İki Kuşak Sahibi: Esma binti Ebû Bekir (r.anha)

14 Nisan 2014

Hz. Esma (r.anha), Peygamberimizin sadık dostu Hazreti Ebû Bekir (ra)’in kızı, müminlerin annesi Hz. Aişe (r.anha)’nin kız kardeşidir. Aynı zamanda Abdullah ve Urve gibi iki büyük âlim ve şehidin annesi, dünyadayken cennetle müjdelenen Zübeyir bin Avvam’ın da eşidir.

O, İslam’ın ilk dönemlerinde Müslüman olmuş, son nefesine kadar da İslam’a hizmet etmiştir. (İbni Hişam, 1/338) Pek çok kez Peygamberimizin övgüsüne de mazhar olan Esma Validemiz, Asr-ı Saadet’in örnek kadınlardan biridir.

Hz. Muhammed (sav)’in, insanları İslam’a davet ettiği dönemde, Mekkeli erkeklerden, çağrısına ilk kulak veren Hz. Ebû Bekir (ra)’dir. Onunla birlikte ailesi de İslam’ı kabul etmiş, sonrasında Peygamberimizin en büyük yardımcısı ve desteği olmuştur.

En küçüğünden en büyüğüne kadar Hz. Ebû Bekir ailesinin, Peygamberimiz’e inancı ve bağlılığı hep farklı olmuştu. Babası İslam’ı kabul ettiğinde yaşı henüz küçük olan Esma Validemiz, Peygamber sevgisini ondan öğrenmişti. Rasûlullah (sav) uğruna hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan babası, hicret emri verildiğinde onunla yolculuk etme payesine de ermişti.

Müşriklerin baskı ve işkencelerinden bunalan Müslümanlar, Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonra geride sadece Hz. Ali’yle birlikte Peygamberimiz’in ve Hz. Ebû Bekir (ra)’in ailesinden birkaç kişi kalmıştı. En sonunda Cenabı Hak, Rasûlü’ne de hicret etmesini emredince Hz. Ebû Bekir (ra)’i yanına alarak o da yola koyulmuştu. İki dost, Sevr mağarasına gittiler. Mağarada kaldıkları üç gün boyunca Hz. Ebû Bekir (ra)’in oğlu Abdullah, Mekke’de olup bitenleri onlara haber veriyor, kızı Esma ise her gece yemek getiriyordu. Sevr mağarasından ayrılıp Medine’ye doğru yola çıkacakları gece Esma Validemiz yine yol azıklarını getirmiş, ancak azık torbasını bağlayacak ip bulamamıştı. Bunun üzerine belindeki kuşağını çözüp ikiye böldükten sonra biriyle azık torbasını, diğeriyle de su tulumunun ağzını bağladı. Onun bu halini gören Peygamberimiz:

“Sana cennette iki kuşak vardır” buyurdu.  Bundan böyle Esma Validemiz ashab arasında, “iki kuşak sahibi” anlamına gelen “Zatü’n-Nitâkeyn” lakabıyla anılacaktı. (İbnu Hacer el-Askalani, s. 473–474)                        

Peygamberimizle sadık dostunun Medine’ye hareket ettiği sırada Mekke müşrikleri de büyük bir telaşla her yerde onları arıyordu. Bulamadıkları için öfkeleri her geçen zaman daha da artıyordu. Bir ara birkaç kişi toplanarak Hz. Ebû Bekir (ra)’in evine geldiler. Aralarında, Ebu Cehil de vardı. Onlara kapıyı açan Hz. Esma oldu. Genç kadın, bir anda Mekke müşriklerini karşısında görünce merak edip ne istediklerini sordu. Babasının nerede olduğunu öğrenmek istiyorlardı.

