“Bilinmediğin topraklara mı gideceksin!” sözünü dinlemedi İkrime, kendi topraklarında da adı yoktu artık. “Ebu’l-Hakem’in katilinin olduğu yerde vallahi kalmam!” diye gürlemeye çalıştı fakat kısık çıktı ses. Ebu’l-Hakem babasıydı; Ebu Cehil. Mekke eski Mekke değildi. Fetih bir anda şehri değiştirmiş, ters yüz olmuştu her şey. “Gidin hepiniz serbestsiniz!” cümlesine dahil olabilseydi yine kaçmak ister miydi doğup büyüdüğü yerden? Zulmün elebaşlarından biriydi, görüldüğü yerde cezalandırılacak. Nasıl affedilsin ki hep bayrağını taşımıştı küfrün. Hz. Muhammed (sav)’in Medine’ye hicretinden bir yıl sonra Ahya Suyu’nun yanında toplanan Kureyş müşriklerinin başı değil miydi o, Bedir Savaşı’nda Muaz b. Amr (ra)’ın kolunu omzundan koparan, süvarilerin sol kanat komutanı Uhud’da. Mekke’nin fethinde dahi uyanmadı İkrime; yine elebaşıydı ve arkadaşlarıyla Halid b. Velid (ra)’in askerlerini ok yağmuruna tutuyordu pervasızca.
Fakat bir gün bitti deniz ya da başladı. Biten karanlığın deniziydi başlayan kaçışın. Ebu İshak es-Sebîi şöyle anlattı o günü: “Peygamber Mekke’ye girince, İkrime, ‘Ebu’l-Hakem’in katilinin olduğu yerde vallahi kalmam,’ dedi. Denize açılmak üzere yola koyuldu. Kayınpederine gitti. Eşine emretti, o da başını sardı, kendisini karşıladı. ‘Kureyş yiğitlerinin efendisi, nereye!’ dedi. ‘Bilinmediğin topraklara mı gideceksin!’ sözünü dinlemedi İkrime.” [1]
Fetih günü Mekke’den kaçıyordu Ebu Cehil’in oğlu. Deniz yoluyla Yemen’e gidecekti. Sahile vardığında bekleyen yolcuları gördü ve aralarına katıldı. Gemiye binme sırası kendine geldiğinde uyardı onu kaptan: “Ey Allah’ın kulu! Şirki bırakıp Allah’ı bir bilmedikçe gemime binme! Yoksa helak olacağımızdan korkarım!” Şaşırdı İkrime, fakat bir yolunu bulup girdi gemiye. Kaptanın gözü üstündeydi. [2]
Çok geçmeden fırtına koptu ve deniz dev dalgalarıyla gemiyi titretmeye başladı. İkrime bir köşede Lât ve Uzza putlarını anarken tayfalar korkuyla “Allah Allah!” diyerek rablerine yalvarıyordu. Kaptan uyardı İkrime’yi, “Allah’tan başkasına dua edilmez!” diye. Tayfalar, “Burası denizin ortası! Burada sadece Allah’tan fayda gelir” dediler. İkrime, “Peki, ne diyeyim?” diye sordu kaptana. “Lâ ilâhe illallah” cevabını alınca, dudaklarından şu cümleler döküldü: “Ah… Muhammed’in bizi davet ettiği İlâh olmalı bu kurtarıcı. Hâlbuki ben bu yüzden kaçmıştım!” [3]
Kaçtığı hakikat ummanda yakalamıştı İkrime’yi. Denizin ortasında yalnız Allah’tan fayda geliyorsa karada da yalnız O’ndan yarar umulabilirdi. “Allah’ım! Boynumun borcu olsun. Eğer beni selamete çıkartırsan, Muhammed’e gidip elimi eline koyarak bîat edeceğim!” diye dua etti Ebu’l-Hakem’in oğlu. Dalgalar yatışınca da kaptandan kendisini kıyıya çıkarmasını istedi. [4]
Hanımı Ümmü Hakîm’in fetih günü fırtınayı atlatıp ondan önce karaya çıktığından haberi yoktu İkrime’nin. Küfür fırtınasıydı bu ve iman sahiline ulaşmıştı Ümmü Hakîm. Fetih günü Müslüman olan on Kureyşli kadından biriydi o. Hz. Peygamber’in yanına vardıklarında Hind bint Utbe, “Ya Rasûlallah!” diyerek söze başlamış ve şöyle sürdürmüştü konuşmasını: “Kendi için seçtiği dini gün yüzüne çıkaran Allah’a hamdolsun. Merhametin değsin bana ya Muhammed! Ben, Allah’a iman eden, seni tasdik etmişbir kadınım.” Peçesini açtı. “Hind bint Utbe” dedi. Rasûlullah (sav), “Merhaba” dedi. Hind, “Vallahi yâ Rasûlallah” dedi, “yeryüzünde zelil olmasını en çok istediğim ev halkı sizinkiydi. Şimdi ise yeryüzünde aziz olmasını en çok istediğim ev halkı sizinkidir.” Rasûlullah (sav), “Ziyadesiyle” buyurdu. Onlara Kur’ân okudu. Bîat ettiler. [5]
Bu Hind, Ebu Süfyan’ın karısı olan Hind değil miydi! Kardeşi Ebu Huzeyfe ilk Müslümanlar arasında yerini alıp babası Utbe, kardeşi Velid, amcası Şeybe Bedir’de öldürülünce kinine kin katan Hind. Uhud’da Hz. Hamza’nın başına ödül koyup Vahşi b. Harb’e katlettiren, hırsından ciğerini söküp diş geçiren Hind. O Hind’di evet, Hz. Peygamber’in dönüşünü kabul edip Kur’ân’la şereflendirdiği.
