Hem insan ruhunu, hem bedenini hem de toplumu terbiye eden oruç ibadeti, Müslümanlara mahsus bir ibadet olmayıp diğer dinlerde ve Cahiliye Döneminde de bilinen bir ibadettir. Cahiliye Arapları, Aşure orucu tutarlardı. Bundan başka “Mudar kabilesinin ayı” olarak da isimlendirilen haram aylardan, kameri takvimin yedinci ayı olan Recep ayında putları ziyaret ederek oruç tutarlardı.
Aşure orucu, Muharrem ayının 10. gününde tutulurdu. Medine’deki Yahudiler de Aşure orucu tutuyorlardı. Arapların Aşure orucunu Yahudilerden almış olabilecekleri iddia edildiği gibi, bu ibadeti Hz. İbrahim ve Hz. İsmail döneminden kalan bir ibadet olarak sürdürmüş olabilecekleri de söylenmiştir.
Ramazan orucu farz kılınmadan önce, Hz. Peygamber Mekke’deyken Aşure orucu tutuyordu. Medine’ye hicretten sonra da bu orucu tutmaya devam etmiş, ancak Ramazan orucunun farz kılınmasından sonra Aşure günü oruç tutma hususunda Müslümanları serbest bırakmıştır. (Buhari, Savm, 69) Peygamber Efendimiz Yahudilere benzememek için Muharrem’in onuncu günü (Aşure) ile birlikte dokuz ve on birinci gününde de oruç tutulmasını tavsiye etmiştir. (Buhari, Savm, 69)
Müşriklerde sükût (susma) orucu denen bir oruçtan da bahsedilir. Kişi, gün boyunca konuşmayacağına niyet ederek akşama kadar susmak suretiyle oruç tutardı. Benzer bir orucun Yahudilerde de olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim yüce Allah Hz. Meryem’e hitaben şöyle buyurmaktadır: “Ye, iç, gözün aydın olsun. İnsanlardan birini görecek olursan, ‘Şüphesiz ben Rahman’a susmayı adadım. Bugün hiçbir insan ile konuşmayacağım’ de.” (Meryem, 19/26) Bu oruç, İslam döneminde kaldırılmıştır. (Ebu Davud, Sünen, III, 293-294) Ramazan orucu, Medine döneminde, Hicretin 2. yılında (Hicretten 18 ay sonra) Şaban ayında farz kılınan bedeni bir ibadettir. Bu yıl, fıtr sadakası yükümlülüğü de getirilmiştir.
Ramazan orucu, bir ay boyunca sabahtan akşama kadar süren uzun bir oruçtur. Cahiliye Döneminde Araplar Ramazan ayı boyunca oruç tutmadıkları gibi Medine’de yaşayan Yahudiler de böyle bir oruç tutmuyorlardı. Bir insanın Allah’ın rızasını gözeterek bir ay boyunca imsakten güneşin batışına kadar disiplinli bir şekilde çeşitli nefsani arzulardan, yemeden ve içmeden uzak durması, önemli bir nefis terbiyesi yöntemidir. Orucun bireysel ve sosyal hayatta birçok faydası vardır.
Ramazan ayının oruç ayı olarak seçilmesi, ilahî iradenin emirleri doğrultusunda gerçekleşmiştir. Ramazan orucu, kameri takvime göre tutulduğu için, bir insan hayatında iki ya da üç kez güneş yılının bütün günlerine denk gelecek şekilde oruç tutmuş olmaktadır. Öte yandan güneş yılına göre tutulmadığı ve zamanı değiştiği için yazdan kışa her koşulda yerine getirilen bir ibadettir. Kur’ân-ı Kerîm, bu ay içinde bulunan, Kur’ân’ın bin aydan hayırlı olarak nitelendirdiği Kadir Gecesi’nde inmiştir.
Hz. Peygamber, Mekke’deyken yılın belirli günlerinde oruç tutardı. Medine’ye hicretinden sonra ayda üç gün oruç tuttuğu ve bunu ashabına da tavsiye ettiği rivayet edilir. Bu sünnetin, Müslümanları Ramazan orucu ibadetine hazırlama süreci olarak değerlendirilmesi mümkündür.