“Babamın nerede olduğunu bilmiyorum” dedi. Bu cevaba çok kızan Ebu Cehil, elini kaldırıp ona şiddetli bir tokat attı. Öyle ki Esma Validemizin kulağındaki küpesi fırlamıştı. Ancak ne kadar zorladılarsa da babasıyla Peygamberimizin nerede olduğunu onlara söylemedi. (İbnü’l Esir, 2/90;  İbni  Hişam, 2/153-154)    

Peygamberimizle Hz. Ebû Bekir (ra) de hicret ettikten sonra Mekke’de Hz. Esma, kız kardeşi Âişe (r.anha), erkek kardeşi Abdullah ve onların anneleri Ümmü Ruman kalmıştı. Üstelik Hz. Ebû Bekir (ra) giderken malının hepsini de yanına almış, ev halkına hiçbir şey bırakmamıştı. Bir gün dedesi Ebu Kuhafe onları ziyarete geldi. Esma karşıladı onu. Gözleri görmeyen Ebu Kuhafe torununa hitaben: 

“Vallahi biliyorum ki Ebû Bekir bütün malını kendisiyle birlikte götürmüştür” dedi. Esma Validemiz:

“Hayır, dedeciğim. O bize çok hayır bıraktı” cevabını verdi. Ardından birkaç küçük taş bulup Hz. Ebû Bekir (ra)’in her zaman mallarını koyduğu bir kabın içine koyup üzerini bir bezle örttükten sonra dedesinin elinden tutarak:

“Dedeciğim elini şu malların üzerine koy” dedi. Ebu Kuhafe elini onların üzerine koyup:

“Eh, sizin için bunları bırakması iyi olmuş, burada size yetecek kadar mal var” karşılığını verdi. Hz. Ebubekir, arkada hiçbir şey bırakmadığı halde Esma Validemiz bu davranışıyla dedesini teskin etmeyi başarmıştı. (İbni Hişam,  2/158)  

Bir süre sonra Peygamberimizle Hz. Ebubekir ise Medine’ye yerleşmiş, geride kalan yakınlarını yanlarına aldırmak üzere birkaç kişiyi Mekke’ye göndermişlerdi. Ebubekir (r.anh), oğlu Abdullah’a mektup yazarak Âişe ile Esma’yı ve eşi Ümmü Ruman’ı Medine’ye yollamasını istedi. Hz. Esma o sıralar Zübeyir bin Avvam’la evliydi ve hamileydi.( İbnu Hacer, s. 473) Hamileliğinin de son dönemleriydi. Buna rağmen hicret için yola çıktı. Uzun yol ve son derece sıcak olan hava en fazla onu etkiliyordu. Kuba’ya ulaştıklarında doğum sancıları başlamıştı. Medine’ye az bir mesafe kalmışken burada yolculuğa ara verildi. Genç kadın orada bir erkek evladı dünyaya getirdi. Bu doğum haberi Medine’ye ulaştığında Müslümanlar arasında bayram havası estirmişti. Zira Müslümanların hicretiyle sarsılan Medineli Yahudiler,  Rasûlullah (sav)’a olan kıskançlıklarından dolayı, Müslümanlara sihir yaptıklarını ve bir daha hiçbirinin çocuk sahibi olamayacağını söylüyorlardı. Müslümanlar da onların bu yaygaralarından biraz etkilenmişti. İşte doğan bu erkek çocuk, Hz. Zübeyir ve Esma’yla birlikte bütün Müslümanları mutlu etmişti. Haber Medine’de duyulunca Müslümanlar  “Allahu Ekber” diyerek yüksek sesle tekbir getirmeye başladılar. Böylece Yahudilerin, Müslümanları büyüledikleri iddialarının asılsız olduğu anlaşılmıştı.