Ardından sözü İkrime’nin hanımı Ümmü Hakîm alarak, “Yâ Resulallah!” demişti, “İkrime sizden kaçtı. Yemen’e gitti. Onu öldüreceğinizden korktu. Eman verin.” “Emindir” dedi Rasûlullah (sav). Müjdeyle beraber Ümmü Hakîm soluğu Tihâme sahillerinde alıp yetişti ona ve “Ey amcamın oğlu! Ben sana insanların akraba haklarını en çok gözeteninin, insanların en iyisi ve hayırlısının yanından geldim! Kendini helak etme! Sonunda hakikati kavrayacaksın. Hem senin için Rasûlullah’tan güvence aldım. Artık emniyettesin” dedi. İkrime şaşkınlık ve sevinçle, “Yapabildin mi bunu?” diye karşılık verdi Ümmü Hakîm’e. [6]
Özlemişti eşini İkrime. Fakat Ümmü Hakîm, “Sen kâfirsin. Ben ise Müslüman bir kadınım” diyerek yakınlaşmaktan men ediyordu onu. Meselenin sandığından daha hassas olduğunu anlayan İkrime şöyle diyordu bunun üzerine: “Beni sana yasaklayan şey, büyük şey olmalı!” [7]
İkrime ve Ümmü Hakîm Mekke’ye yaklaştığı sıralarda Hz. Peygamber ashabını onun gelişine hazırlıyor, tepki vermemeleri için uyarıyordu onları: “İkrime b. Ebî Cehil yanınıza mümin ve muhacir olarak geliyor. Sakın babasına kötü söz söylemeyiniz. Çünkü ölüye kötü söz söylemek, diriyi rahatsız eder, ölüye erişmez!” [8]
Coşkuyla karşıladı Hz. Peygamber İkrime’yi, coşkuyla ve üç kere tekrarlayarak “Hoş geldin süvari muhacir!” cümlesini. [9] O kadar sevinmişti ki sırtına abasını almaksızın ayağa kalkıp yönelmişti ona. Kendisine ve inancına yıllarca düşmanlık eden birini değil, karanlıktan sıyrılmayı başaran bir kardeşini karşılıyordu. İkrime ve Ümmü Hakîm huzurundaydı Nebî'nin.
