Hadis bilginlerinin 1400 yılı aşkın bir sürelik sosyal ağı, geleneksel anlamda, geniş İslam coğrafyasının sayısız bilginlerini içine alan isnad sistemi olarak bilinir. Bu bilginlerin entelektüel uğraşı ise, Hadis ilim(ler)i olarak bilinir. Burada "ilim" (el-'ilm), sistemli bir bilgi birikimine karşılık gelir. Bir akademik çalışma olarak Hadis İlmi, İslam kültürü ve toplumu içerisinde uzayan dalları olmakla birlikte, esas itibariyle, Hz. Peygamber hakkındaki rivayetlerle ilgilenen sözel bir disiplindir. Şayet Kur'ân ilahî bilgi ise, o takdirde, Hz. Peygamber'in sünneti, O'nun özü ve yaşayan halidir.
İslam, etrafında çok yönlü yorum gelenekleri veya üst-rivayetleri ortaya çıkan, birbirine organik olarak bağlı iki temel kutsal metne veya rivayete sahiptir.
Bir rivayet sistemi, rivayet edenler, dinleyiciler, rivayetin metni, üst-rivayetler ve dinleyicilerin ve rivayet edenlerin içice geçtiği sosyal ağdan oluşmaktadır. Rivayet süreci, bu unsurları birbirine bağlar. Bu unsurlar, hadis rivayeti bağlamında, sırasıyla, hadis hocası, hadis talebesi, hadis metni, hadisin üst-rivayeti ve isnad sistemine karşılık gelir. Aşağıda, bu unsurları ve onların birbirine bağlanma yolları hadis rivayet sistemi veya isnad bağlamında tartışılacaktır.
Dönüşlü Anlatım Yapısı
"Beni dinleyenler, sözlerimi başkalarına aktarsınlar; onlar da başkalarına aktarsınlar; belki sonuncular, sözlerimi Beni aracısız dinleyenlerden daha iyi anlarlar." Hz. Peygamber, Veda Haccı (MS. 631) esnasında, Arabistan çölünün ortasında Mekke yakınındaki bir yerde devesi üzerinde verdiği Veda Hutbesi’ni bu sözlerle bitirmişti. Sahabiler, Hz. Peygamber'in nübüvvetinin başlangıcından itibaren umumiyetle yaptıkları gibi, Hz. Peygamber'in bu sık tekrarlanan direktifine uyarak, işittikleri sözleri ve gördükleri fiilleri, ailelerine, arkadaşlarına, kabilelerine ve özellikle gelecek nesillere aktarmak maksadıyla hafızalarında büyük bir dikkatle aynen muhafaza etmişlerdi. Onlar, konuşmalarının, müteakip raviler tarafından doğudan batıya tekrar tekrar nakledilerek hadis rivayet ağını meydana getiren ebedî bir sosyal-sözel şahesere nasıl katkıda bulunacağını acaba hiç tasavvur edebilirler miydi?
Hz. Peygamber'in konuştuğu ve sustuğu hususları tarihsel olarak bildiren dönüşlü anlatım olarak hadis, rivayet ağının teşekkülüne doğru kuvvetli bir cevelan meydana getirmiştir. Art arda gelen nesillere mensup hadis ravileri, herhangi bir uydurma rivayeti engellemek amacıyla, rivayeti kendilerine ulaştıran ravileri yeterince tanıdıklarından emin olmaya çalışmışlardır. Raviler zinciri, sözlükte "destek" veya "arka çıkmak" anlamına gelen isnad olarak adlandırılmıştır. Hz. Peygamber'in vefatından birkaç asır sonra, rivayet zinciri giderek daha da uzamıştır. Bu süreçten, birlikte yeni bir rivayet tarzı oluşturan iki unsuru (raviler zinciri=senet ve rivayet metni=metin) ile hadis yapısı ortaya çıkmıştır.
