Elçi'nin dağdan inişi, insanın kendini aşması için oldu. İnsanın kendini açması için… Kendini kendine perde yapmaya meyilli insan. Kendine güneşi haram edercesine. Kendini karanlığa sonsuz mahkûm edercesine. Kendi kara(n)lığını aydınlık diye övercesine… Öylesine aldanarak ki karanlıktan kaçmak yerine, karanlığa kaçarcasına… Öylesine karalıyor ki kendini, karanlıkta kaldığına bile kör olmacasına…
Perdeyi açıyor Rabbi. “Kendini kendine yeter sanır insan, bu yüzden azar.” Unutulmuşluktan alındığını unutur insan. Yokken var kılındığını hatırlamaz olur. “Ben” dedikçe kendine, kırılgan varlığını isyana dönüştürür. Başlangıcı bir damlacık kirli su iken, hasım kesilir kendini hiç yoktan Yaradan'a. Kafa tutar Rabbine, yok sayar kendisini yokluktan var edeni.
İnsanın, yokluğuna merhamet eden Allah'ı yok sanması, kendi varlığına saygısızlığıdır oysa. Hoyratça harcayışıdır yeryüzü misafirliğini. Kendini izzetinden edişidir. Onurunu kendi ayaklarının altında ezişidir. Rahmetin göğünden sürgün edişi kalbini.
Var edilmişliğini inkâr ettikçe insan, kendi ellerinde var kılmaya çalışır kendini. Yaşama yükünü zayıf omuzlarına alır, taşıyamaz, düşer. Sonsuzluk sevdasını yalan yanlış yokuşlara akıtır; bin ateş düşürür kalbine. Geçmişte yitirdikleriyle mahzun olur, gelecekte yitirecekleri yüzünden korkuya kapılır. Dünün hüznü ile yarının korkusu arasında yitirir bugününü. An'ı taşıyamaz olur. Ağır gelir kendine.
Elçi'nin nefesiyle taşıdığı anlam, insanı kendi hapsinden kurtarmak üzere. Kendini sürdüğü sürgünden dönüşü başlatmak niyetiyle. Parçalanmışlığının üstüne taşınsın insan diye. Varlığı bir Kitab'ın kalbinde buluştursun, birleştirsin diye. Bir tatlı sima görsün diye kâinatın yüzünde. Bir tebessümle tanışsın diye arzın sayfasında. Dirilişler bulsun diye insan yüzlerinde. İşte iniş başladı. Dünya düşüne düşmüş insanın elinden tutmak üzere “ev”e dönüyor Allah Rasûlü (sav). Ev'e çağırıyor insanlığı.
Mesaj açık. Anlaşılır. Duru. “Ben” diyebildiği için başladı insanın aldanışı. Ödünç aldığını kendi malı sandı. Kırılgan emaneti hep yanında sandı. Dağların taşıyamadığını taşımaya kalktı. Denizleri taşıracak yetkiyi zayıf omuzlarına aldı. “Ben” diye bildi kendini. İstediğini yapabilme özgürlüğünü alalı beri ayakları uçurumlardan uzaklaşmadı.
Oysa Rabbi yokluğunda "sen" diye hitap ettiği için "ben" diyebilmekte insan şimdi. Yokluğunda bile "sen" diyecek kadar kendisine rağbet eden, el üstünde tutan Rabbini şimdi unutmakta. Kendi isyanının zindanına hapsolmakta. Kendine sürgün olmakta insan. Benciliğinin dehlizlerinde kaybolmakta. Sonu gelmez bir rüyaya kanmakta. Uyanmayı unuttuğu bir düşün içine düştükçe düşmekte.
Söz'üyle tenezzül ettikçe Rahman, yağmura dönüştü insan. Bir su serpilişi duydu yüreğinde. Kendine yetmediğini anlar anlamaz insan, rahmetin rahmine düşürdü kalbini. Nazlandığını fark etti. Ağırlandığını gördü. Başına buyruk olmayacağını fark etti. İnsan olmanın sorumluluğu ile uyandı. Bir sızı başladı teninde. Bir sancı… Gerçeği doğuracak hayırlı sancı… “Evet, insan azıtmakta, çünkü kendini kendine yeter sanmakta…” İnsanı kuşatan uykunun zarını Söz'üyle kesti Allah. Dedi ki sonra: “Dönüşün zaten Rabbine…” Nereye gidersen git, sonunda Rabbinin karşına koyduğu aynada göreceksin yüzünü. Aldanışlarının tuzağına gör de, Rabbinin rahmetinin uzağına düşme.
Ümit diye yazmak üzere adımızı, adımlarını sıklaştırdı Elçi. "Ne olursa olsun, dönüşlerinin hepsinde Rabbin seni beklemekte."
Kendinden utandıkça insan, utançlarından kaçtıkça, Rabbine sığındıkça, Rabbini Rahim olarak bulacak. Yokluğuna razı olmayan Rabbini tanıyacak. Varlığını yokluğundan hayırlı gören Rahman'la tanışacak. Rahman'ın ikliminde kalacak adımları bundan böyle. Uçurumlardan uzak olacak. Hep uzak…