Kalemini Peygamber'e Adayan Bir Hattat

23 Aralık 2009

ImageBu haftaki konuğumuz kalemini Hz. Peygamber'e adamış bir hattat, Ali Hüsrevoğlu... Hz. Peygamber'in dönemin devlet başkanlarına gönderdiği mektupları yeniden aynı yazı karakterleri ile kaleme alan Hüsrevoğlu, çeşitli konsept tasarımları ile de kimi modern açılımların öncüsü olarak dikkat çekiyor. Bu çalışmalara örnek olarak "Hz. Âmine'nin Son Sözleri" ve "Bedir Savaşı" tablolarını bizimle paylaşan Ali Hüsrevoğlu, Hz. Peygamber'in hayatından önemli kesitleri bu şekilde hat tablolarında harflerle resmetme çabasında. Ayrıca 30 farklı formda hilye çalışmasına imza atarak bu alanda da önemli açılımlara imza atan sanatçı tüm bu eserlerin "Asr-ı Saadeti İhya" başlıklı projesinin birer parçası olduğunu belirtiyor. İlk Vahyin Gelişi, Bedir Savaşı, Uhud Savaşı vb. tarihsel olayların hat sanatının pek de yabancı olmadığı bir yöntem olan soyutlama tekniğiyle "görsel" anlatımları modern siyer yazıcılığı açısından da üzerinde durulması gereken noktalar arasında.

Sanat hayatınıza nasıl başladınız ve neden hat sanatını seçtiniz çalışma alanı olarak?

Bu, Cenab-ı Hakk'ın yönlendirmesiyle oldu. Bizim niyetimiz sanat üzerine değil, ilim üzerine yoğunlaşmaktı. Ancak sanat alanında bizim ifade etmek istediğimiz bilgi ve birikimi gösteren çok az insan olduğunu gördüm. Peygamber Efendimiz'in birçok yönlerinin hat sanatı vasıtasıyla anlatılması gerektiğine inandım ve bu konuda öncelikle bilimsel altyapı çalışması yaptım. Sonra bunları, hat sanatından istifade ederek ifade etmeye çalıştım.

Bir insanın, ruhuyla tuvale yansıtılabilmesi, belki imkânsız değildir ama çok çok zordur. Bir de sanatkârın o anda bulunduğu durum, yaşadığı mevsim, bulunduğu ortam gibi etkenler, yapacağı resme mutlaka etki edeceği için bir büyük insanı resimle anlatmak, resimle tasvir etmek veya hayal ettirmeye çalışmak hiçbir zaman o kişiyi olduğu gibi anlatmaya yeterli olmayacaktır.

 

Özellikle hat sanatını seçmemde yine Cenab-ı Hakk'ın yönlendirmesi var. Musikiyle de ilgilendim. Burada da tabii tercih, Cenab-ı Hakk'ın. "Herkes bir şeyle doğar, ben de kalemle doğmuşum" derdi Cemil Meriç. Ben de kalemle doğmuşum. Cenab-ı Hakk'ın, üzerine yemin ettiği, müstakil bir sure tahsis ettiği kalem, bizim hayatımızın olmazsa olmazlarındandır.

Hz. Peygamber ve Asr-ı Saadet'e yönelik birçok çalışmanız ve projeniz var. Öncelikle tamamlanmış bir proje olarak Hz. Peygamber'in mektuplarını yeniden, aynı formda, aynı karakterle yazdığınız çalışmanızdan bahseder misiniz?

Hayatımın dolu dolu on senesi Medine-i Münevvere'de geçti. O on seneye, hayatımın en mutlu dönemi diyebilirim. Tabii orada ana konu, Peygamber Efendimiz oluyor. O coğrafyayı gezebildiğim kadar gezdim, inceledim. Orada Medine-i Münevvere'nin tarihi üzerine bilimsel bir çalışmaya başladım. Mevcut kaynaklardan istifade ederek Medine-i Münevvere'nin coğrafyasını algılamaya çalıştım.

Dolayısıyla ben, bu coğrafyayı inceleme imkânı buldum. İmkânım Ancak şu ana kadar bu çalışmaları, bir albümde toplamayı başaramadım fakat bu, hayatımın en önemli hedeflerinden bir tanesidir. Bunu yapmaya çalışacağım inşallah.

Mektuplar, bu çalışmanın, Asr-ı Saadet'i İhya projesinin bir bölümü. Peygamberimiz'i anlatan eserler arasında Peygamber Efendimiz'in, çevresindeki muasır devlet başkanlarına, yöneticilerine gönderdiği mektuplarını gündeme getirmek kastıyla orijinallerinin aynı planında, aynı yazıyla tekrar ihya ettim.

O mektuplar, Peygamberimiz döneminde deriler üzerine yazılmıştır. Zamanla aşındıkları için bu mektupların renkleri değişmiş, koyu kahverengi desenler almışlar. Müzelerdeki örneklerde de bunu görebiliyoruz. Ben, onu hatırlatacak desenler yaptım kâğıt üzerine ve mektupları onun üzerine yazdım. Aynı yazı formuyla, aynı planda ve o dönemin yazısıyla... Erken dönem kufi yazısı diyebiliriz buna. Henüz daha sanat formları almamış şekliyle...

"Asr-ı Saadet'i İhya" projeniz kapsamında üzerinde çalıştığınız diğer eserleriniz hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?