Hz. Esma da doğumdan sonra, kız kardeşi ve onun annesiyle tekrar Kuba’dan Medine’ye doğru yola çıktı. Medine’ye ulaşınca hemen Efendimizin yanına gidip çocuğu ona takdim etti. Bebeği kucağına alan Peygamberimiz, ona “Abdullah” ismini koydu. Sonra orada bulunanlardan bir hurma istedi. Getirilen hurmayı çiğneyip bebeğin ağzına koyduktan sonra onun için dua etti.  Hicretten sonra dünyaya gelen ilk muhacir çocuğu olan Abdullah, gelecekte ashabın büyük âlimlerinden biri olacak, kendisinden sonraki Müslümanlar tarafından da İslami ilimlere sağladığı büyük katkılarla tanınacaktı. (M. Asım Köksal, 8/311)

Esma Validemiz, yaşamını, inanan bir kadına yakışır şekilde faziletle geçirdi. Olaylara karşı gösterdiği sabır ve metaneti örnek alınacak yönlerindendi. Oğlu Abdullah, halifeliği sırasında savaştığı Haccac’a karşı nasıl davranması gerektiğini sorduğunda ona şu cevabı vermişti:  

“Eğer dünyayı isteyerek bu işe girdiysen sen çok kötü bir kulsun demektir. Bu davranışınla kendini ve senin yanında olanları helak etmiş olursun. Öldürülmek ise bundan daha iyidir.  Yok, eğer hak üzere olduğunu ve insanları hakka çağırdığını biliyorsan bu yolda mücadeleye devam et. Senin deden Ebubekir,  baban Zübeyir,  babaannen de Abdulmuttalip’in kızı Safiyye’dir. Sabret ve zalime boyun eğme!”

Hayatının her döneminde büyük acılar yaşayan bu metanetli kadın, önce Rasûlullah (sav)’ın, sonra babası Hz. Ebubekir’in, kız kardeşi Âişe’nin ve daha birçok sevdiği insanın acısını yaşamanın ardından oğlu Abdullah’ın da acısını tattı.

Annesinin bu nasihati üzerine Abdullah (ra), memnuniyetini ifade ederek kalkıp onun elini öpmüş, ardından Haccac’a karşı mücadele etmek üzere arkadaşlarının yanına gitmişti. Kısa bir süre sonra da şehit edildi. Cesurca, kanının son damlasına kadar savaşıp en sonunda birkaç kişi tarafından haince öldürülmüştü. Ancak zalim Haccac’ın içindeki kin hâlâ sönmemiş, Abdullah’ın cansız bedenini bir ağaca asmıştı.( İbnü’l Esir, 4/49–53) Akabinde annesine haber gönderip huzuruna çağırmıştı. Ancak Esma Validemiz onun yanına gitmedi. Bunun üzerine Haccac ona şu haberi yolladı:

“Ya buraya kendi rızanla gelirsin ya da seni saçlarından sürükleyip getirecek kimseler gönderirim!”

Hz. Esma yaşı oldukça ilerlemiş olmasına rağmen cesaretinden ve metanetinden hiçbir şey kaybetmemişti. Haccac’ın tehdidine kulak asmamakla kalmamış, üstüne bir de şöyle haber göndermişti:

“Sen beni saçımdan sürükleyip götürecek birilerini gönderene kadar vallahi yanına gelmeyeceğim!” 

Hz. Esma’nın, ayağına gelmeyeceğini anlayan zalim Haccac, kendisi onun evine gidip:

“Abdullah’a yaptıklarımı nasıl buldun” dedi. Hz. Esma:

“Görüşüm odur ki, sen benim oğlumun dünyasını, oğlum da senin ahiretini mahvetti. Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştu:‘Sakif’te bir yalancı, bir de zalim vardır.’ Yalancıyı gördük.  Zalime gelince; o da ancak sensin!” 