Dönüşlü anlatım, ağın oluşumunda ve sürekliliğinde en can alıcı rolü üstlenerek ravi nesillerini birbirlerine bağlamıştır. Dilin dönüşlü gücü olmaksızın bir sosyal ağ içerisinde birçok raviyi birbirine bağlamak imkansızlaşırdı.
Rivayet protokolü veya dolaylı ifade, rivayetin otantikliği üzerindeki sonuçları sebebiyle hadis ravilerince yakından incelenmiştir. Bir bilginden diğerine rivayetin naklini belirtmek için çok sayıda ifadeler vardır, ifadelerin her biri, söyleyen ve dinleyen arasındaki ilişkinin bir türünü veya bir yönünü yansıtır. Örneğin, "a'dan işittim," basit bir şekilde "a'dan" demekle aynı değildir. Önceki, zaman ve yer olarak bir arada oluşu ifade ederken, diğeri, bütün bunları belirsiz bırakmaktadır. Benzer şekilde, "a, bana söyledi," "a, dedi" ifadesinin aynı değildir. Öncekinde, dolaysız ve kişisel bir temas olduğunu belirtirken, sonrakinde bu açık değildir.
Ancak ne var ki, dolaylı anlatım protokollerini bir sisteme bağlama ve derecelendirme çabaları, ravilerden aynı yönde bir destek kazanmamıştır. Bununla birlikte, isnad ve hadis, dolaylı anlatımı belirlemek için kullanılan ibarelere göre sınıflandırılmıştır. Örneğin, en saygın hadis kitabının müellifi olan itibarlı Buharî, dolaylı anlatımdaki ibarelerin, hem söyleyicinin hem de dinleyicinin aynı ortamda bulundukları anlamına geldiğini düşünmüş ve bu yüzden sahih bir rivayetin kabul edilebilir tek yöntemi olduğundan anlatımın dolaysız olması gerektiğini ileri sürmüştür. Bununla birlikte, onun standartları, daha kolay kıstaslar kullanan çoğunluk tarafından ulaşılması zor standartlardı.
Rivayetin içeriği ve biçimi, rivayet ağının genişlemesi ile nasıl alakalıdır? Kısa cümlelerden oluşan hadisler, belletici yapılar ve hikayeler, içerikleri basit uzun düzyazı metinlerine ve hukuki emir içeren metinlere kıyasla daha fazla yayılmaya müsaittirler. Hadis nedensel veya kronolojik bir bağlam yüklenmeksizin Hz. Peygamber’in hayatından alınan kısa anlatı veya bir enstantaneye benzer bir biçime sahiptir. Hadis bilginleri, bu formu meydana getirmekle neyi gerçekleştirmeyi hedeflemişlerdir? Hadis rivayet formu hangi manayı taşımaktadır? Her şeyden evvel, bu rivayet şekli, hadis bilginlerini diğer rivayet şekillerini icra eden bilginlerden ayırt ederek onların kimliğini beslemektedir. Ayrışık, plansız ve düzensiz şekil, hadis ravilerini, kendilerine nisbetle yoğun bir kurgu kullanımı ile elde edilen bir mantığa dayalı olarak malzemelerini daha tutarlı bir kronolojik düzenle sunan kıssacılar (kussas), tarihçiler ve biyografi yazarları gibi hadisle ilgilenen diğer topluluklardan ayırmıştır. Bu tarzda oluşan rivayet, yine de, fakih ve muhaddis ravilerin ampirik tarzının karşısında Hz. Peygamber hakkındaki rivayete saygın bir yer biçen kamuoyu için daha ilgi çekici olmuştur. Bu bakımdan bazı hadis bilginlerinin, hikayecilere, hatta tarihçilere karşı duyduğu hoşnutsuzluk ve tarih hakkında diğerlerinin ortaya koyduğu savunmacı tepkiler, İslam entelektüel tarihinin iyi bilinen bir yönüdür.
Kronolojik düzen, hadis bilginlerinin esas ilgisi değildi. Doğrusal zaman, her halükarda ilk devir ravileri için hadiselerin ayrılmaz bir parçası değildi; çünkü, bu kavram, Arap kültürüne ancak hicri takvimin mimarı olan Hz. Ömer zamanında gelmişti.
