Bu hadis-i şerife dair yapılan şerhlerin kahir ekseriyeti kıyamet gününde Allah’ın gölgesinde gölgelenecek yedi ayrı sınıfın kimlerden müteşekkil olduğunu izah sadedinde her bir zümreyi ayrı ayrı değerlendirmek suretiyle gerçekleşmiştir. Yazımızda bu yedi zümreyi ayrı ayrı değil sadece gençlik zaviyesinden değerlendirecek ve aslında bu yedi vasfın gençlere yönelik ideal bir kimlik tayin etmek istediği üzerinde duracağız. Bundan dolayı her bir vasfı İslam tarihinden ve hadis-i şeriflerden birer misal vermek suretiyle genç şahsiyetlerin kimlik inşasında somut bir adım olarak göstermeye çalışarak mezkur hadisi gençlik odaklı olarak okumaya ve anlamaya teşebbüs edeceğiz.
Hadisteki ilk vasıf adaletli imam yani devlet başkanıdır. Bunun tarihimizdeki en güzel misali Hz. Ömer’dir. “Bir makam ve mevkiye getirilmeden önce fakih olunuz yani dini ilimlerde derinlik ve kavrayış sahibi olunuz. Daha sonra vakit bulamazsınız.” (Buhârî, İlim, 15) nasihatiyle gençken dini ve dünyevi ilimleri tahsil etmenin önemine ve ilmiyle amil olmanın gençlerin ilk vazifesi olması gerektiğine vurgu yapan Hz. Ömer, sahabe içerisinde en çok hadis nakleden oğlu Abdullah’ı Hz. Peygamber’in ilim meclislerine sürekli götürmüş ve çocukluktan itibaren iyi bir şekilde yetişmesini sağlamıştır. (Buhârî, İlim, 14)
Allah’a ibadetle ömrünü geçiren ve bu şekilde yetişen gençlerin önderi ve ikinci zümrenin ideal gencini Abdullah b. Amr b. As (ra) kabul edebiliriz. Zira o hem âlim hem de âbid bir sahabîydi. Kur’ân hafızlarının ilklerinden, gecelerini teheccüd ile eda eden, gündüzleri de oruç tutan ve yaşı küçük olduğu için Bedir ve Uhud harplerine katılamayan, bunların dışındaki tüm savaşlara iştirak etmiş cesur bir gençtir. Çok ibadet etmesi babası Amr b. As’ın dikkatini çekince Hz. Peygamber’in ikazına maruz kalan ve her defasında “Daha fazlasına gücüm yeter!” diyerek üç günde bir hatim etmeye, gün aşırı oruç tutmaya ve gecenin üçte birini eda etmeye Hz. Peygamber’e söz vererek ahdini yerine getiren bir gençtir. (Buhârî, Savm, 57)
Gönlü mescitlere bağlılıkla geçen kişiler içinde en çok hadis rivayet eden yedi sahabeden birisi olan Ebu Said el-Hudrî’yi (ra) üçüncü zümreye dahil edebiliriz. Uhud harbine katılmak için Hz. Peygamber’in huzuruna çıktığı zaman on üç yaşında bir gençtir. Babası Malik, Uhud savaşında şehid olunca ailesinin yükünü omuzlayan Ebû Saîd el-Hudrî genç sahâbîlerin en fakihlerinden ve ashab-ı suffa içerisinde yer alarak ömrünü Mescid-i Nebevî’de Hz. Peygamber’den ilim tahsil etmekle geçirmişti. Böylece birçok içtihat ve fetvasıyla nebevî mirasın aktarılmasında önemli bir rol üstlendi ve bu mevkiyi mescide bağlılığı sayesinde elde etti. Ebu Said el-Hudrî, Rasûlullah’ın mescidinde fakr-u zaruret içerisinde insanlara hizmet ederek, ilim ve ibadetle dolu bir hayat geçirdi.
Bu zümrenin dördüncü misali ise Tebuk gazvesinde geriye kalan üç kişiden en genci olan Kab b. Malik’in Allah Teâla tarafından tevbesinin kabul edildiği kendisine bildirildiğinde Mescid-i Nebevî’de hızlıca yanına gelip kendisine sarılan Talha b. Ubeydullah’ın halisane tavrıdır. Muhacirlerden ayağa kalkıp kendisine sarılan muhacir Talha’nın bu samimiyeti Ka’b tarafından hiçbir zaman unutulmamış ve hayırla yad edilmiştir. Birbirlerine Allah rızası için muhabbet besleyen ve bu gayeyi ortaya koyan iki kişinin en güzel örneklerinden birisini oluşturan bu hadise Talha b. Ubeydullah’la somutlaşmıştır.
Güzel ve makam sahibi bir kadının beraberlik teklifine “Ben Allah’tan korkarım” diye karşılık veren kişinin en güzel timsali ise gençliğinin baharındaki Hz. Yusuf’tur. Dönemindeki gençlerin ve delikanlıların içerisinde yakışıklılığıyla öne çıkan Yusuf (as) hükümdar kızı ve Aziz’in karısı Zeliha’yı çekiciliğiyle büyülemiş ve onun birlikte olma teklifini reddetmiştir. Muradına eremeyen Zeliha bir iftira ile Hz. Yusuf’u zindana attırmış ve onun iffeti sarayda danışman olmasına kapı aralamıştır.
Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimseye örnek ise müminlerin annesi Hz. Aişe validemizdir. Hediye olarak gelen erzakı kendisini dahi düşünmeden hizmetçisi Ümmü Dürre’ye (ra) dağıttırmış ve akşam hizmetçisini ekmek zeytin almaya göndermiştir. Onun bu tavrı hane-i saadette Hz. Peygamber’in ahlak-ı hamidesini vefatından sonra da devam ettirdiğini gösteren güzel bir hatıradır.
Hasan-ı Basrî (ra) gizli gizli Allah’ı anarak gözleri dolan gençlerin öncülerindendir. Kaynaklar, onun hayatını Allah’ın gazabından korkmayı bir şuur haline getirerek devamlı surette hüzünlü ve gözü yaşlı olduğunu bildirir. Allah sevgisini temel kabul eden tasavvufî anlayışın mukabilinde Hasan-ı Basrî Allah korkusunu esas almakta ve Basra zühd mektebinin temsilcisi ve önderi sayılmaktadır.
Bir genç bu vasıfların en az birisini kendisinde deruhte ettiği zaman hem dünyada hem de ahirette Allah’ın en sevdiği kullardan birisi olur. Lakin bir genç bu özelliklerden birçoğunu da taşıma imkan ve potansiyeline sahiptir. Bunun için her Müslüman gencin idealinde, adaletli bir devlet başkanı olmak yahut Allah’a ibadetle ömür geçiren bir âbid olmak ve gönlünü mescitlere bağlı kılmak, Allah rızası için muhabbet beslediği ve bu gayeyle buluşup ayrıldığı dostlara sahip olmak, mahremi olmayan bir kadının beraberlik teklifine “Ben Allah’tan korkarım” diye karşılık verebilecek bir iffet duygusu taşımak, sağ elin verdiğini sol elin bilmeyeceği kadar cömert olmak ve yalnız kaldığında gizli gizli Allah’ı anarak hislenmek gibi gündemler olduğu takdirde, yirmi birinci yüzyılın sahipleri ve efendileri bu ideallere sahip gençler olacaktır.