Güvenceyi sordu önce İkrime ve “Sana eman verilmiştir” cevabını aldı. Sonra bir Müslüman olarak sorumluluklarını öğrenmek istedi. Hz. Peygamber, “Seni Allah’tan başka ilâh bulunmadığına ve benim de Allah’ın Resûlü olduğuma şehadet etmeye, namaz kılmaya, zekât vermeye, oruç tutmaya, hac yapmaya, şöyle şöyle yapmaya davet ediyorum” diyerek İslâm’ın gereklerini sayınca İkrime kelime-i şehadet getirdi ve Rasûlullah (sav)’ı güzel sıfatlarla övdü. “Söyleyebileceğim en hayırlı şeyi bana öğret” deyince Hz. Peygamber’le aralarında şu konuşma geçti:
İkrime sözünü tuttu ve iyi bir Müslüman oldu. Bu Hz. Peygamber’in rüyasıydı aynı zamanda. Bir rivayete göre Hz. Peygamber rüyasında cennete girmiş, orada hoşuna giden bir hurma ağacı görerek, bu kimindir, diye sormuştu. “Ebu Cehil’indir!” denildiğinde hayret etmiş ve “Cennette Ebu Cehil’in hurma ağacı nasıl olabilir! Vallahi o hiçbir zaman cennete giremez!” demişti. İkrime Müslüman olduğunda ise aydınlanmıştı rüya. Hz. Peygamber Ümmü Seleme’ye şöyle yorumlamıştı rüyasını: “Ebu Cehil’in cennette gördüğüm hurma ağacı, işte budur!” İkrime hakikat yolculuğundaki gecikmesini Kur’ân’a dört elle sarılarak telafi etmeye çalışıyordu. Mushafı alıp yüzüne sürer ve “Rabbimin Kelâmı! Rabbimin Kitabı!” diye gözyaşı dökerdi bazı vakitler. [11]
Müslüman olduktan sonra Medine’ye giden İkrime canla başla İslâm için çalıştı. Hz. Peygamber ona Beni Hevâzin’in zekâtını toplama görevini verdi (632). Hz. Ebû Bekir devrinde sahte peygamber Müseylime üzerine gönderilen birliğin başına geçirildi. Aynı dönemde Uman, Mehre ve Deba mürtedleriyle savaştı ve Şam’ın fethinde önemli sorumluluklar üstlendi. Filistin’in fethi sırasında Bizanslılarla yapılan Ecnadeyn savaşına katılan İkrime’nin (634) bu savaşta ya da aynı yıl gerçekleşen Mercisuffer Muharebesi’nde şehitlik mertebesine erdiği geçti kayıtlara. [12]
İyi bir süvari olduğu halde Yermük Günü yaya olarak çarpışmaya kalkınca, “Böyle yapma! Öldürülmen Müslümanlara çok ağır gelir!” diye uyardı onu Halid b. Velîd (ra). İkrime ise şu unutulmaz cevabı verdi ona: “Bırak yapayım yâ Hâlid! Senin Rasûlullah ile temiz bir geçmişin var. Hâlbuki ben ve babam, halkın Resûlullah’a karşı en şiddetli ve katı davrananıydık! Lât ve Uzza yolunda savaşırken kendimi esirgemedim de Allah ve Rasûlü yolunda savaşırken mi kendimi esirgeyeceğim!” [13] İkrime ve arkadaşları Halid b. Velid (ra)’in askerlerinin ön saflarında çarpışa çarpışa cennete yürüdüler.
Abdullah b. Mus’ab anlatıyor: Yermük günü el-Hâris bin Hişam, İkrime bin Ebî Cehl ve Süheyl bin Amr (ra) şehit edildiler. Can çekiştikleri andı. Su getirdiler onlara. Her biri diğerine gönderdi. İçlerinden birine uzatıldığında, “Falancaya içir” dedi. Ta ki öldüler. Hiçbiri içmemişti suyu. [14]
İkrime (ra)’nin bedeninde yetmiş küsür iz kaldı; kılıç, ok ve mızraklardan yadigâr.
1. İbn-i Kudâme el-Makdısî, Tövbekârlar Kitabı, Çev. Sare Öztürk, Şule Yayınları, İstanbul 2016, s. 132
2. Taberî, Tarih, C. 3, s. 120
3. Hakim, Müstedrek, C. 3, s. 241; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, C.1, s. 370
4. İbn-i Esîr, Üsdu’l-Gâbe, C.4, s. 74
5. İbn-i Kudâme el-Makdısî, Tövbekârlar Kitabı, Çev. Sare Öztürk, Şule Yayınları, İstanbul 2016, s. 132
6. Vâkıdî, Megâzî, C. 2, s. 851
7. A.g.e., s. 851
8. A.g.e., s. 851
9. Hakim, Müstedrek, C. 3, s. 242; İbn Abdilberr, İstiab, C. 3, s. 1082
10. Vâkıdî, Megâzî, C. 2, s. 852; Hakim, Müstedrek, C. 3, s. 242
11. Mus’abuzzubeyr, Nesebu Kureyş, s. 311; Hakim, Müstedrek, C. 3, s. 243; İbn Esîr, Üsdu’l-Gâbe, C. 4, s. 73
12. İslam Ansiklopedisi içinde: İkrime b. Ebî Cehl
13. İbn Esîr, Üsdu’l-Gâbe, C. 4, s. 73
14. İbn-i Kudâme el-Makdısî, Tövbekârlar Kitabı, Çev. Sare Öztürk, Şule Yayınları, İstanbul 2016, s.