Daha da önemlisi, hadis biçiminde görünen can alıcı pragmatik bir kaygının da var olduğu görünmektedir. Ayrışık rivayet, hatırlaması ve yayması daha kolay "bellemsel" bir yapıdır; hatırda daha kalıcıdır ve sözlü zihnin işleyişiyle daha uyumludur. Böylece, metin, parçalandıkça, daha kolay yayılacaktır. Bu bağlamda, öyle zannediyorum ki hadis, geniş yaygınlığını esasen ayrışık biçimine borçludur. Şayet hadisin, uzun, bütüncül, tek bir metin şeklinde bir biçimi olsaydı ona yalnızca bir grup gayret ve imkan sahibi seçkin ulaşabilirdi. En yaygın hadis, umumiyetle "mütevatir" olarak bilinir. Bu şayet doğruysa, o takdirde, dağarcıklarında bellemsel rivayetler bulunan ravilerin daha ünlü olacağı varsayılabilir.
Hadis rivayet ağını neyin ortaya çıkardığı sorusu, hala sosyal ve kültürel bir bakış açısıyla ele alınmayı beklemektedir. Bu soruya tam anlamıyla ikna edici bir açıklama getirmek halihazırdaki bilgi seviyesiyle mümkün değildir. Nitekim konuya ışık tutabilecek olan binlerce elyazması, dünyanın dört bir tarafına dağılmış olarak hala yayımlanmayı beklemektedir. Bununla birlikte, hadis rivayet ağını ortaya çıkışını sağlayan muhtemel sebepler olarak görülebilecek bazı ilgi alanlarını burada belirtebilirim:
Hadis rivayet ağının tarihi kökleri, İslam öncesi Arap kültürüne kadar geri götürülebilir. İslam öncesinin "yazısız" kültürü, okuma-yazma bilmeyen Arapların kültürel ve günlük meselelerde yoğun olarak hafızalarını kullanmalarını gerektiriyordu. Az sayıdaki kültürlü bireyler için şiirleri ve kabilelerin, ailelerin ve itibarlı şahsiyetlerin soy ağaçlarını ezberlemek, bu kültürün ayrılmaz bir parçası idi. İslam'ın gelişiyle, ezberleme, yeni bir uygulama alanı buldu ve Araplar, Kur'ân'ı ve Hz. Peygamber'in sözlerini ezberlemeye başladılar. Daha sonraları, Hz. Peygamber'in vefatını müteakip, hadis ravileri arasındaki bağları bilmenin önemli hale geldiği dönemde, kabile ve aile şecerelerine şekil olarak çok benzeyen bir bilgi yığını olan raviler arası bağları da ezberlemeye başladılar.
Muhtelif tarihî kayıtlara göre, İslam tarihinin ilk iki asır boyunca gelişen hadis rivayet ağının ve hadis ilimlerinin ortaya çıkışı için kesin bir başlangıç tarihi yoktur. Hadis rivayet ağı, kısa bir süre sonra Müslümanların, güvenilir bir rivayet ağına dayandığını anladıkları Hz. Peygamber'in öğretilerinin bütünlüğünü muhafaza etme girişimleri içinde kökleşmişti. Siyasi ve mezhebi kaygılarla veya daha basitçe, efsanevi ve kurgusal güdülerle harekete geçen hadis uydurmacılığı, Hz. Peygamber'in sahabilerinin, yeni mühtedilerin ve devletin yararına değildi. Sahabiler, mirasını uydurmacılıktan koruma hususunda Peygamber tarafından tam bir güvene sahiptiler. Hz. Peygamber'in otantik öğretilerini öğrenmek, İslam'a yeni geçenlerin de yararına idi. Ayrıca, İslam hukukunun başlıca dayanaklarından birini korumak, devlet için de fayda teşkil ediyordu. Bu çabalar, neticede, rivayetin bir sanattan mevcut pek çok dallara sahip Hadis ilimlerine dönüşümüne ve günümüze kadar geçen on dört asırdır hayatiyetini sürdüren hadis rivayet ağının ortaya çıkmasına yol açtı.
