Bismillahirrahmanirrahim
İlk dört ayette Yüce Allah doğrudan Hz. Peygamber’e hitap etmek yerine, o sahneyi başta habibi olmak üzere bütün müminlere bir ayna gibi göstermiş, hâkim bakış açısıyla yansıtılan resimde kendimizi bulup özeleştiri yapmamız murad edilmiştir. Sonra birden hitap sîgasına dönülmüş ve ışık Rasûlullah (sav)’la beraber yüzümüze tutularak bir daha asla tekrar edilmemesi istenen eylem yeniden ve daha şiddetli bir şekilde önümüze konulmuş, “Ama kendisini müstağni gören / İşte sen onu muhatap alıyorsun / Hâlbuki onun arınmamasından sana ne!” buyurulmuştur. Daha bu sarsıntının etkisi üzerimizdeyken tekrar aynadaki akse dönülmüş, “Ama sana koşarak gelen / Ki o korkar durumdadır” denilerek İbn Ummu Mektum’un o anki ruh haline dikkat çekilmiş, sonra yeniden hitap sîgasına gelinerek, “Sen ona aldırmıyor, oyalanıyorsun!” ilâhi hitabıyla, bu hâle rağmen yapıyorsun bunu, manasını kalbe yerleştiren bir artçı deprem hissi yaşatılmıştır. Abese Suresi’nin uyarısı bu ayetle bitmemektedir. Son ve en şiddetli sarsıntı bu ayetten sonra, “Kellâ / Hayır-Asla” vurgusuyla gelecek ve satır arasında sakın bir daha böyle bir şey yapma anlamı belirecektir bütün görkemiyle: “Sakın, çünkü bu bir öğüttür.” Allah’ın sevgilisi Kur’ân-ı Kerîm’de ilk defa “Kella” hitabıyla karşı karşıya kalmıştır. Reddin zirvesidir bu “Hayır!”
Hz. Peygamber insan ayırmamıştır, hayır, küçümsememiştir İbn Ummu Mektum (ra)’u. Kişisel bir çıkarı yoktur Kureyş ulularıyla ilgilenişinde. İbn Ummu Mektum (ra)Müslümandır ve daha önce Hz. Peygamber’in ilgisine mazhar olmuş, başkalarına İslam daveti yapıldığını duymasına rağmen öne atılışı bu yüzden hoş karşılanmamıştır. O halde Yüce Allah’ın muradı nedir bu ayetlerden? Neden Rasûl (sav)’ünü sarsmaktadır kelimeleriyle? Ve neden Hz. Peygamber bu hüznü içinde yaşamak yerine ümmetine ilan etmiştir?
Yanlış bir algı oluşmasını engellemektir Allah ve Rasûlü (sav)’nün muradı. Yoksulların ve zayıfların hakkını gözetmemek şöyle dursun, böyle bir algının oluşması dahi ikazın yapılmasını gerekli kılmaktadır. Bu yüzden en kötü ziyafetin zenginlerin çağrılıp yoksulların davet edilmediği ziyafet olduğunu söylemiştir Nebî. Bu yüzden cennete önce yoksul müminler girecektir. Mute Savaşı’nda üç bin kişilik İslam ordusunun ilk komutanı –ordunun için Halid b. Velid gibi sahabiler olmasına rağmen- Zeyd’dir. Usame b. Zeyd’in Rumlara karşı hazırlanan ve içinde Ebu Bekir (ra), Ömer (ra) ve Sa’d b. Ebi Vakkas gibi sahabilerin bulunduğu orduya genç yaşına ve sosyal konumuna rağmen komutan yapılması bu yüzdendir. Hz. Peygamber’in amcası Hamza ile kölesi Zeyd’i, Halid b. Ruveyha’yla Bilal b. Rebah’ı kardeş ilan etmesi bu dengeyi kurmaya yöneliktir. Selman-ı Farisi’nin Acem oluşunun ayrım nedeni olmasından korktuğu içindir ki, “Selman bizim ehl-i beytimizdendir” diyerek noktayı koymuştur Allah Rasûlü (sav). Ebu Zerr’e kükremiştir, “Ey siyah kadının oğlu!” demesi üzerine Bilal’e: “Ey Ebu Zerr! Ölçü taştı, sözünü geri al, beyazın oğlunun siyahın oğluna hiçbir üstünlüğü yoktur!”
Abese Suresi, testi kırılmadan, ölçü taşmadan önce, masum olan bir Peygamber’e değil, O’nu izlemekte kusurlu davranacak ümmetine atılmış bir tokattır. Bir âmânın gözünden yapılmış bir penceredir, diri bir bakış armağan etmek için müminlere. Kalp yetersizliğine karşı tedbir almaktır. Bu sahnede Hz. Peygamber’in oluşu bütün müminlere bir gözdağıdır. Habibini böyle bir konumda azarlamışsa zayıfları göz ardı ettiklerinde halleri nice olacaktır! Dahası bir âmâyla verilmiştir bu gözdağı. İbn Ummu Mektum’un görmeyen gözleri bu olaydan sonra Rasûlullah (sav)’la her karşılaşmalarında bir kez daha nurlanmıştır. Şöyle seslenmektedir Kâinatın Efendisi ona artık: “Ey kendisinden dolayı rabbimin beni azarladığı zat, merhaba!” Babası Hz. Hatice’nin dayısının oğlu olduğu için değil, ayeti kerimenin inmesinden sonra bir başka yakınlıkla ailesinden biri gibi muamele etmektedir İbn Ummu Mektum (ra)’a. Hz. Ayşe ona bal katılmış limonata hazırlayıp içirmektedir karşılaştığında.
