İşte bu (Kur'ân) da, bereket kaynağı, kendinden öncekileri (ilahi kitapları) tasdik eden ve şehirler anasını (Mekke'yi) ve bütün çevresini (tüm insanlığı) uyarasın diye indirdiğimiz bir kitaptır. Ahirete iman edenler, ona da inanırlar. Onlar namazlarını vaktinde kılarlar. (En’am, 92)
İslam tarihi ve medeniyetinin en önemli iki şehrinden biri olan Mekke, gerek tarihsel kimliği gerekse yüklendiği misyon itibariyle inananların hayatlarında ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. Bu yönüyle Mekke’ye sadece bir “şehir” gözüyle bakmak elbette mümkün değildir. Ancak Mekke’nin bir şehir olarak tarihi, coğrafyası ve sosyal kimliğini tanımak da onun inananlar için sahip olduğu anlamların kavranması açısından faydalı olacaktır.
Coğrafi Özellikler
Mekke, Arap Yarımadası’nın Kuzeyinde Batnı-mekke adı verilen bir vadi üzerinde kurulmuştur. Kur’ân-ı Kerim’de “ekin bitmeyen bir vadi” olarak nitelenen Mekke ve çevresi coğrafi bakımdan çöl karakterli bir yapıya sahiptir. Kâbe’nin merkezinde bulunduğu bu vadi zaman zaman sel felaketine maruz kalması dolayısıyla da tarih boyunca “Bathaü Mekke” (=sel vadisindeki kumluk) olarak da anılagelmiştir.
Mekke’nin etrafında kurulmuş olduğu Kâbe, inananların kıblesi olması dolayısıyla Müslüman coğrafyacılar tarafından “dünyanın merkezi” olarak kabul edilmiştir. Bu anlayışa göre yerküre merkezinde Kâbe yer alan bir daire şeklinde çizilmiştir. Mekke’nin merkez olduğu tasarımda yeryüzündeki ülkelerin her biri bu yüce mabedin bir cephesine bakmaktadır. Buradan hareketle “tavaf”ın da dünyanın kendi etrafında dönüşünü sembolize ettiği yorumu geliştirilir.
“Mekke” Adının Etimolojisi
Şehrin adının geçtiği bilinen en eski belge Batlamyus’un II. yüzyıla ait Coğrafya adlı eseridir. Burada şehrin ismi olarak geçen “Macoraba” Sebe ve Habeş dillerinde “mukaddes ibadet mahalli, tapınak” gibi anlamlar taşımakta. Aynı zamanda sesli harflerin belirtilmediği Güney Arabistan yazısında “mkrb” şeklinde yazılan “makverab” kelimesinden türemiştir. Bu kelime de Arapça’da “kurban yeri, mihrap, mukaddes yer” anlamlarına gelen “makreb” kelimesine dayanmaktadır. Bir başka görüşe göre “ev” anlamına gelen “mkk” ile “ilah” anlamına gelen “rbb” kelimelerinin birleşiminden oluştuğu dile getirilmektedir. Burada dikkati çeken nokta her iki durumun da “Mekke” adının şehrin dinî bir merkez olarak bilinegeldiğini göstermesidir.
Mekke’nin Diğer Adları
Kur’ân’da ve diğer tarihî kaynaklarda şehrin “Bekke” ismiyle de anıldığı görülür. Bir görüşe göre Bekke'nin Kâbe’nin içinde bulunduğu bir bölüme, Mekke'nin de şehrin tamamına karşılık geldiği öne sürülmüştür. Ancak Araplar’ın telaffuz yakınlığıyla sebebiyle “mim” harfini “be”ye dönüştürerek kullanmalarından dolayı Bekke adının ortaya çıktığı kabul görmektedir. Bunun dışında En’âm Suresi 92 ve Şura Suresi 7. ayetlerde “şehirlerin anası” anlamında “ümmülkurâ” ve güvenli belde anlamında “el-beledü’l-emîn” ifadeleriyle de Mekke şehri isimlendirilmiştir.