Birbiri peşi sıra bilginlerin bir topluluk olarak yaptıkları buluşlar, dağınık yerlerde ortaya çıktılar ve bunlar, rivayetin sosyal yapısının gelişmesine katkıda bulundu. Müslümanlar, özel bir alışveriş birimi: "hadis"; özel bir sosyal ilişki türü: hadislerin değiş tokuşu anlamına gelen rivayet; özel bir kimlik: hadis uzmanı anlamına gelen muhaddis; özel bir ağ: bilgiyi kaynağına kadar götürmek veya basitçe "destek" anlamına gelen isnad yanında türlü rivayet zincirlerini birbirinden ayırt etmek için özel kıstaslar icat etmişlerdi. Ağın düzgün işlemesini temin etmek için bütün süreci düzenleyen formel kurallar da (Usûl-i Hadis-Hadis Metodolojisi) icat ettiler. Bu kurallar, hadis rivayet zincirine dahil edilmeyi ve ondan hariç tutulmayı, böylece ravilerin ilmî faaliyetlerini, onların davranışlarının ahlak standartlarını, birbirleriyle (hoca-talebe olarak) münasebetlerini, tedavüldeki hadisin sıhhatini belirliyordu. Hafız, "iyi tanınan," "müphem," "güvenilir" ve "yalancı" gibi ravilerin mertebelerini ve yapısal konumlarını belirten birçok kimlik ortaya çıktı ve bunlar rivayetin yayılma sürecini denetlemek amacıyla birbirleriyle çatıştı.
Bütün bu denetleme gayretlerine rağmen, hadis uydurmacılığı, Hz. Peygamber'in samimi takipçilerini sahih rivayetleri titizlikle araştırma yükümlülüğü de yükleyerek devam etti. Hadis bilginleri (el-muhaddisûn), hayatlarını İslam toplumundaki herkesten daha çok bu göreve vakfettiler ve buradan bir meslek geliştirdiler.
Hadisin ciltlerde toplanmasına paralel olarak yeni bir tür de ortaya çıktı: hadis tenkidi. Hadis bilginleri, buna Hadis İlim(ler)i (Ulûmu'l-hadîs), Hadis Istılahları İlmî (Ulm-i mustalahi'l-hadîs) veya Hadis Tenkit Metodolojisi (Usûlü'l-hadîs) şeklinde atıfta bulunmaktaydı. Yüzyıllar içerisinde bu tür tedricen gelişti.
İlk hadis bilginleri arasında, çalışmalarını yönlendiren kurallar ve kıstaslar çok inceydi; ancak, bazı ıstılahlar, bir bilginden diğer bilgine farklılık gösteriyor ve prensipleri çeşitli kitaplara dağılmış olarak sistemli bir biçimde yazılmaya başlanıyordu. Seçkin ve çığır açıcı çalışmalardan biri Şafiî (v. 204)'nin er-Risâle'si, Müslim (v. 261)'in Sahîh'e girişi ve Tirmizî (v. 279)'nin Câmi'si; Buharî gibi erken dönem hadis bilginlerinin birçok kıstasları, sonraki bilginlerin hangi ravilerin veya isnadın onlar tarafından kabul veya reddedildiğini dikkatlice çalışmaları suretiyle çıkarılmıştır.
İlk kapsamlı çalışmalara örnek olarak Râmehurmuzî'ninki (v. 360) verilebilir. Bundan sonraki başlıca katkı, Hakim'in (v. 405) elli değişik hadis tasnifi içeren Marifetu ulûmi'l-hadîs adlı çalışmasıdır. Ancak o, bazı noktalara hiç değinmemiş; Ebû Nuaym el-İsbahanî (v. 430) onun çalışmasındaki eksik kısımları tamamlamıştır. Bundan sonra, Hatib Bağdadî'nin (v. 463) hadis öğretme ve öğrenme adabı üzerine el-Kifâye fî ilmi'r-rivâye'si gelir ki, sonraki bilginlerin Hatib'in bu çalışmasına çok şey borçlu oldukları kabul edilir.
