Kur’an vahyinin üzerinde durduğu en temel tema, Allah’ın birlenmesi yani tevhîd inancıdır. Kur’an’da yine oldukça yer tutan peygamberin konumu, sosyo-ekonomik adalet ve hesapların görüleceği ahiret teması, Allah’ın tek ilah olarak kabul edilmesinden sonra gelir. Kur’an, Allah’ın nasıl bir rab olduğunu kitabın içine serpiştirdiği sıfatlarıyla tam olarak tanıtır. Buna göre Allah’ın gücü her şeye yeter, kâdir-i mutlaktır. Kullarına karşı son derece merhametlidir, hakîmdir ve yaptıkları mutlaka hikmetlicedir. Allah dışında her şey fanîdir, sadece Allah bâkîdir. Bütün eylemleri irade ve ilimle yapmaktadır ve O her şeyi bilmektedir. Hiçbir şey O’na gizli kalmaz. Kâinatta boşluğa asla yer yoktur ve her şey onun bilgisi dahilinde cereyan etmektedir. O, evrene mükemmel bir düzen vermiş, her şeyi belli bir nizam ve kanunlara göre yaratmıştır. Bütün oluşlar bu mükemmel çerçevede gerçekleşmektedir. Allah bilgi ve kudretiyle her şeyi kuşatır, tanrılığında ortağı yoktur.
Allah, kitabında kendisini bu derece mükemmeliyet ve üstünlükte zikrederken, karşılığının da böylesine yüce bir yaratıcıyı kabul etmek ve onun buyruklarına itaat etmek olduğunu dile getirir. Kur’an’a göre özgür iradesi ve tercihi olmayan evrendeki her şey, Allah’ın içlerine yerleştirdiği tabiî sâik ile bu kanunlara uyarlar. Dolayısıyla onlar -bir anlamda- Allah’ın Kur’an’da kendisini tanımlamış olduğu sıfatlarına teslim olmuşlardır, hepsi Müslimdir.
Allah, bu sayılanların dışında, kendisini özgür iradesiyle rab olarak kabul edecek, kanunlarına boyun eğecek ve seçimde bulunarak tercihiyle Müslim olacak bir varlık yaratmak ister. Bu varlık da insandır. Söz konusu insan olunca, doğanın mecburi boyun eğişi yerini insandaki ahlakî tercihe, tabiat kanunu da yerine ahlâk kanununa bırakmıştır.[1]
Kur’an insanın yaratılışını Rabb’in yeryüzündeki halifesi olarak takdim eder[2] ve sahip olduğu yücelik karşısında insanoğluna iman ve küfür tercihinde bulunma imkânı sunar. Burada aşkın değil, cismani bir hür seçim söz konusudur.[3] “Ey insanlar! Rabbinizden size gerçek gelmiştir. Doğru yola giren ancak kendisi için girmiş ve sapıtan da kendi zararına olarak sapıtmıştır. Ben sizin üzerinize vekil değilim.”[4] “Sen hatırlat (tebliğ et); çünkü sen sadece bir hatırlatıcısın, yoksa onların üzerine bir zorba değilsin.”[5]
İman edilmesi Rabb’in her halükârda tercih ettiği taraftır. Nitekim, insanlardan bir kısmı kendisine verilen hür iradeyi doğru yönde kullanarak sorumluluğunu idrak etmiş ve Allah’ın rabliğini kabul etmiştir. “Dinde zorlama yoktur; artık hak ile batıl iyice ayrılmıştır. Tağutu (saptırıcıları) inkâr edip Allah’a inanan kimse, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmıştır. Allah işitendir, bilendir.”[6]
