Haset duygu ve düşünce aşamasında kaldığı, eyleme dökülmediği sürece sahibinden başkasına zarar vermez. Ancak haset eden bu duygunun gereğini yapmaya başladığında iyilikleri yok eden eylem başlamış olur ki ateşin odunu yakıp küle çevirmesi gibi haset de erdemleri yer bitirir. Sadece kendisindekini mi? Hayır! Alevinin sıçradığı yerleri de yakar, kül eder. Elmalılı Hamdi Yazır Felak Sûresinin tefsirinde, zulüm ve azgınlık olan hasedin düşünceden fiile çıkmış bu eylem olduğunu belirtir ki şerrinden Allah’a sığınmak gerekir. Zira haset eden hiçbir hak, adalet, insaf tanımaz; ihsanı, erdemi yok etmek için her türlü hileden ve kötülükten kaçınmaz.
“Yoksa onlar Allah’ın lütfundan verdiği şeylerde insanlara haset mi ediyorlar?” (4/54)
Duygusal bir hastalıktır haset. Temelinde Allah’ın ihsanına, takdirine itiraz vardır. Çünkü insana her türlü nimeti -mal mülk, mevki makam, şan şeref, soy sop- ve hayrı veren hakikatte Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle bir kimsenin sahip olduğu nimetlere haset etmek Allah’ın iradesine muhalefet anlamına gelir ki Şeytan’ın fiilidir. İblis’i kibre sürükleyip Âdem’e secde etmekten alıkoyan, Allah’ın insana olan ihsanına duyduğu haset değil midir? Ve Şeytan’ın bütün çabası âdemoğlunu Allah’ın ihsanına layık kullar olmaktan uzaklaştırmak değil midir? Şöyle demiyor muydu İblis Allah Teâlâ’ya: “Beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üzerinde oturacağım. Sonra onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükredenlerden bulamıyacaksın!” (7/16-17)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, kulun kalbinde iman ile hasedin bir arada bulunamayacağını söylemiştir. Zira haset gerçek müminlerin niteliği olamaz. (Riyâzü’s-Sâlihîn, c.2, s.200-201) Kalbe bulaşan bu hastalık, mikropların bedenin bağışıklık sistemini zayıflattığı gibi iyiliklerin değerini ve sevabı eksiltir. Tedavi edilmeyip kalbi çepeçevre sarmalarsa eğer, eyleme dönüşüp imanı ifsat etmesinden korkulur.