Kur’ân-ı Kerîm’de orucun geçmişte yaşayan kavimlere de, Müslümanlara da farz kılındığı açıkça ifade edilir: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.” (Bakara, 2/183-185)
Hz. Peygamber Ramazan ayında oruç tutmanın yanı sıra diğer ibadetlerini de arttırır, Ramazanın son 10 günü ise mescitte itikâfa girerek ibadetle meşgul olmayı tercih ederdi. Zira Hz. Peygamber’in uygulamasında oruç, sadece aç kalmaktan ibaret bir ibadet değildir. Allah Râsulü (sav), orucu Müslümanları kötülüklerden koruyan bir kalkan olarak görür. İnsanlarla ilişkilerinde daha çok sabırlı olmak, kötü söz söylemekten kaçınmak, oruçlunun temel özellikleri arasındadır. Allah Râsulü (sav), “Allah’ın, kötü söz ve davranışları terk etmeyen adamın yemeyi ve içmeyi terk etmesine ihtiyacı yoktur.” buyurur. (Buhari, Savm, 8)
Hz. Peygamber, Ramazan ayının son on günü içinde bulunan Kadir Gecesi’nde Müslümanların ibadete ve duaya önem vermelerini tavsiye etmiştir. Kendisi de Ramazanın son on gününü ibadetle geçirerek manevi açıdan arınmaya örneklik etmiştir.
Cebrail (as), Ramazanda her gün Hz. Peygamber’e gelir; o yıl nazil olan vahyi mukabele ederlerdi. Hz. Peygamber Cebrail’le (as) buluştuğu zamanlarda, esen rüzgârdan daha cömert olurdu. (Buhari, Savm, 7)
Allah Râsulü (sav), Ramazan ayında günlük hayatını aksatmamaya çalışır, oruç günlerinde yapması gereken işleri varsa onları yerine getirirdi. Nitekim Ramazanda birçok sefere çıktığı görülmektedir. Ramazan orucunun farz kılındığı yıl, Bedir seferine çıkmıştır.
Ramazanda çıktığı seferlerden biri de Mekke’nin fethidir. Rasûlullah (sav) fetih yılında 10 Ramazanda Medine’den yola çıktı. Yol güzergâhındaki Kedid’e ulaşıncaya kadar oruç tuttu. Ancak oradan itibaren yolda oruç tutmadı. Ashabın çoğu da onun gibi yaptı. (Buhari, Savm, 34) Ebu Said el-Hudri, ashabın bir kısmının oruç tutmaya devam ettiğini, bir kısmının ise oruçlarını yediklerini, ancak düşmanla karşılaşma tehlikesi ortaya çıkınca Hz. Peygamber’in artık oruç tutmamalarını emrettiğini ifade eder. Sefer sırasında oruç tutan tutmayanı kınamadığı gibi, oruç tutmayan da tutanı kınamadı.
Ramazanda Müslümanların önemli dayanışma ibadetlerinden biri fıtr sadakasıdır. Fıtr sadakası, Müslümanların nisap miktarını aşan mallarından zekât vermelerinin farz kılınmasından önce başlayan bir yükümlülüktü. Fıtr sadakası küçük, büyük, kadın ya da erkek herkes için hurmadan, arpadan veya kuru üzümden bir sâ kadardı. Buğdaydan da iki avuçtu. Rasûlullah (sav), bayram gününden iki gün önce konuşma yapar, bayram namazı için mescide gelmeden önce fıtr sadakasının fakirlere verilmesini emreder ve “Onları, yani miskinleri, bugün aç dolaşmaktan müstağni kılın” derdi. Rasûlullah (sav), bayram namazından dönünce fıtr sadakasını paylaştırırdı. (Darekutni, Sünen, c. 2, s.141) Rasûlullah (sav), bayram namazını bayram günü hutbeden önce mescitte kılardı.
Hz. Peygamber, hem kendisi Ramazan orucu dışında oruç tutar, hem de Müslümanlara oruç tutmalarını tavsiye ederdi. Şevval ayında tutulan altı günlük oruç bunlardandır. Ancak Müslümanların birkaç gün devam eden sürekli oruç (visal orucu) tutmalarına izin vermemiştir. (Buhari, Savm, 48; Ebu Davud, Savm, 24)
Enes b. Malik’ten rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sav) o kadar çok oruç tutardı ki “Artık hep oruç tutacak” denilirdi. Bazen de orucu öyle bırakırdı ki “Artık hiç tutmayacak” denilirdi. (Ebu Davud, Sünen, 2430)
Hz. Peygamber’in tuttuğu oruç, İslam medeniyetinin insan yetiştirme hedefinde nefsi ve ruhu terbiye etmenin bir yöntemi olarak hayati bir role sahip olmuştur. Bu sebeple bedeni ibadetlerin ikincisi olarak İslam’ın şartları arasında yerini almıştır. Sevgili Peygamberimiz, yüce Allah’ın emrettiği diğer ibadetleri yerine getirmede azami gayret gösterdiği gibi, oruç ibadetini yerine getirmede de çok hassas davranmış; farz orucun dışında da şükür ifadesi olarak nafile oruç tutmaya önem vermiştir. Böylece Müslümanların nefislerini terbiye hususunda ilahî iradenin gösterdiği bir yöntemi nasıl uygulayacaklarını kendi hayatında göstermiştir.