Bu farklı görüşlere sahip zümrelerin kendilerine göre görüşlerini teyit etmek üzere ileri sürdükleri deliller vardır.
Konunun Değerlendirilmesi
Sonuç
Tereddüt etmeden katiyetle kabul etmek gerekir ki Peygamber Efendimiz, Cenâb-ı Hak tarafından ilahî vahyi tebliğle görevlendirilmeden önce okuma-yazma bilmiyordu. Zira ilim ve irfanın bulunmadığı bir vasatta yetişmiş, okuma-yazma bilenlerin parmakla sayılabileceği bir çevrede büyümüştü. Cehaletin böyle kesif olduğu bir devrede O (sav), okuma ve yazma bilse, sonra da nübüvvet görevine başlasa, mülhidler şüphelere düşecekler, "Acaba daha önceki mukaddes kitaplardan okuduklarını mı bize aktarıyor ve bizi aldatıyor?" diyecekler, gönüllere tereddüt ve sapıklık tohumları ekeceklerdi. Cenâb-ı Hak Rasûlü'nü ve ilahî vahyi bu fitneler ve şüphelerden korumak için Peygamberinin okur-yazar olmamasını murad etmişti. Ankebut: 48. âyeti işte bu gerçeği anlatır: "Sen (ey habibim) bu Kur'ân'dan evvel hic bir kitap okur değildin. Elinle de onu yazmadın. Böyle olsaydı (hak ve hakikati) iptal (ve inkar) edenler elbette şüphelere düşerlerdi."
Hem Rasûlullah'ın peygamberlikten önce yazıya ihtiyacı da olmamış, yaşadığı çevre icabı okur-yazarlarla sık irtibatı bulunmamıştı. Ama nübüvvetten sonra durum değişti. 23 seneye yaklaşık bir süre durmadan nazil olan âyetleri tespit için vahiy katipleri Rasûlullah'ın huzurunda, bizzat O'nun gözleri önünde yazı malzemelerini kullandılar. Özellikle Medine'ye hicretinden sonra Rasûlullah'ın çok değişik çevrelerle muhtelif münasebetleri oldu. Bu münasebetler sebebiyle O'nun huzurunda antlaşmalar kaleme alındı, mektuplar yazıldı, emirnameler çıkarıldı, iktâ kararları tahrir edildi. Günden güne genişleyen İslam'ın ve devletinin bu gelişmeyle orantılı olarak gittikçe büyüyen bir sekreteryası ortaya çıktı.
Ayrıca daha ilk âyetinden itibaren ilmi yücelten, her vesile ile düşünmeye, bilmeye, öğrenmeye yönelten bir dinin peygamberi olarak Hz. Muhammed (sav), hep ilme teşvikte bulundu; okuma-yazma bilmeyi gerçek hürriyet telakki etti ve ashabı arasında âdeta bir okuma-yazma seferberliğine girişti.
Yani peygamberliğinden sonra, özellikle Medine döneminde O'nun okuma ve yazma ile çok sık bir irtibatı, ilgisi oldu. Böyle bir durumda hayatının sonlarına doğru iyice öğrenmek ve bellemek şeklindeki bir teşebbüsün neticesi olmaksızın, sadece, gözleri önünde belki de her gün cereyan eden yazışmalar sebebiyle, yazıların ve harflerin şekillerinin, peygamberliğin vasıflarından birisi olarak "fetanet" sıfatına sahip Hz. Peygamber'in dikkatini çekmiş olması ve bunların O'nun (sav) zihninde yer etmiş bulunması gayet normaldir. İslam'ın tamamen yayıldığı, Kur'ân'ın Allah tarafından inzal buyrulduğunda şüphe kalmadığı, müşriklerin Kur'ân âyetlerinden bir tanesine bile benzer bir cümle söylemekten aciz kaldıkları bir dönemde, O'nun (sav) okur-yazar sayılamayacak derecede ve kolay yazılabilen ve okunabilen bazı şeyleri bilmiş olmasına kanaatimizce hiçbir engel yoktur; bunu kabul etmek İslami naslarla tezat teşkil etmez.
Gerçi Rasûlullah'ın okuma-yazma bilmediğini savunanların delilleri ile bildiğine delalet eden deliller incelendiği zaman, bilmediği hususundaki delillerin daha kuvvetli, bildiği hususundaki delillerin ise kesin olmadığı görülecektir. Ancak bu iki görüşü ve delilleri telif etmek mümkündür. Rasûlullah'ın nübüvvetten önce ve peygamberliğinin ilk yıllarında okur-yazar olmadığını, hayatının sonlarına doğru ise okur-yazar denemeyecek derecede bir miktar okuyup yazabildiğini kabul etmek, mevcut delilleri, bir kısmını kullanıp bir kısmını red ve terk etmeksizin değerlendirmek olacaktır. Ama böyle bir telif mümkün olmazsa elbette o zaman katîye uymak, zannîden sarf-ı nazar etmek gereklidir.