Medine'den döndükten sonra orayla olan kalp ve zihin meşguliyetimiz daha da arttı. İlk olarak Peygamberimiz'in çocukluğundan başlamayı uygun gördüm. Beş yaşlarındayken annesi tarafından Medine-i Münevvere'ye babasını ziyarete götürülüşünü, dönüş sırasında annesinin vefat edişini, vefat ederken söylediği sözleri konu alan bir eser meydana getirdim. Buna da "Hz. Amine Tablosu"  adını verdik. Hem Peygamberimiz'in çocukluğunu hem de annesini konu alan bir çalışma oldu. Peygamberimiz'in, annesinin ve "annemden sonra annemdir" dediği mübarek kadın Bereke Ümmü Eymen'in isimleri yan yana konuldu ve ortaya da Hz. Amine'nin vefat ederken oğluna söylediği son sözler yerleştirildi.

Bazı şeyleri klasik biçimde söylemeye mecbursunuz. Bazı şeyleri de yeni anlayışa göre tercüme etmeye mecbursunuz. Eğer biz, her şeyi klasik anlayışla anlatmaya çalışırsak yeni nesle çok fazla bir şey veremeyiz. Biz köprü olmaya mecburuz.

 

Habeşistan'a hicret ve Uhud Savaşı konuları da plan olarak hazır durumda ama henüz yazılmadı. İnşallah önümüzdeki günlerde yazılacak. Bedir Savaşı'nın tümünü yazdım. Yani her dönemi en az bir tablo veya birkaç tablo olarak düşünüyorum. "Bedir Şehitleri"ni de "Bedir"den ayrı olarak yazdım. O, "Bedir"in ikinci tablosu olmuş oldu. Mesela, davetin açığa vurulmasını anlatan "emrolunduğunu açığa vur" ayetini yazdım. Ama onu, coğrafyayla ilgili olmayan bir yazı olarak yazdım. İlk vahyi anlatan "ikra" emrini yazdım. Ayrıca bu ayeti bütün olarak, bir Hira Dağı silueti üzerine yazdım. Şu anda hatırlayabildiklerim bunlar.

Tablolarınızda hem yazının tamamen görselleştiğini hem de muhtevasıyla beraber orada var olduğunu gözlemledim. Bu soyutlama fikri nereden kaynaklandı? Bunun üzerine daha neler inşa edilebilir?

İlmin ve sanatın sonu yok. Muhakkak ki çok şeyler yapılabilir. Önemli olan bir yol açmak, bir kapı açmaktır. Tabii ki bu, bir anda olan bir şey değil. Yani bir eseri aylarca düşünmeniz gerekebiliyor. Mesela "Bedir Savaşı" üzerinde 8 ay çalıştım.

Kimi ustalar, klasik tarzda bir çizgi tutturuyorlar. Kimileri ise sürekli olarak modern tarzda yeni bir açılım yapma gayreti içerisinde oluyorlar. Ama siz, her iki tarzda da bir denge tutturmuş durumdasınız. Bunu neye bağlayabiliriz?

Bazı şeyleri klasik biçimde söylemeye mecbursunuz. Bazı şeyleri de yeni anlayışa göre tercüme etmeye mecbursunuz. Eğer biz, her şeyi klasik anlayışla anlatmaya çalışırsak yeni nesle çok fazla bir şey veremeyiz. Biz köprü olmaya mecburuz. Dün ile yarın arasında köprü olabilirsek mesajımızı ulaştırabiliriz. Her söylediğimiz klasik olmamalı ama bilim temeli üzerine dayanmalı. Bir çalışma, bilim temeli üzerine dayanmıyorsa kalıcı olamaz.

Son olarak hilye geleneği üstlendiği fonksiyon hakkında bir hatta olarak ne söylemek istersiniz?

Peygamber Efendimiz, putperestlikle mücadele kapsamında üç boyutlu heykellere ve resme karşı bir tepki koymuştu. Bugün de bu durum, o zamankinden çok farklı değildir. Bir insanın, ruhuyla tuvale yansıtılabilmesi, belki imkânsız değildir ama çok çok zordur. Bir de sanatkârın o anda bulunduğu durum, yaşadığı mevsim, bulunduğu ortam gibi etkenler, yapacağı resme mutlaka etki edeceği için bir büyük insanı resimle anlatmak, resimle tasvir etmek veya hayal ettirmeye çalışmak hiçbir zaman o kişiyi olduğu gibi anlatmaya yeterli olmayacaktır. Sonuçta belli bir çerçevenin içerisine sıkıştırılmış olacaktır ve zamanla sınırlı olacaktır böylesi bir çalışma. Mesela ben roman okurken, okuduğum alanı daha geniş hayal edebiliyorum. Ama film seyrederken o genişliği bulamıyorum. Her şeyi o kare içinde düşünmeye mecbur ediliyorsunuz. Bu da güzelliği sınırlıyor ve olduğu gibi yansıtamıyor.

Peygamber Efendimiz, sözlü olarak çok güzel, mükemmel anlatılmıştır. Biz bu güzelliği sınırlı bir biçimde düşünmek zorunda değiliz, sınırsız düşünebiliriz, daha farklı boyutlarda düşünebiliriz.

Ben de klasik hilye şekliyle yetinmeyerek klasik formun dışında, birbirinden farklı otuz kadar hilye tasarımı yaptım ve bunları uygulamaya da geçirdim.

ALİ HÜSREVOĞLU'NUN YENİDEN KALEME ALDIĞI MEKTUPLAR Image Image Image Image Image