Kadı İyaz el-Yahşûbî (v. 544) ile Ebû Hafs el-Meyancî'nin (v. 580) konuya ilave katkılarından sonra, diğerleri yanında, Osman b. es-Salâh'ın (v. 643) Suriye'deki birçok şehrin Dâru'l-Hadis'lerinde hocalık yaparken kaleme aldığı ve yaygın olarak Mukaddimetü İbnü's-Salâh olarak bilinen Ulûmü'l-hadîs adlı çalışması, ebadı küçük, ancak, konuyu mükemmel ele alışıyla o derece kapsamlıdır ki, günümüze kadar yüzyıllar boyu gelmiş binlerce Hadis hocaları ve talebeleri için standart bir başvuru kaynağı olmuştur.
Îbnü's-Salâh'ın yukarıdaki çalışmasına dayanan sonraki pek çok çalışmanın bir kısmı şunlardır: Nevevî'ye (v. 676) ait Mukaddime'nin bir özeti durumunda da olan el-İrşad; bunu daha sonra Takrîb'inde özetlemiştir; Suyutî'nin (v. 911) bu sonuncusu için yazdığı kıymetli bir şerhi olan Tedribu'r-râvî'si; İbn Kesir'in (v. 774) İhtisâr-ı ulûmî'l-hadîs'i; Tîbî'nin (v. 743) el-Hulâsa'sı, el-Bulkînî'nin (v. 805) Mehâsinü'l-îstılâh'ı; bütün bunlar, İbnü's-Salâh'ın Mukaddime'sinin birer özetidir. Zerkeşî'nin (v. 794) en-Nüket, Irakî'nin (v. 806) et-Takyîd ve'l-îzâh'ı, İbn Hacer el-Askalanî'nin (v. 852) en-Nüket'i İbnü's-Salâh'ın eseri üzerine yapılan haşiyelerdir. Mukaddime'nin uzun bir şiir biçiminde yeniden yazımı olan Irakî'nin Elfiyyetü'l-hadis'i, yazarın kendisi tarafından yapılan biri kısa diğeri uzun iki şerh başta olmak üzere es-Sehavî'nin (v. 903) Fethu'l-muğîs'i, Suyutî'nin Katru'd-dürer gibi birçok şerhe de konu olmuştur.
Hadis tenkidi, bazı ilkeler tarafından yönlendirilmiştir. Bununla birlikte bu ilkeler, klasik eserlerde dağınık bir şekilde yer alırlar. Aşağıda, modern okuyucunun kolayca faydalanabilmesi için bu ilkeleri bir sisteme bağlı olarak bir arada topladım.
Hadis tenkidinin kullandığı ilk kriter, kaynağa kadar rivayet zincirinde var olan bağ sayısı ile ilgilenir: Bir zincirdeki bağların sayısı ne kadar az ise, zincir o kadar güvenilirdir. Bu, rivayet zincirinin tenkidinde birinci kural olarak görülebilir. Rivayet zincirindeki her ilavenin sapma ihtimalini artıracağı ve hadisin sıhhat ve güvenilirlik düzeyini düşüreceği herkesçe açıktır. Bir zincirin kısalığı, nisbî bir ölçüdür ve ancak, diğer zincirlerle karşılaştırmak suretiyle tespit edilebilir. İki zincirin uzunluğu söz konusu olduğunda, düğümü az olan, "yüksek" (âli) adını alırken, nisbeten daha fazla sayıda düğümü olan, "düşük" (nazil) diye nitelenir. Özellikle, saygın hadis kitaplarının, yaygınlaşmasına kadar, hadisler, birbirleriyle zincirlerinin uzunluğu incelenmek suretiyle karşılaştırılırdı. Umut vaat eden talebeler, itibarlı hocalardan daha kısa rivayet zincirleri edinebilmek için uzak beldelere seyahat etmişlerdir. Bununla birlikte, saygın metinlerin genel kabul görmesinden sonra, en kısa zincirler üzerindeki ilgi de gittikçe önemini kaybetmiştir. Fakihler ise, daha kısa rivayet zincirlerini ancak bir çelişki durumunda tercih ederler.