DOĞUŞUNDAN İSLAM FETHİNE KADAR MEKKE
Mekke Şehrinin Ortaya Çıkışı
Mekke’nin bir şehir olarak ortaya çıkması ve kuruluşundaki en belirleyici faktör merkezinde yer alan “Kâbe”dir. Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail ile birlikte Kâbe’yi inşa ettikleri
dönem öncesine dair pek fazla bilgi bulunmamaktadır. Rivayete göre Hz. İbrahim Mekke’ye üç defa gelmiş ve burada Kâbe’nin yapımında oğlu İsmail Aleyhisselam ile birlikte çalıştıktan sonra insanları hacca davet etmiştir. Hz. İbrahim görevini tamamladıktan sonra da oğlu ve ailesini burada bırakarak yaşadığı Filistin’e dönmüştür.
Mekke çevresi tarıma elverişli olmadığında buraya yerleşenler geçimlerini yakın çevre beldelerle gerçekleştirilen ticarî faaliyetler sayesinde sağlamaktaydılar. Hz. Peygamber’in dedesi Hâşim b. Abdülmenaf tarafından sürdürülen yoğun diplomatik çabalar sayesinde de şehir kısa zamanda milletlerarası önemli bir ticaret merkezi haline geldi.
Bizans, Roma, İran ve Habeş’in Mekke Savaşı
Mekke’nin böyle bir cazibe merkezi haline gelmesi Roma, Bizans, İran ve Habeş gibi ülkelerin hükümdarlarının dikkatini çekmiş ve bunlar zaman zaman şehri ele geçirmek için teşebbüslerde bulunmuşlardır. Mekke’nin kazandığı önem sayesinde Arap Yarımadası’nın kontrolü de yine bu şehrin kontrolüne bağlı hale gelmişti. Bu çabalar arasında dikkat çekenlerden biri Osman b. Huveyris’in Bizans imparatorundan Mekke’ye melik olmak için gerekli belgeyi alması hadisesidir. Ancak Osman b. Huveyris Mekke’ye dönüş yolunda Gassani emiri tarafından öldürülür. Hakimiyet mücadeleleri arasında Habeş krallığının Yemen Valisi Ebrehe’nin sonraları “Fil Vakası” olarak anılacak girişimi de bulunmaktadır. Ebrehe’nin başarısızlığı sonrası Mekke’nin itibarı daha da artar şehir ekonomisi gittikçe güçlenir. Bu dönemde şehir nüfusunun 10.000 civarında olduğu ve büyük çoğunluğunun putperestlerden oluştuğu rivayet edilmektedir. Bunun yanında Hz. İbrahim’e iman eden Hanifler ve az sayıda Hıristiyan Mekke’de yaşamaktaydı.
Mekke’nin Fethi
Son Peygamber’in İslam’ı tebliğ etmeye başlamasıyla şehir tarihinde büyük bir kırılma noktası ortaya çıkar. Tevhid inancından çoktan sapmış olan Mekkelilerin inananlara karşı eziyetleri ve düşmanlıkları şehrin bu dönemindeki tarihine damgasını vurur. Mekke’de yeniden tevhid inancının hâkim olması şehrin Müslümanlar tarafından fethiyle mümkün olmuştur. İslam ordusunun şehre dört koldan girmesinin ardından Kâ’be ve çevresi putlardan temizlendi ve Bilal-i Habeşî Kâbe’nin üzerine çıkarak burada ezan okudu. Böylelikle şehir günümüze kadar uzanacak olan İslam beldesi kimliğini yeniden kazanmış oldu. Şehrin bundan sonraki tarihi siyasi açıdan Osmanlı dönemine kadar zaman zaman hareketlense de Yavuz Sultan Selim’den itibaren uzun bir sükûnet devresi başlayacaktır.
Gelecek hafta: “Dört Halife Döneminden Osmanlı’ya Mekke”
_________
Kaynaklar