İnsanlardan bir kısmı ise inkâr etmiş ve büyüklenmiştir. “Ayetlerimizi yalanlayıp onlara karşı büyüklük taslayanlara gelince, işte onlar cehennemliklerdir, orada temelli kalacaklardır.”[7] İnananlara ve yararlı iş işleyenlere, ecirlerini ödeyerek, onlara olan bol nimetini daha da arttıracaktır. Kulluk etmekten çekinenleri ve büyüklük taslayanları elem verici bir azaba uğratacaktır. Onlar kendilerine Allah’tan başka bir dost ve yardımcı bulamazlar.”[8]
Kur’an açısından inkâr tavrı, Allah’a karşı bir ahlaksızlık olduğu gibi insani ilişkilerdeki ahlaksızlığın da kaynağıdır. Allah, güçle ilgili sıfatlarını Kur’an’da sık sık tekrar ederek insanın bu isyanını kırmaya çalışmakta; onu çepeçevre kuşattığını, her yaptığını gördüğünü, her söylediğini işittiğini ona hissettirerek, doğru düşünmeye ve ahlaklı olmaya çağırmaktadır.[9] Dolayısıyla iman etmek veya küfür “insanın ahlaki yüksek değerleri gören-duyan ve göremeyen-duyamayan bir varlık olması hasebiyle önemli bir oranda ahlaka dayanmaktadır.”[10] Çünkü sayılamayacak derecede karşılıksız nimetler ihsan eden ve insanı en güzel şekilde yaratan[11] tek ilahı, onun peygamberi ve bu peygamber eliyle gönderilen kitabı kabul etmek, ardından da şükretmek gerekir.
Kur’an, şükretmenin gerekçelerini farklı gerekçelerle dile getirir.[12] Oysa bazı insanlar şükretmek yerine inkâr ederek büyüklenmekte[13], ihtiyaç hissetmeyip gereksiz görmekte[14] ve arzuların peşine takılmaktadır.[15] Kur’an onca ikram karşılığında gösterilen bu tavrı hastalık olarak niteler[16] ve böylesi insanları ağır şekilde eleştirir. Bunlar aşağıların aşağısındadırlar[17], kalpleri vardır ama hiç düşünmezler, gözleri vardır ama hiç görmezler, kulakları vardır ama hiç işitmezler, onlar hayvanlar gibidirler hatta daha aşağıdadırlar.[18]
Sonuçta her şey insanın üstün yeteneklerinin iyi veya kötü yönde kullanılmasına, bir gül ruhun asilleştirilmesi veya karartılmasına, doğru yolun bulunup bulunmamasına bağlıdır.[19]
Dipnotlar:
1) Fazlur Rahman, Allah’ın Elçisi ve Mesajı Makaleler I, s. 44.
2) Bakara, 30.
3) M. Abdullah Draz, Kur’an Ahlakı, s. 7.
4) Yûnus, 108.
5) Gâşiye, 21-2.
6) Bakara, 256.
7) A’râf, 36.
8) Nisâ, 173. Ayrıca bkz: A’râf, 51; Yûnus, 75; Yâsîn, 78; Fussılet, 26; Haşr, 19; Alak, 6-7.
9) İlhami Güler, İman Ahlak İlişkisi, s. 30.
10) Güler, Sabit Din Dinamik Şeriat s. 62. İlgili birkaç ayet için bkz. 2 Bakara 177, 17 İsra 89, 39 Zumer 7.
11) Tîn, 4.
12) Nahl, 78; Zümer, 7- 8; İbrahim, 6-7; Secde 7-9.
13) Nahl, 22; Casiye, 31; Ahkaf, 10.
14) Tegâbun, 6; Leyl, 8; Alak, 7.
15) Bakara, 145; Mâide, 48; Rûm, 29.
16) Bakara, 10; Mâide, 52; Enfâl, 49; Hac, 53; Ahzâb, 12; Bkz: Güler, İman Ahlak İlişkisi, s. 20.
17) Tîn, 5.
18) A’raf, 179.
19) Şems, 9-10.
Bu yazı, Prof. Dr. Enbiya Yıldırım’ın “Din Ahlak Ekseninde Hz. Muhammed” (Rağbet Yayınları, 2007) başlıklı kitabından alıntılanmıştır.