Hadis tenkidinin benimsediği ikinci kriter, bir rivayet için birbirini destekleyen veya birbirine paralel zincirlerin sayısıdır. Kısaca ifade edilecek olursa, bir rivayetin ne kadar daha fazla sayıda paralel zinciri varsa, o rivayet, o kadar daha güvenilirdir. Bu kuralı, hadis kritiğinin ikinci ana kuralı olarak görebiliriz. Yine, daha fazla sayıda paralel zinciri olan bir rivayetin az sayıda paralel zinciri olan birine nazaran dinleyicilere daha fazla güven vereceği herkesçe aşikardır. Fakihler, daha güvenilir kabul edildiği için daha fazla paralel zinciri olan bir hadise öncelik verirler.
Hadis tenkidinin kullandığı üçüncü ana kriter, zincirin devamlılığı şeklinde tanımlanabilir: Dolaylı bağlantılar ne kadar az olursa, zincir o kadar iyi olur. Başka bir deyişle, bir zincir ne kadar az kırılmış ise, o kadar iyidir veya bir zincirde bağlantılar ne kadar bütünüyle kaydedilirse, zincir o kadar güvenilirdir. Dolaylı bir anlatımda incelediğimiz ilk hususiyetlerden biri, herhangi bir kesinti olmaksızın zinciri kaynağına kadar izleme imkanıdır. Her düğüm ve her ilişki tek tek doğrulanmalıdır. Bununla birlikte, bazen, her düğüm ve ilişki hakkında kesin bilgiyi saptamak kolay değildir. Böyle bir durumda, o anda bizim için mümkün olana dayanmak zorundayız. Bu açıdan bakıldığında, her zincirin, en az kopuk olanı en güvenilir olmak üzere, görece bir güvenilirliği vardır. Nihai tipoloji şu kategorileri kapsar- muttasıl "kopuksuz" devamlı bir rivayet; muallak "askıya alınmış" zincirdeki bir veya daha fazla râvîden yoksun olan bir zincir; munkatı' "kopuk" birçok ravinin bilinmediği zincir; ve mürsel "salınmış” veya ilk halkası kopuk, sahabenin adının belirtilmediği zincir.
Hadis tenkitçilerinin kullandığı dördüncü kıstas, zincirdeki ravilerin saygınlığı biçiminde tesbit edilebilir. Böylece dördüncü kural, şöyle ifade edilebilir: bir zincirdeki raviler, ne kadar saygın ise, zincir o kadar güvenilir olur. Bu ilke de dolaylı anlatım ile günlük tecrübemize götürülebilir. Saygıdeğer ve iyi tanınan aktarıcılar aracılığıyla gelen bir haber, bize genellikle daha fazla güven verir. Tam tersine, tanınmayan ve kişiliği belirsiz aktarıcılar veya haberciler muhtemelen eşit güven ve itimat telkin etmeyeceklerdir. Bu kuralın sistematik uygulamasıyla üç ravi tipi ortaya çıkmıştır: hepsi iyi tanınan ravilere sahip rivayet zinciri anlamında maruf "şöhretli" içinde belirsiz kişiliklerin olduğu rivayet zinciri anlamında şaz "nadir" ravileri belirtilmemiş veya gerçeğin tam aksine tümünün iyi tanınmış ve güvenilir oldukları izlenimini vererek yanıltıcı bir tarzda belirtilmiş şüpheli rivayet zinciri anlamına gelen müdelles "bilinçli olarak bozulmuş".
