hz. Peygamber'e gayet edeble hitap eder ve kelimeyi eğip bükmeden, yanlış anlaşılmaya sebep olmayacak şekilde "Ya Rasûlallah, râ'inâ sem'ake= Ey Allah'ın Rasûlu, bizi gözet, bize istifade edeceğimiz bir şeyler söyle seni dinleyelim" derlermiş. Ancak Yahudilerden vaki olan o alay ve istihfaf dolu telaffuz şekli, müminlerden özellikle dili iyi bilip doğru telaffuz edemeyenlerinin de benzeri bir telaffuzla Hz. Peygamber'e hitapta edebe uygun olmayacak bir hitap ihtimalini akla getirdiği içindir ki müminler, aynı anlamı ifade edecek başka bir hitap tarzına delalet edilmekte ve gerek telaffuzunda, gerek anlamında herhangi bir karışıklığa sebep olmayacak bir kelime ile "unzurnâ" ile Hz. Peygamber'e hitap etmeleri emrolunmaktadır.

Bu âyet-i kerimenin "Elbette kafirlere son derece elem verici bir azap vardır" cümlesi ve tehdidi ile son bulması da manidardır. Buradan açıkça anlaşılmaktadır ki Hz. Peygamber'e, O'nu aşağılayıcı ifadeler bir yana, O'na hakaret şaibesi olan bir lafızla hitap etmek dahi "bir küfür sebebi"dir ve Hz. Peygamber'e böyle edebe aykırı hitap edeni küfre düşürebilir. Ya da sanki âyet-i kerime müminleri uyarmakla birlikte Hz. Peygamber'e bu şekilde edebe aykırı hitabeden Yahudilerin artık "Ehl-i Kitab" olma ayrıcalığını kaybedip "kafirler" olduklarını tescil etmekte ve bu hitapları sebebiyle kafirlerle aynı akıbete uğrayacakları tehdidini ifade etmektedir.

"Hz. Peygamber'in konumu ile ümmetin konumunun eşit olmadığı ve Hz. Peygamber'in ifa ettiği görev sebebiyle üstünlüğünün kabul ve ikrar edilmesi gerekliliği"dir. Avamdan birisi nasıl Hz. Peygamber'e, sanki arkadaşını çağırır gibi "Ey Muhammed bana baksana!" diye seslenemezse aynı şekilde halktan biri de mesela beldenin valisine "Hey vali bana baksana!" diye hitap edemez, etmemelidir.

Bugün ise âyet-i kerimedeki Hz. Peygamber'i, O'nun Allah katından getirmiş ve tebliğ etmiş olduğu Kur'ân-ı Kerim ve O'nun mübarek sözleri ve fiillerinden ibaret olan "Sünnet"i temsil etmektedir. Bu yüzdendir ki gerek Kur'ân-ı Kerim, gerekse hadis-i şeriflerin okunduğu yerde Hz. Peygamber'in huzurunda imiş gibi edeble oturmak, O'nu kemal-i edeble dinlemek, O'na kulak vermek, ne dediğini ve insanlığa mesajını anlamaya çalışmak, onları okuyanlara ve anlatanlara da -şahıslarını değil de ifa ettikleri görevi nazar-ı itibara alarak- edebde kusur etmemek gerektir. Bugün bu husuta edebe riayet etmeyenler de bu âyet-i kerimenin tehdidi altında olduklarını unutmamalılar.

Buradan hareketle gerek Hz. Peygamber'in bıraktığı mirasa sahip alimlere, gerekse toplumun işlerini deruhte eden idarecilere de hitapta aynı edeb kurallarının geçerli olduğunu unutmamak gerektir. Bu âyet-i kerimedeki mesajın özü "Hz. Peygamber'in konumu ile ümmetin konumunun eşit olmadığı ve Hz. Peygamber'in ifa ettiği görev sebebiyle üstünlüğünün kabul ve ikrar edilmesi gerekliliği"dir. Avamdan birisi nasıl Hz. Peygamber'e, sanki arkadaşını çağırır gibi "Ey Muhammed bana baksana!" diye seslenemezse aynı şekilde halktan biri de mesela beldenin valisine "Hey vali bana baksana!" diye hitap edemez, etmemelidir.

Bu adaba riayet  insanlar arası ilişkilerde kopukluğu, buğz ve düşmanlığı, memnuniyetsizliği, işlerin zorlaştırılmasını, ihtilafları önlemesi yanında ülfete, muhabbete, uyum ve huzura götüren önemli bir ayrıntıdır ve Kur'ân-ı Kerim'in bu düzenlemesindeki hedef de budur.

Son olarak bu âyet-i kerime ile Hucurat sûresinin 2, 4 ve 5. âyetleri arasındaki ilişkiye de işaret etmeliyiz. Orada da Hz. Peygamber'e, uygunsuz bir vakitte gelip O'nu rahatsız edecek şekilde "Ey Muhammed! Yanımıza çıksana!" diye bağıran (ya da seslenen) bir takım kaba saba bedevîlerin bu davranışları yerilmekte ve müminlerin takvaya ulaşmak istiyorlarsa böyle edebe aykırı davranışlardan sakınmaları, Hz. Peygamber'in huzurunda edeble oturmaları, Efendimiz'le konuşurken kendi aralarında birbirleriyle konuştukları gibi ve bağıra çağıra değil de seslerini biraz alçaltarak kemal-i edeble konuşmaları öğütlenmektedir.

Bunlar, Peygamber-ümmet ilişkisinde ve insanlar arası iletişimde dikkat edilmesi ve uyulması gereken ilahî kurallardır.