İlk muhacirlerdendi İbn Ummu Mektum (ra). Rasûlullah (sav)’ın hicretinden önceydi hicreti. Hafızdı; Mus’ab b. Umeyr’le birlikte Medine’de halka Kur’ân öğretti. Bir süre Suffe’de kaldıktan sonra Daru’l-Kurra’ya taşındı. Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretiyle müezzinlerinden biri oldu O’nun. Ramazanda sahur vaktinin bittiğini ezan okuyarak bildiriyordu halka. Sehl b. Said’in rivayet ettiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştu: “Bilal gece (sahurda) ‘Yiyiniz, içiniz’ diye seslenir, ta ki İbn Ummu Mektum nida edinceye (ezan okuyuncaya) kadar.” İmam Şafii’nin rivayetinde, “İbn Ummu Mektum kendisine ‘Sabah oldu! Sabah oldu!’ denmedikçe ezan okumazdı” cümlesi de yer alıyordu.
Mescid-i Nebevî’den uzak bir evde oturmasına rağmen namaz vakitlerinde Rasûlullah (sav)’ın yanında olurdu İbn Ummu Mektum (ra). Bir defasında Hz. Peygamber evinde namaz kılması için izin verdiyse de ezan ve kameti okuyacağını ileri sürerek bu izni kullanmadı. Bir seferinde ise evinin uzak olduğunu ve her zaman kendisini mescide getirecek bir yardımcı bulamadığı gerekçesiyle evinde namaz kılmak istedi de reddetti Hz. Peygamber onu ezanı işittiği gerekçesiyle. Belli ki İbn Ummu Mektum (ra) aracılığıyla ümmetine bir mesaj vermek istiyordu. Bir başka yanlış algı oluşmamalı, bahaneler sorumlulukların önüne geçmemeliydi. Mademki ezanı duyan bir âmâ da olsa mescide gelmek zorundaydı, özrü olmayanların mescide gelmemeleri için hiçbir nedenleri kalmıyordu. İslam’ın engellilerle ilgili hükümleri İbn Ummu Mektum (ra) vesilesiyle belirlenmiş, bu çerçevede köpek beslemesine izin verilmişti.
İbn Ummu Mektum (ra)’un bu sahnede rol alması da tembelliğinden ya da acizliğinden değil, bir ayna tutmasındandı gelecek zamanların Müslümanlarına. Öyle olmasaydı Hz. Peygamber Ebvar, Bevat, Zülasîr, Cuheyne, Suveyk, Gatfan, Hamraulesed, Necran, Zaturrika gibi on üç seferinde onu vekil olarak bırakır mıydı Medine’de. İbn Ummu Mektum (ra) Peygamber vekili olarak, Medine’de kalan Müslümanlara imamlık yapar mıydı. Tam on üç kere yinelendi peygamber vekilliği İbn Ummu Mektum (ra)’un. Tam on üç kere imamlık yaptı Mescid-i Nebevî’de Müslümanlara.
Fakat yine de elem duyuyordu cihada katılamayışı yüzünden. Tebük Seferi’nin akabinde, cihada katılan Müslümanlarla katılmayanların eşit olmadığını bildiren ayet* indikten sonra bu üzüntüsü katlanmış, soluğu Hz. Peygamber’in yanında almıştı. Bunun üzerine Hz. Peygamber ayeti bir daha okuyarak, “Zarar görmüş olanlar / özürlüler hariç” ifadesine dikkat çekti. Bu ayrıcalık İbn Ummu Mektum (ra)’un içine su serptiyse de cihat için izin istemekten geri durmadı hiçbir zaman. Pekâlâ izin verildiği takdirde sancağı o taşıyabilirdi. Bir gazaya gidileceğinde en çok o heyecanlanır, bağırıp çağırarak ortalığı velveleye verirdi. Hz. Peygamber’in böyle durumlarda onu yerine vekil bırakması, onurunu incitmeden bir himaye çabasıydı belki de.
Hz. Peygamber’in vefatından sonra bir süre daha yaşadı İbn Ummu Mektum (ra). Hz. Ömer’in halifeliği devrinde Kadisiye Savaşı’na katılmaktan alıkoyamadı onu kimse. Elinde İslam sancağı savaş meydanının bir köşesinde haykırarak müminleri yüreklendiriyor, yara üstüne yara alıyordu. Sonunda şehit düştü arkasında ayetler bırakarak.
*“Müminlerden özür sahibi olmaksızın cihaddan geri kalanlarla, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlar bir olmazlar. Allah mallarıyla ve canlarıyla savaşanları, derece bakımından oturanlardan çok üstün kıldı. Bununla beraber Allah ikisine de cenneti vadetmiştir. Fakat Allah savaşanlara, oturanların üstünde pek büyük bir mükafat vermiştir.” (Nisa, 95)