Beşinci kriter, rivayetin türü, hoca ile talebe arasında ilişki veya bağlantı ile ilgilenir. Hadis tenkitçileri, ravilerin görece güvenilirliği hakkında bir hükme varmak için birbirleriyle olan bağlantılarının kuvvetini incelerler. Bu ise, anlatım yöntemi ile belirlenir: anlatım yöntemleri ne kadar elverişli ise, zincir o kadar güvenilirdir. Hadis bilginleri arasındaki hoca-talebe ilişkisinin nasıl tesis edildiğini de gösteren sekiz anlatım türü hadis bilginleri tarafından belirlenmiştir:
Hadis tenkidinin altıncı umumi prensibi, ravilerin, hafızalarının görece kuvveti ile gösterilen akademik yeterliliği (zabt) üzerinde yoğunlaşmaktadır. Böylece, kurala göre, ravinin hafızası ne kadar güçlü olursa, zincir o kadar güvenilir olur. Bu prensibe göre, hadisin güvenilirliği için zincirdeki her ravinin hafızasının güçlü olması gereklidir. Bu yüzden, şu beş kusurun ravilerde bulunmadığından emin olunması şarttır: Sû-i hıfz, güvenilmeyen hafıza; kesretü'l-galat, aşırı hatalar; vehim, sürekli kararsızlık; Fartü'l-gafle, dalgınlık; muhalefetü's-sikât, en güvenilir otoritelerle ters düşmek. Şayet bu özelliklerden birisi bir ravide bulunursa, o artık güvenilir kabul edilmez.
Hadis tenkitçilerinin üzerine yoğunlaştığı yedinci kriter, ravinin karakteri ve ahlaklılığıdır (adl): ravinin karakteri ne kadar yüksek olursa, zincir o kadar güvenilir olur. Bu, hadis tenkidinin yedinci ana kuralı sayılabilir. Bir ravinin karakteri, şu beş kusurdan azade olmalıdır: kizb, bir hadis uydurmak; ittihâm bi'l-kizb, günlük işlerde yalan söylemek; fısk, etik ve dini prensipleri ihlal etmek; bidat, sapıklık; cehl, belirsizlik. Bir ravide bu kusurların varlığı kabul edilemez ve onu meslekten meneder.
Bu kuralların işletilmesi, karmaşık, çok-boyutlu veya çok-etkenli bir değerlendirme sistemini doğurmuştur. Bazılarının hoşlandığı rivayetleri, diğerleri reddetmiştir. Hadisler, bilginlerin kendilerine atfettikleri otoriteler açısından şu şekilde tasnif edilmiştir:
Bu tasnif, evrensel olmayıp daha hassas başka tasnifler de bulunabilir.
Ravilerin düşünceleri, muhtevadan daha ziyade rivayet yapısı üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu eğilim, metinler üzerinde yoğunlaşılmasını isteyenlerce tenkit edilmiştir. Genellikle kabul edildiğine göre, bir zincirin değeri, onun en zayıf halkasına denktir. Muhtevayla ilgili olarak ise, ampirik olarak ispat edilmiş olaylarla tutarsızlığın, bir rivayetin uydurma olarak dışlanması için yeterli bir zemin teşkil edeceği genelde öngörülmektedir. İçerik eleştirisi yapılmadığı takdirde, hadis tenkidi, katı bir şekilde, rivayet süreci, raviler ve ilişkiler üzerinde yoğunlaşmak zorundadır.
Rivayetin tasnifinin pratik bazı sonuçlan vardır; zira, İslam akidesi, sadece her açıdan sahih olan hadisleri (mütevatirleri kullanır; İslam hukuku, ilk iki kategoriyi (sahih ve hasen) kullanır; bazı hukuk okulları, tarih (siret) ve tasavvuf, zayıf hadisleri de kullanmaktadır. Bir hukuki veya teolojik prensip, yalnızca, değişik biçimlerde tanımlanan bir kavram olsa da, sahih bir hadisten elde edilebilir. Bu yüzden, her dinî ilmin (hadis, fıkıh, kelam, tasavvuf ve tarih), kullandıkları farklı amaçlar için hadis hakkında kendine özgü üst-rivayetler geliştirdiklerini çok rahatlıkla söyleyebiliriz.