Siyer yazmak, Müslüman yazarlar için bir iş, görev veya zorunluluk olmaktan çok daha fazla anlam ifade ediyor. Böylesi önemli bir işe niyet eden çoğu isim, bunu Rasûlullah Efendimiz’e (sav) yakınlaşma vesilesi gördüğü için, O’na bir hediye sunma düşüncesiyle veya “sahip olduğu ilmin hakkını verme” arzusuyla gerçekleştirdiğini ifade ediyor. Yakın zamanda Vadi Yayınları etiketiyle yayınlanan İlk Bahar başlıklı siyer çalışmasının yazarı Wadah Khanfar gibi.
1968’de Filistin’de dünyaya gelen Arap gazeteci, uzun yıllar Ortadoğu’da muhabir olarak çalışmış, sonrasında El Cezire televizyonun genel müdürlüğü görevine getirilerek kanalı uluslararası medyanı önemli aktörlerinden biri haline getirmiş bir isim.
Yaşadığı döneme damga vuran başarılı bir gazetecinin siyer yazması başlı başına bir merak unsuru. Çünkü bu alanda ortaya konulan eserler büyük oranda akademisyenlerin veya İslam tarihi araştırmacılarının elinden çıktı. Dolayısıyla, hem üslup hem de bakış açısı noktasında diğer kalem ehlinden ayrılan bir gazetecinin siyer gibi mühim bir konuyu ele alması dikkat çekiyor.
Khanfar, sahip olduğu farklı türdeki birikimin hakkını vererek gerçekten de farklı bir siyer sunuyor İlk Bahar ile. Yazarın perspektifini, kitabının giriş bölümünde zikrettiği şu cümlelerden anlamak mümkün:
“Peygamberimizin yaşamını konu edinen siyer kitapları; onun gerçekleştirdiği gazalar, yapmış olduğu anlaşmalar ve ondan sadır olan sözlerle doludur. Bununla birlikte tüm bu bilgiler; incelenmesi, güvenilirliğinin tescillenmesi ve olayların birbiriyle bağlantısını kurarak onları kendi bağlamında okuyan bir metodolojiye tabi tutulması gereken birer hammadde olmayı sürdürüyor. Bu tarz bir metodoloji takip edildiği takdirde bizi nebevi eylemin stratejik temellerine dair derin bir anlayışa sahip kılacak tutarlı, eksiksiz ve sağlam bir sisteme sahip oluruz.”
Bu sözlerden de anlaşıldığı üzere Khanfar’ın çalışması klasik bir siyer anlatısı değil; Peygamber Efendimiz’in hayatını kronolojik bir düzende ve her yönüyle ele almıyor. Bunun yerine, yaşadığı dönemde dünyaya hâkim olan politik düzen içinde nasıl bir stratejiyle hareket ettiğine ve bunun siyasi sonuçlarına odaklanıyor. Üstelik bunu yaparken İslam kaynaklarından olduğu kadar İslam dışı kaynaklardan da faydalanıyor. Ne var ki kitabın doyurucu bir kaynakçası olduğundan bahsedemeyiz. Bir akademik makale için bile ortalama sayılabilecek kaynak kullanımının siyer için, hele de farklı bir bakış açısıyla kaleme alınmış bir siyer için zayıf olduğunu not düşmek gerekiyor.
Mehmet Yuşa Solak ve Hasan Hacak tarafından dilimize kazandırılan kitap, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in (sav) hayatını siyasi ve askeri stratejiler üzerinden, yani tam da bir gazetecinin yapacağı şekilde ele almasıyla, siyer yazıcılığı alanında yeni bir pencere açıyor. Gelecek günler, bu pencerenin ne kadar verimli olacağını ve ne tür tartışmalara zemin hazırlayacağını, Hz. Peygamber’in bir modern siyaset figürü gibi yansıtılmasının nasıl karşılanacağını gösterecektir.