Bu sözleri duyan Haccac buz kesilmiş, verecek cevap bulamamıştı. Sonra hiç konuşmadan oradan ayrılıp gitti. (Müslim, Fezailu’s-Sahabe,  229 (2545))

Hayatının her döneminde büyük acılar yaşayan bu metanetli kadın, önce Rasûlullah (sav)’ın, sonra babası Hz. Ebubekir’in, kız kardeşi Âişe’nin ve daha birçok sevdiği insanın acısını yaşamanın ardından oğlu Abdullah’ın da acısını tattı. Haccac tarafından ağaca asıldıktan sonra indirilip Yahudi mezarlığına atılan oğlunun cenazesini alıp yıkadı ve diğer oğlu Urve’ye cenaze namazını kıldırdıktan sonra defnetti. (İbnü’l Esir,  4/54)

Esma Validemiz İslam’ı öyle özümsemiş, Allah Rasûlü’ne öyle büyük bir inançla bağlanmıştı ki çektiği acılar ve meşakkatler halet-i ruhiyesini bozmak yerine onu daha da güçlü kılmıştı. Hayatının her alanına nüfuz eden İslam’ın hükümleri inceden inceye bir ömür yaşamasını sağlamıştı. Gençlik dönemlerinde bir gün Müslüman olmayan annesi Medine’ye onu ziyarete gelince ne yapacağına karar verememiş, annesini kapıda bekleterek Rasûlullah (sav)’a koşup:

“Ey Allah’ın Rasûlü, annem yanıma geldi, benimle görüşüp konuşmak istiyor, ona iyi davranayım mı?” diye sormuş, Peygamberimizin, iyi davranmasını tavsiye etmesi üzerine de tekrar evine dönerek, yıllarca özlemini çektiği annesini içeri alıp ona hürmet etmişti. (Buhari, Hibe, 28; Edeb, 8; Zekât, 50; Ebu Davud, Zekât, 34)

Bütün güzel yönlerinin yanında sahip olduğu faziletlerinden biri de cömertliğiydi. Eşi Zübeyir bin Avvam onun bu yönünden şöyle bahsetmişti:

“Ben, Âişe ve Esma’dan daha cömert bir kadın görmedim. Onların cömertlikleri birbirine uymazdı; Âişe, önce biriktirir, yanında biriken şeyleri fakirlere dağıtırdı. Esma ise, hiçbir şeyi biriktirip ertesi güne bırakmaz, hemen dağıtırdı.”  (M. Asım Köksal, 3/182)   

Samimiyetle dolu yüz yıl yaşayan Esma Validemiz, oğlu Abdullah’ın ölümünden kısa bir süre sonra vefat etti. Yüz yaşına gelmiş ve gözlerini kaybetmişti; ama ne aklından bir şey eksilmiş ne de bir tek dişi düşmüştü. Çoğu yaşlı insanın maruz kaldığı unutkanlık ve bunaklık onda asla görülmemişti. Hicretin 73. yılında vefat etti. (İbnü’l Esir, 4/59; İbni  Hişam, 1/338)

Allah ondan razı olsun.       

       


 

Kaynaklar

Gülşen Gazel, Sahabi Annelerimiz, Gündönümü Yayınları, 2009, İstanbul

M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Şamil Yayınevi, 1987, İstanbul

Rudani, Büyük Hadis Külliyatı, İz Yayıncılık, 2006, İstanbul

Hasan Ege, Siret-i İbni Hişam Tercümesi, Kahraman Yayınları, 2006, İstanbul

Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı, Tercümesi ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 1988, Ankara

Said Havva, Hadislerle İslam Tarihi, Hikmet Neşriyat, ?, İstanbul

Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, İrfan Yayımcılık, 2003, İstanbul

Ebu Cafer Muhammed bin Cerir’üt Taberi, Tarih-i Taberi, Sağlam Yayınevi, ?, İstanbul

İbn Kesîr, el-Bidaye ven-Nihaye, Çağrı Yayınları, 1995,  İstanbul

Abdulaziz eş-Şennavi, Sahabe Hayatından Tablolar (Hanım Sahabiler),  Uysal Kitabevi, Konya

İbnü’l Esir, El Kamil Fi’t-Tarih Tercümesi, Hikmet Neşriyat, 2008, İstanbul

İmam Zehebi, Tarihu’l İslam, Cantaş Yayınları, 1994, İstanbul

İbnu Hacer el-Askalani, El-İsabe’den Seçkin Sahabeler, Sağlam Yayınevi, 2008, İstanbul